25 Şubat 2009

Ah o eski "balıklı günler" Ah!...

BALIKÇILIK ANILARI (2)
Çocukluğumda denizlerimizde balık çoktu. Palamut sezonu eylül ayının başında başlar, kasımın ilk on günü içinde biterdi. Ağustosun sonlarına doğru tayfalar gelirdi. Tayfalar daha çok Perşembe, Bulancak, Akçaabat tan gelirlerdi.
O zamanlar daha vinlex yoktu, çalışırken iş kıyafetleri kalın amerikan bezinden dikilirdi.
Sonra düdüğün (Rumelifeneri’ndeki düdük) altındaki duvarın üzerinde kat kat bezir yağı sürülerek su geçirmez hale getirilirdi. Bunlara balıkçı muşambası denirdi.
Bu iki buçuk aylık Palamut (Alamana) sezonunda hem iç piyasa doyar, hem de buzhaneler, tuzlayıcı depoları dolardı.
Ayrıca gemilerle Yunanistan’ a bile gönderilirdi. En hoşuma giden şeyse balık yüklü yedek motorlar kalenin başından görününce buda mı yalan falanca reisin motoru yüklü geçiyor diye bağırarak çarşıdan aşağıya doğru koşardık. Eğer balık yüklü motorda bayrak asılıysa o motorun torik yüklü olduğu anlaşılırdı. O zamanlar Lüfer balığına ağ sarılmazdı. Lüfer dişli balık olduğu için ağları kesiyordu. Lüfer daha çok oltayla tutuluyor, lokantalara ve meyhanelere gidiyordu.
Sezon sonu palamutçuluk paydos edilir hesap görülüp pay yapılır ve tayfalar memleketlerine dönerlerdi.
Palamut sezonunun sonundan (Alamanacılık) uskumru sezonu başlayana kadar ki 10 – 15 gün uskumru çapariciliği olurdu.
Gece Rumeli feneri’den hareket eder, gün açımında balık suyunda olurduk.
Işımayla birlikte çaparileri suya indirir, balığın bulunduğu derinliği tespit edip o suda avlanmaya başlardık.
Bizim motordan üç çapari atabiliyorduk. Kısa köstekli cürüm çaparisi 40 oltalı olurdu. Biz beş kişiydik, babam, Ali abim ve Hayrullah abi avlayıcı, amcam ve ben ayıklayıcıydık.
İki buçuk saatte 6500 – 7000 tane uskumru tutar, o balıkları Sarıyer’ de satardık.
O işin en zevkli tarafı Sarıyer’ e giderken bütün motorlarda mangallar yakılır, uskumrular ızgara edilirdi.
Fener’e dönünce biraz istirahat eder, gecede Basri ağabeyin kahvesinde yeni çapariler bağlardık.
Uskumru çaparisinde kahve rengi hindi tüyü kullanıyorduk. Bunun sebebi tüy beyaz olursa çapariye istavrit geliyordu ve çapariyi bozuyordu.
Kasımın 15 inden sonra yeni tayfalar geliyor ve uskumruculuk başlıyordu. ( Bu arada Lüfer, Palamut, ve Torik Marmara’ ya geçtikten sonra uskumru boğaz ağzına yaklaşıyordu.)
Uskumru da palamut gibi halkın çok sevdiği bir balıktı, şimdiki istavrit gibi fakirin kuru fasulyesiydi.
Uskumru da bol olduğunda buzhane ve tuzlayıcı depolarına götürülür orada değerlendirilirdi.
Bazen de çok tutulunca satılmaz palamut gibi oda Sarayburnu’ ndan denize dökülürdü.
Şimdiki bu kıtlıklara birazda o hesapsız yakalama sebep olmadı mı acaba?
Yılbaşından sonra uskumru da boğazdan içeri girer ve havalar soğuduğu için balık sıcak olan derin sulara indiğinden artık gırgırlar tarafından tutulamaz ve sezon biterdi.
Artık İstanbul boğazında dip ağcılığı başlardı.
İnsana hikaye gibi geliyor şimdi bu anlattıklarım değil mi?

Hiç yorum yok: