20 Ocak 2007

Bir cinayet ve "sınırlayıcı hayat dersi"

Bir cinayet daha işlendi. Üstelik bu kez öldürülen bir gazeteci, Hırant Dink. Bizim meslekten. Cinayet akşamı tartışmaların çoğunu izlemeye çalıştım. Bir şey dikkatimi çekti. Konuşmacılar kendi yarattıkları dünyalarının penceresinden bakıyorlardı. Cinayetle ilgili ortada hiçbir veri olmamasına rağmen bakış açılarından cinayeti değerlendiriyorlardı. Bazı gazeteciler de savcı gibiydi. Akla gelecek her türlü senaryo üretildi. katil zanlısı da yakalandı. 17 yaşında bir genç. Birden hatırladım maillerden gelen bir yazıyı. Bloğu açtıktan sonra e-maille gelen yazılara farklı bir gözle bakıyor ve saklıyordum. "Pirelerin cam sendromu" mailini buldum.
Belki size de gelmiştir bu mail. Bu kez cinayetle ilişkinlendirerek okuyun maili. Bakın ne kadar doğru bir tespit yapılmış. İşte o mail:
"Bir şeyin imkânsız olduğuna inanırsanız, aklınız bunun neden imkânsız olduğunu size ispatlamak üzere çalışmaya başlar. Ama bir şeyi yapabileceğinize inandığınızda gerçekten inandığınızda aklınız yapmak üzere çözümler bulma konusunda size yardım etmek için çalışmaya başlar.
Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görürler. Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar. Metal zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışırlar ama başlarını tavandaki cama çarparak düşerler. Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplarlar, tekrar başlarını cama vururlar. Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çekerler. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenirler. Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır. Tüm pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplarlar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yükseğe zıplama imkânları vardır ama buna hiç cesaret edemezler. Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı 'hayat dersi' ne sadık halde yaşarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkânları vardır. Ama kaçamazlar. Zira engel artık zihinlerindedir. Onları sınırlayan dış engel (cam) kalkmıştır ama kafalarındaki iç engel (burada 30cm'den fazla zıplanamaz inancı) varlığını sürdürmektedir.

Bu deney canlıların neyi başaramayacaklarını nasıl öğrendiklerini göstermektedir. Bu pirelerin yaşadıklarına 'cam tavan sendromu' denir. Bir insanın gelebileceğine inandığı en üst nokta, onun cam tavanıdır. Cam tavanınız hayallerinizin tavan yüksekliğini gösterir. İnsan inandığına denktir. Yapabileceğini düşündüğü kadardır".
Gerçekten İnsan inanırsa, inandırılırsa gözü bir şey görmüyor. Sanırım önemli olan insanın neye inandığı, ya da neye inandırıldığıdır. Yorumu size bırakıyorum.

19 Ocak 2007

2007 yılının yenileri ve BOAT SHOW

Dallas
Hafta sonunda 2007 yılının ilk Boat Show Fuarı Fort Worth’de gerçekleşti...Katılımcı firmalar sadece göl ve nehir için değil, zaman zaman da açık deniz araç ve gereçlerini
de sergiliyorlar..Ama her zaman ağırlık göl ve nehirlere veriliyor..
Fuar da Amerikalılar için çok doğal olan görüntüler farklı gelebiliyor.Girer girmez kocaman havuzlarda balık avlayan çocuklar ve onlara oltalarını nasıl kullanacaklarını anlatan aileler benim için dikkat çekici oldu..

Bir başka yerde hemen her şeyi kendi ülkenizle ve kendi alışkanlığınızla kontrol ediyorsunuz..Hafızam beni babamla balığa çıktığımız günlere taşıdı...

........................

Buradaki farklı alışkanlık hemen her şeyin kontrol altında olması..Avlanacağınız göller belli...Balık tutabilmenizi sağlayacak belgelere çok ucuza sahip olabiliyorsunuz..Bunlar haftalık aylık veya yıllık oluyor. Zannederim yıllık belge 20 dolar...Ehliyetinizi gösterip hemen alıyorsunuz..Tuttuğunuz balığı almak isterseniz ufak bir ek ücret daha ödüyorsunuz.-çok kere balıkçılar tuttukları balıkları geri bırakıyorlar...Onlara balık tutma keyfi yetiyor..Ayrıca balık yeme ihtiyacı hissetmeyebiliyorlar-Bu nedenle balık avı malzemeleri de Fuar da geniş bir alan kaplıyordu.Göllerde kullanılan sal tipi tekneler de hemen her türlü konfor düşünülmüş...Buz dolabından koltuklara kadar..Bazılarında kullanışlı ocaklar yemek pişirilecek bölümler var....Nehirler için tekneler daha hafif ama mutlaka çok güçlü motorlara sahipler

...............

