Sabah işe geldiniz, süper haberler ürettiniz, çok güzel fotoğraflar buldunuz, çok da güzel sayfalar yaptınız. Ve gazeteyi bastınız. Elinizde bakıp bakıp doyamayacağınız, oku oku bitiremeyeceğiniz bir ürün var diyelim. Peki bunu nasıl satacaksınız? İşte şimdi en önemli sorunla karşı karşıyasınız.
Gazeteler nasıl pazarlanır? Hiç bilmiyorum, zira pazarlama bizim işimiz değildi. Ama şunu biliyorum. İyi bir dağıtım, pazarlamanın en önemli ayağı.
Bize hep şunu söylerlerdi. “Ağzınızla kuş tutsanız zamanında okuyucunun eline ulaşmayan gazete sonunda satılmaz, iade ile size geri döner. Siz de SEKA fabrikasına –şimdi o da satıldı ya- gönderirsiniz, o güzelim gazete tekrar kağıt olur. Onun için yazı işlerinin tepesinde sallanan kılıç “erken dönme kılıcıdır”.
Bilgisayar çağından önce Ankara, Adana, İzmir’e uçakla matris yani sayfaların filmleri gönderilirdi. Genelde akşam üstü kalkan uçaklar tercih edilirdi. Bazen -bunu sır olarak veriyorum size sakın kimseye söylemeyin- gazeteyi hazırlamakta geç kalırsak, idareden biri havaalanına telefon eder, bomba ihbarı yapardı. Dolayısıyla uçakta bomba aranırken biz de filmleri yetiştirirdik.
Dağıtım erken olursa okuyucunun eline gazete erken ulaşırsa satış ta ona göre yüksek olur.
Tüm bunları yazarken bir pazarlama toplantısı aklıma geldi. Orada konuşulan pazarlama tekniklerini paylaşmak istedim sizinle.
Dünya gazetesinde zaman zaman bölge temsilcileri ile toplantılar yapılır. Dünya’nın satış felsefesi diğer gazetelere göre farklıdır. Abone sistemi yaygındır. Amaç kapınıza kadar gazetenizi getirmektir. Abonelerin büyük bir kısmı işyerleridir. Sistem oturmuştur. Abone sayısı zaman zaman 40 binlere ulaşmıştır. Bugünü bilmiyorum tabii.
Abone sistemi sonuçta pazarlama servisinin çok güçlü olmasını gerektirir. Bu nedenle bölge temsilcileri ile sık sık toplantılar yapılır. Pazarlama teknikleri tartışılır.
Dünya yöneticileri bölge toplantısında bölgenin sesini dinliyor.Yine böyle bir toplantıdayız. Kürsüde yeni pazarlama müdüresi var. Bölgeden gelen arkadaşlara “pazarlama nasıl yapılmalı?” konusunda seminer veriyor. Onlara pazarlama tekniklerini anlatıyor. Yabancı kitaplardan örnekler veriyor. Herkes pür dikkat dinliyor. Sıra bölge temsilcilerinin abone sayısını arttırmada ne gibi teknikler kullandıklarına geliyor. Çoğu yöresinin özelliklerine göre pazarlama yaptığını anlatıyor. Bazıları abone parasını peşin alıyor, bazıları almıyor. Zira bölgesinde herkes birbirine güveniyor. Yani yeni deyimle insana “güvenmiyor musun bana “ diyen yok.Şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya. Kitaplar güzel yazıyor yazıyor da bazı teknikler bizim kültürümüze uymuyor. Zira farklı bölgelerde farklı kültürler var ve bunlara merkezin belirlediği bir sistemi uygulamak mümkün değil.
Dünya'nın en iyi iş yapan temsilcileri üretim toplantısında.
Aslında bana göre pazarlama müdüresi tüm bölgeyi gezecek, tek tek kültürleri görecek ve ona göre her bölge için farklı bir pazarlama tekniği belirleyecek ve onu anlatacak.. Ama kazın ayağı pek böyle değildi. Merkezden yönetimin tipik örneği. Neyse.. Son olarak Konya temsilcisi söz istedi. Konya temsilcisi de Konya’da oturuyor ama aslen Karadenizli.