Bu doğa ve spor merakına yer görme, farklı yerlerde bulunma merakı da eklenmiş..Ve Karavanlar gelişmiş....6 metrelik karavanlarda garaj dahil her konfor var...Bir ara “İstanbul’da manzaralı bir tepeye, Beykoz tepelerinden birine bunlardan birini çektin mi milyarlık villara rakip olabilirsin, ayrıca yıkılma korkusu da yaşamazsın” dedim kendi kendime....
Türkiye’de de görebileceğiniz boyuttakiler 16 bin dolar civarında..Diğerleri Villa gibi.100 bin dolara kadar çıkıyor fiyatlar. Çok kere onları evsizler alıp kullanıyorlar. Bir yere sabitliyorlar...Çok rüzgar alan yerlerde üstlerine ayrıca bir de çatı yapıyorlar...Bir önemli fark daha...Bunları evsizler alabiliyor! Ekonominin gücü satın alma imkanı böylesine farklı...

Işığa kavuşmadan önceki karanlık mı?

Kelaynak

AKP nin seçim havasına girdiği şu dönemde önümüzdeki resimi bütünü ile görebilmeliyiz….İlk hamlede Cumhurbaşkanlığı var…Önce orası ele geçirilmeli…
Zira bu makam YÖK’ten RTÜK’e, SPK’dan Merkez Bankası’na genel müdürden müsteşara, tüm üst düzey bürokrasi atamasına onay veriyor..AKP iktidarında bürokrasi dünden bugüne gelen uygulama dışına çıkılarak ve kademe atlamaları da yapılarak liyakat yerine bu bizdendir ayrımı ile dolduruldu…Cumhurbaşkanı Sezer'e bugüne kadar en üst makam bürokrasiye yapılan çok önemli 20 atamayı geri çevirdi…
Bunun 17 tanesi AKP döneminde…Yani % 85'i….Ama iktidar dediğim dedik planını yapmak istediği atamalar veto edilince üçlü kararname ve Bakanlar Kurulu kararı ile, "vekil bürokrat" yaratarak uyguladı….DYP 2002 ile 2006 tarihleri arasında "kamuda toplam 671 vekaleten atama yapıldı" diyor…Erdoğan ın Çankaya’ya çıkar çıkmaz yapacağı ilk iş ne olacak dersiniz?Liyakat öldü, yaşasın bizimkiler!
……………..
Başbakan “Kürt sorunu” vardır dedikten sonra epeyce yol aldı…Meseleyi dile getirişi akıl karıştırmağa başladı!.Bu kargaşadan akılda kalanları şöyle hatırlatmak mümkün….

Norveç: 2005-Kürt de benim Türkiye Cumhuriyetimin vatandaşıdır..Türkiye’de ’Kürt azınlığı’ diye bir kavram yoktur.
Diyarbakır:2005- İlla ’ad koyalım’ diyorsanız, Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur. Geçmişte hatalar yapıldı, bunlarla yüzleşmeye hazırız.
İstanbul: 2005 - Kürt vatandaşı benim vatandaşımdır. Bunlar birer alt kimliktir. Ülkemizde sadece Kürt yok. 30’a yakın etnik kimlik var. Bununla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını birbirine karıştırmayalım.
3 Ocak 2007 Lübnan dönüşü- Kürt sorunu değil, bir terör sorunu var. Kürt sorunu ifadesini kullandığım zaman elimizde bölgedeki sosyo-ekonomik yapıyı gösteren bir çalışma vardı. Bu çalışmadan hareketle bölgeye yatırımları hızlandırdık. Altyapı, üst yapı yatırımları olarak sadece o dönemde attığımız adımların ekonomik karşılığı 4.5 katrilyon. Bunlar devam ediyor. Bu ne anlama geliyor? Oradaki Kürt veya farklı etnik gruptaki vatandaşlarımızın sorunları azalmaya başladı.
………………..
Başbakan'ın kafa karışıklığı veya karışık ifadeler yüzünden karışan kafalar olduğu açık değil mi? Kendi kendilerine aydın sıfatı verip konuyu iyice karartanları da işaret etmemiz gerek…Ankara da bir konferans…Türkiye Barışını Arıyor…Ve tartışılan bir Sonuç Bildirgesi..Neresinden tutacaksın ki? Ayrımcılıkla başlamış..İstedikleri hemen herşey Kürtler için..Ötekiler Kürt olmayanlar mı?…Çok acı ..Çok vahim..Nasıl bir zihin bu?
Onlarında mı zihinleri karıştı acaba? İşte temel yanlışlardan bir kaçı…
"Silahlı çatışmalar karşılıklı olarak acilen durdurulmalı, sivil çözümler üretilmelidir" diyorlar. Bu nasıl bir cümle?
"Türkiye devleti" ile ona silahla karşı koymağa çalışanları nasıl eşitlersin? Devletin meşru gücüne, "Yasaları çiğneyen, eline silahı alıp dağa çıkan güvenlik kuvvetlerine pusu kuran, yollara mayın döşeyen,çoluk çocuk demeden katleden masum insanların araçlarına bomba koyanlara, bak biz barışı arıyoruz gel sen de ses çıkarma uslu uslu dur mu denecektir? Böyle bir mantık Ankara'da mı aklınıza geliyor?"Kürtlerin siyasal alanının önündeki engeller kaldırılmalı" deniliyor.
Siyasi hayatımızdaki engeller sadece onlar için mi var?
Terörist Abdullah Öcalan, terör örgütü PKK'nın ilan ettiği ateşkese yanıt verilmesi amacıyla 160 dan fazla milletvekillerine bir mektup gönderebiliyor! Umarım haber yalandır!.
Öcalan, "Kürt sorunu şiddetle değil, barışla çözülür. Ateşkesi, kalıcı barışa dönüştürelim. Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu kuralım" diyor…. Yoksa karışmam haaa diyebiliyor…Bakın hele…Eniştem beni neden öpüyor ki….Hemen herkesin ağzında bir barış lafı var!……………
Ve bu arada ölen benim askerim oluyor..Bu çarpık zihniyetin altında bir başka tuzak yok mu? Kim istemez kardeşliği..Barışı…Ama bunun ayrımcılığı yapılmamalı!
İki de bir ortaya aydın diye atılıp yüreğimizi karartanlardan Sözde Barış isteyenlerden isteyebileceğimiz ne kaldı dersiniz?
Yeter...Gölge etmeyin artık bugün yüreğimizi karartıyorsunuz..Ama aldanmayacağız. Kapılmayacağız bu KÜRT ayrımcılığınıza..Acı da umut ta hepimizin…Unutmayacağız bir olduğumuzu….Siz sözde aydınlar;
Yarınımızı karartamayacaksınız!
..........................................................................................
*** KAMA

Uyku mahmuru….!

Çevresini Irak Kürdistan Demokratik Partisi (IKDP) lideri Mesut Barzani'ye bağlı peşmergelerin kontrol ettiği ve yaklaşık 10 bin kişinin kaldığı Mahmur Kampı nihayet arandı.! Ve ne herhangi bir suç unsuru ne de terör örgütüne ait bir iz ortaya çıktı…
Ortaya çıkan tek şey hala uyku mahmuru olduğumuz oldu !

.........................................................................................

18 Ocak 2007

60 yıl sonra ortaya çıkan güzeller

Anılarımız daha doğrusu hatırladığımız anılarımız yavaş yavaş tükenmek üzere. Geçen gün eski defterleri bir karıştırayım dedim. Öyle ya. Açtık bir sayfa yazı istiyor bu sayfalar. Önce fotoğrafları döktüm ortalığa. bir şeyler çıkarabilir miyim diye. Sonra sağ olsun eşim benden daha çok eski belgeleri saklamak konusunda titizdir. Onun küçük bir kızken sakladığı, benim ilk kez gördüğüm kartpostallarla tanıştım.



Eski İstanbul fotoğrafları- sizlerle onları da paylaşacağım- ve genç bayan fotoğrafları. Artist olup olmadıklarını bilmiyorum ama tipleri, kıyafetleri dikkatimi çekti. Kartpostal olarak insanlar bunları birbirlerine göndermişler. Taradım ve bilgisayar ortamına aktardım. Bu fotoğraflar hakkında ne yılı, ne kim oldukları konusunda hiçbir bilgi yok. Bildiğim tek şey bu hanımların 50-60 yıl sonra sanal alemde tekrar boy göstermeleri.
..........................................................................................