“Valla” diye söze başladı: “Tüm bu anlattığınız metotlar çok güzel. Bizim Konya’da bu pazarlama sistemi ile hiçbir abone yapamazsınız” ve nedenini şöyle anlattı: “Bakın benim öyle kapı kapı dolaşacak elemanım yok. Olsa da bir işe yaramaz. İşyerlerine uğra, ağabey abone olur musun de. Ya da git, hal hatır sor. Samimi ol. Ve işyerlerini de abone yap. Mümkün değil. Siz bu şekilde çalışırsanız aç kalırsınız bizim oralarda. Peki diye sordular. Sen bu kadar aboneyi nasıl yaptın? Ben ne mi yaptım? Basit bir yöntem benimkisi. Adamlarım cami imamları. İmamlar, sabah ezanından sonra camiye namaza gelenleri önce abone yapıyorlar, sonra abone olanlar her sabah gelip gazetelerini alıyor, namazını kılıyor ve işyerine gidiyor. Namaza gelmeyenlerin gazeteleri saklanıyor, ertesi sabah alıyor. Aslında iş yeri sahipleri sabah namazını kaçırmazlar. Gazetemize çıplak kadın fotoğrafı konulmaması da büyük avantaj. Sonunda imamda bu işten para kazanıyor. Biz de. Bana sadece merkezden sabah namazından önce gazeteyi ulaştırın yeter”.

Bölge temsilcileri ile toplantı sonundaki hatıra fotoğrafı.Pazarlama müdüresi şaşkın. Ellerini iki yana açıp “Benden bu kadar”diyor ve havlu atıyor..Yorumu pazarlamacılara bırakıyorum.Ben sizlerle sadece, gazetede yeni işe başlayan bir pazarlama müdüresinin pazarlama tekniklerini öğreteceğim derken, kendisinin hayatın içinden gelen pazarlama tekniklerini nasıl öğrendiğini paylaşmak istedim. O kadar.
.........................
KAMA................................................................YA DEVE EDİLENLER?
Dünyaya sergilediğimiz en akılda kalıcı ve şeffaf yanımız apronda kestiğimiz deve oldu...
En ileri teknoloji ile en eski köylü geleneği buluşuverdi...
Hazır yol açılmışken bir de deve edilenleri sergileyebilsek!
................................................................................................
Devenin notu:Çok normal bir gezi için Darende’den yola çıktığımızı söylediler…Ben bu ülke için canını seve seve veren develerden biriyim..Feda olsun ama ağırıma giden şey şu oldu!Bana en yakınlarım 5 bin lira için ihanet etti…Başıma bir şey gelecek ama ne geldiğini öğrenin diye bu notu yazıyorum. Bizi neden dilinize doladınız:? Bir deve lafıdır gidiyor…Sabah programlarını pijama ile çıkanlarla sahte kadın peygamberler yetmiyor mu?
Erken seçim olsun mu dedik ki! Hışımla yok deve yok deve deyip duruyor herkes! Ben ve arkadaşlarımın bu denli aşağılanmayı hak ettiğini sanmıyorum… Bırakın Avrupa’yı –eninde sonunda bırakmak zorunda kalacaksınız ya ben şimdiden haber vereyim-şöhretim ve yarattığım izlenim ABD’nin en sevilen programlarına bile konu oldu…Avrupalılar gibi kötü yanını
iyi iştir deyip öne çıkarmakla yetinmediler… Konuyu her yandan incelediler.
İşçi hakları açısından anlamadıkları konular da oldu tabii. Cumartesi günü Program sunucusu Türkiye’de, apronda kurban edilen deveden yani benden bahsetti.Yok yok sandığınız gibi değil..Neymiş o vahşet mahşet laflar.ı Gerilik merilik.Ne alakası var…
Çalışanlara ziyafet çekildiğimi normal bir tonla söylendi ama tepki sizin beklediğiniz yerden gelmedi. İşçi sendikaları ayağa kalktı… --Ne demek o…İşi zamanında bitirip hatta biraz da sarkıtıp ücretleri tam almak varken neden erken bitirdiler? O ülkede İşçi haklarını koruyacak kimse kalmadı mı? diye feryat ettiler. Şu Amerikalıların cehaleti beni üzüyor…
Onlara Türkiye’de işçi hakkını savunmanın deveye hendek atlatmaktan zor olduğunu bu nedenle bizim develeri yakalar yakalamaz hendek başında kestiğimizi ve meseleyi kökünden hallettiğimi söyledim ama anlamadılar…
Bizi anlamıyorlar işte….