Bunları biliyor musunuz?

Medya iç savaşlardan sonra doğdu
Medya Amerika, Fransa gibi ülkelerde meydana gelen iç savaşlar, isyanlar sonrası doğmuş. Bu gelişmeler sonucu ortaya çıkan parlamenter rejimin getirdiği “demokrasi”, “insan hakları” ve “hukuk devleti” kavramlarıyla birlikte, topluluklar kendilerini yönetenlerle karşılıklı etkileşime girme şansını bulmuşlar. Böylece basın yönetilenlerle yönetenler arasında iletişim işlevini üstlenmiş.

16 Ocak 2007

Gazete kavgaları ve 4 sayfalık ilave!

Bugünlerde iki büyük gazete Hürriyet ve Sabah, yazarları kanalıyla yeni bir kavganın içine girdiler. Kavganın nedeni çok önemli değil. Bu kavgalar okuyucular için hiç te yabancı değil. Hepimiz yıllardır bu çekişmeleri çok gördük. Kavga henüz sayfalarda değil, yazarlar arasında. Yakında sayfalara da taşınır. Zaten iki gazete de birbirleriyle ilgili soruşturmaları hemen sayfalarına taşıyorlar ama iç sayfalarda henüz. Yakında manşetleri de süsler kavga haberleri. Benim derdim bu kavgalar değil. Patronlarının ticari işleri ile soruşturmaları savunan yazarlar hiç değil.
Kavgalarla ilgili bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum: Milliyet ile Sabah gazetesinin manşetlerden kavga ettiği günlerde Milliyet yazı işlerinde çalışıyordum. Yine kavga sayfalarının yapılacağı bir günün sabahında yazı işleri toplantısındayız. Bize göre bizim patronumuz yüzde yüz haklı. Sabah’ın patronu yüzde yüz haksız. Tabii Sabah çalışanlarına göre de tersi. Neyse.

Ben bir ara genel yayın müdürünü kenara çekip, karadenizliyim ya fıkra gibi bir fikir attım ortaya. “Müdürüm “dedim ( Kimseye böyle hitap etmedim hayatımda. İsmini veremediğim için böyle yazdım). “Tamam patronu savunuyoruz ama biz bir ürün çıkarıyoruz. Belirli sayfası olan bir ürün. Bu sayfaların içinde haberler olacak, bilgiler olacak. Yani bu üründe para veren ve satın alan kişinin istediği şeyler olmalı. Bana göre bu gazete parayı verenin gazetesi. Biz bu gazeteye patronumuzun kavgalarını koyarsak okuyucumuza haksızlık etmiş olmaz mıyız?” Beni hayretler içinde dinledi.
Ben devam ettim: “Şöyle bir önerim var. 4 sayfalık bir ilave yapalım normal gazetenin dışında. Bu 4 sayfaya kavga haberlerini koyalım. Gazete ile birlikte bedava verelim. Okuyucu normal gazetesini alsın. İstiyorsa, merak ediyorsa kavga ilavesini de okusun. İlgilenmiyorsa atıversin kenara”. Genel Yayın müdürü yüzüme baktı, baktı: “Üşüttün mü sen”dedi.
Gerçekten üşütmüşüm ki onlar hala patronlarını savunuyorlar okuyucuya ait sütunlardan. Biz de emekli olmuş anılarımızı yazıyoruz buralardan.

İstanbul'da plaka kısıtlaması ve bir yorum

Başbakanımız İstanbul’daki trafik çilesine çareyi buldu. Plaka kısıtlaması. Bu konuda tartışmalar sürüyor. İşte size Sabah’ta yazan sevgili kardeşim Yılmaz Özdil’in yazısı. yorumsuz sunuyorum;

Vize...

Sevgili babacığım... Duydum ki, İzmir'deki İstanbul Büyükelçiliği'nden vize alamamışsın... Gelemiyorsun.Dert etme. Demokrasilerde çare tükenmez. Senden ricam... Buca Konsolosluğu'na git. Orası, iktidarın belediyesi. İktidar belediyeleri arasında Schengen benzeri bir anlaşma var... O belediye konsolosluğundan vize alırsan, memleketteki bütün iktidar belediyelerine gidebiliyorsun.Dene lütfen.
Oğlun Yılmaz

Değerli babacığım... Anlaşılıyor ki, Gebze'deki pasaport kontrolünde yakayı ele vermişsin.Benim hatam. Sana söylemeyi unuttum... İktidar konsolosluğundan aldığı vizeyle, benim oturduğum Kadıköy'e, ya da benim çalıştığım Beşiktaş'a gelemezsin. Malum, buralar muhalefetin... Schengen'e dahil değil.Senden ricam, Buca konsolosluğundan tekrar vize al, Ümraniye'ye gel.Ben seni oradan alırım.
Oğlun Yılmaz

Canım babacığım...
Ümraniye'den sınırdışı edildiğini öğrendim, kahroldum...Ama inan, bu sefer benim hatam değil. Gelmeye çalıştım... Trafik ekiplerine yakalandım. Biliyorsun, ben İstanbul'da oturmama rağmen, İzmir plakalı otomobille geziyordum hâlâ... Ne bileyim böyle olacağını... 34 plakalı otomobil satışı durduruldu. Ben 35 plakada kaldım... E 34'lü plakasını satan da yok. Mecburen 35'li korsan plakayla geziyordum...Ümraniye'ye girerken, enselendim. Otomobile el koydular. Nezaretteyim. Daha fazla yazmama izin vermiyorlar, kusura bakma, anneme söyle, dua etsin.
Oğlun Yılmaz

Babacığım...
Başka çare kalmadı. Çeşme'ye git, Kör Ahmet'i bul. Tekin adam değildir, tehlikelidir. Ama işinin ehlidir. Bin dolar vereceksin ona. Seni, cumartesi gecesi saat 24.00'te Urla İskele'den alacak. "İmbat" isimli balıkçı motoruyla, Gökçeada'ya getirecek. Pazarı orada geçireceksin. Hava karardıktan sonra, "hamsi" isimli takaya bindirip, seni Silivri sahillerinde karaya çıkaracaklar. Korkma. Seni orada Topal İsmet diye bir arkadaş karşılayacak. Bizim gazetenin şoförü... Seni Sabah'ın dağıtım kamyonuna bindirip, iade gazetelerin arasına saklayacak. Ve Samandıra'ya matbaaya getirecek. İşletme Müdürü bizden, İzmirli... Battaniye falan ayarlayacak. 34 gün onun odasında saklanacaksın. Bir aksilik olmazsa, ben Cuma günü bisikletle geleceğim. Allah yardımcın olsun.
Oğlun Yılmaz

Eh be baba...
Sana Topal İsmet'in kamyonuna bin dedik, sen devriye gezen zabıtayı görünce, gidip Hürriyet'in dağıtım kamyonuna binmişsin...Nasıl getireceğiz şimdi seni Elazığ'dan? Neyse... İyi dinle bak... Ben Mehmet Ağar'dan rica ettim, DYP Konsolosluğu'na gidiyorsun...

Tehlikeli güzellik!

Bazen ne kadar ileri bir tekniğiniz olursa olsun tabiat olaylarına yenik düştüğünüz oluyor....
Buz yağmuru Amerika’nın belli bölgelerini esir alacak güçte....Yetkililer eldeki malzemelerle kum tuz ve kamyonların yakıtı bitene kadar mücadele edileceğini söylüyorlar...


Manzaraya bakmak bazen güzel kareleri görmeyi sağlıyor ama yollara bakmak istemiyor insan..Büyüğünden küçüğüne polis otosundan TIR’larına kadar çarpışmayan yok gibi...Bizde olsa diye düşünüyorum.. Onlarca kişi hayatını kaybedebilir! Burada daha çok hasar var...İkazları ciddiye alıyorlar ve çok yavaş gidiyorlar.. Kazalarda çok az can kaybı, çokça hasar oluyor.!


Kelaynak-Dallas

15 Ocak 2007

Dallas'ta eski evler -2

Yazarken dikkat etmeğe çalıştığım şey anlamak oluyor.... Ve insanları, Devlet, din, ırk, siyaset kalıplarından çıkararak, sadece insan olarak görmeğe çalışıyorum... Bu gözle bakılabilirse eski evlerden yeni şeyler çıkarmak daha kolay olacak....
..........
Amerikan filmlerinde sık sık işlenen konulardan biri de Kızılderili mücadelesidir... Pek çoğu anlatıla anlatıla değişmiş farklı hikayeler haline gelmiştir. Beyaz kadınların Kızılderililer tararafından kaçırılmasına dair en az 8 hikaye anlatılır... Bunların farklı yanları birleştirilmiş ve benzer filmler de çekilmiştir. Kimi beyaz kadınların köle gibi yaşadığını yazmış, kimi isteği ile kızılderili hayatı seçtiğini.. Parker evi ve hikayesi en gerçeğe yakın olanıdır. Cynthia Ann de kaçırılan kadınlardan biridir. Ve Kızılderili hayatını seçmiştir. Oğlu Quanah Parker da son Komançi şefidir. Yıllar sonra torunları Fort Worth’e gelip atalarının yaşadığı evi ziyaret etmişler...

Bugüne ulaşabilen evlerin pek çoğu ya daha zengin ailelerin evleri veya özellikli evler.... 1860’lı yılların izleri öne çıkıyor..... Çürüyen ağaçlar onarılmış.... Evdeki eşyalar sadece tek aileye ait değil. O dönemi anlatanlar toplanıp biraraya getirilmiş... Ama orijinalliği korunmuş...

Cynthia Ann kucağında oğlu Quanah Parker ile... Zor bir
hayatı seçen Cynthia Ann’in hikayesi değişik şekillerde de
anlatılıyor... Oğlu Quanah Parker ise son Komançi reisi
olarak biliniyor...
Eski Amerikan evinin içinden bir kesit... Ailenin çocukları için genelde çatı arası yatacakları yer olarak ayrılmış. Ve ortalama her aile en az 6 çocuklu! Yatağın ortasına konulmuş uzunca demir ise o dönemde konfor işareti de sayılabilir. Yatak ısıtıcı... Isınan demir yatmadan önce yorganla yatak arasına bırakılıyor...

Çamaşır Makinelerinin atası da denebilir... Hanımların pek çoğu
böyle bir kolaylığa hasret... Önce zengin evlerinde var olmuş..
Sonra hem gelişmiş hem de yaygınlaşmış.. Portatif oluşu daha
kullanılır kılmış onu... Temiz bir dere kenarına götür
çamaşırlarını sürerek temizle.... Kayalardan taşlardan kurtul!

Fort Worth-Kelaynak

Dallas'ta buz yağmuru ile tanışma

Haftalar sonra buz yağmuru ile tanıştık..Size aktarmak istediğim tek resim var..İyi bakınca ne demek istediğimi tam olarak anlamanız mümkün olmayacak..Bir iki satırla da anlatmam gerek...Hava Durumu Fort Worth’ de de diğer kentlerdeki gibi yakından izlendi ve saat başı değil hemen her dakika havayı takip edebileceğiniz yayınlar sürdü..
Öyle ki yer adres verilerek..Mesafeler bir kilometre ile sınırlı belirlemeler yapılarak... Son buz yağmuru cuma gecesi için tahmin edildi ve gerçekleşti....İkazlar şöyleydi..Programınızı gece 12 ye kadar değiştirmenize gerek yok..
Hava gece yarısından sonra buz yağmuru yapacak...Yollarda panik de olmadı...Ama hemen hemen herkes gece yarısından önce evine dönmeyi tercih etti.Sabah neymiş bu buz yağmuru derken ağaçları fark ettim...
Böyle durumda havada yağmur nerede ise sulu kar kıvamına geliyordu..Bu arada soğuma çok hızlı olduğu için de yere veya dala düşer deşmez de anında donup kalıyor..Kar yok...Kar yağışı da yok...Soğuk ve bir anda gerçekleşen buz var..
Dallas-Kelaynak
........................................................................................

Bunları biliyor musunuz?

Baskı tekniği 1800’lerden sonra gelişti

Yazının kullanımı ve baskı teknikleri konularında yapılan araştırmalar 1450 yılında matbaanın keşfinden sonra kitlelere yönelik bir iletişimin temelleri atılabilmiş. Matbaa makinesi bulunduktan uzun bir süre kilisenin ve hükümetlerin belgelerinin çoğaltılmasından başka amaçla kullanılmamış. Rönesans dönemi ile birlikte okuma gereksinimi de ortaya çıkınca araştırmacılar yeni arayışlara yönelmişler. 1800’lerin başlarında ise makinelere rotatifin atası sayılan kağıt bobinlerinin bağlanması sonucu baskı tekniği gelişme aşamasına girmiş.
..........................................................................................

13 Ocak 2007

Eski evler....Yeni düşünceler! (1)

Çok uzunca yazmaktan kaçıyorum.....Bazı önemsiz gibi gelen küçük farklılıklar cümle aralarında kayboluyor...Veya ben öyle hissediyorum.. Parça parça yazıp sırayla anlatabilirsem benim baktığım açıdan sizler de farklı şeyleri görebilirsiniz...
Ve ESKİ EVLER SİZLERDE DE YENİ DÜŞÜNCELER DOĞURABİLİR!
....................
İstanbul un hangi eski evini koruyabildik: Türk evi denince sizin gözünüzde hangi ev canlanabiliyor? Veya Gökdelenlere gelen yolda başlangıç noktamız neresi? Cevaplarını düşünün lütfen.. Ve Texas eski evlerini benimle gezmeğe hazırlanın..Burada biraraya getirilen evler tüm ABD’nin eski evlerini ve yaşamını yansıtıyor. Farklı yerlerden aynen orijinal ağacı tahtası ile toparlanıp Dallas’ta bir araya getirilmiş...Tarihleri sahipleri araştırılmış ve bir eski yaşam bugüne yansımış...

Genelde bu eski evleri okullar, aileler mutlaka gençlerin görmesini bilgi almasını sağlıyorlar. Çok kere girişte hatıra malzeme satan bölüm o döneme ait kullanılan eşyaları da aynen yeniden üretip satıyor..Fotoğtaki genç kızlar 1870’li yılların modasına uygun giyinmiş..Başlarında ve önlerinde o yıllarda Amerikan kadınlarının kullandığı giysiler var...

Sergilenen evlerden en büyüğü Okul Binası...Kullanım yılı 1860’lardan sonraya ait...Kapının hemen yanındaki zil dikkat çekiyor..Marine School levhası diğerlerinden ayırıyor..Merdivenleri çıkar çıkmaz sola doğru binanın hemen yarısına kadar uzanan ve arka çıkışa varan trabzanlı alçak balkon çıkış yolunu işaret ediyor..Ön kapıdan giriliyor arka kapıdan çıkılıyor..

Dikkatli bakınca da benzer bir sınıf ve benzer bir kara tahta diyebilirsiniz...Hatta soba bile size tanık gelebilir...Oysa okulun tümü için kullanılan malzeme tahta..Ağaç..Ve kara tahta aslında sınıfın devam eden duvarı...Duvarda ayrı bir tahta yok..Duvarın üzeri boyanarak karatahta olmuş...Okul öğrencilerinin temizliği de önemli..Girişlerde ve okul bitimlerinde yıkananlar için kullanılan gereçler var...

KUŞ EVLERİ VE TABİAT SEVGİSİ : Daha önce de kuş evlerinden ve kuşlara sürekli yem verenlerden bahsetmiştim...Benim gözümde canlanan tablo kuşun gelmesini bekleyen ve elindeki lastik sabanla nişan alan bir sürü çocuk oldu! Bizde olsaydı dediğim an tabii.1860’lı yıllarda da buralarda kuşlar için yerler yapılıyor, mısırlar koçanları ile asılıyordu...Bununla da yetinilmemiş..Bir de hoşgeldin cümlesi eklenmiş..Sadece kuşlar diye bakmayın..İşte size eskiye ait bir de kedi evi....
DEVAMI İKİNCİ YAZIDA....Dua edin TV modasına uyup az sonra demedim.
Dallas-Kelaynak

...........................................................................................
***KAMA

Haber şöleni!

Hemen her kanalda TV spikerlerinin hataları sık sık dile gelir....Ama M.Ali Birant’ın kiler hariç...O üstaddır!
İngiliz Futbolcu Beckham’ın ABD ye trasferi haberini verirken şölen oldu! Önce futbolcu ile yaptığı röportaj görüntülendi. Ardından tek konuşmaya sığdırdığı abuk cümleleri ile bir başka şaşkınlık yaşattı..."Ağzım" diye başladı ağzına gelen ilgisiz her kelimeyi sıraladı! Haber "ağzım havaya kalktı" diye bitti..Ne mi oldu? Türkçe yeni bir deyim kazandı. Birant bitirirken de "sizleri yeni bir haber şöleninde bekliyorum" demeyi de ihmal etmedi...Gerçekten Şölen’di..Haber değil ama yanlışlar şöleni!
..........................................................................