21 Kasım 2007

Ege’de bir köy düğününe misafir oluyoruz!...

Üç dört yıldır dikkatimi çeken bir gelişme var. Düğünler.
Bizim dönemlerde nikahı yaptın mı tamam derdik. Düğüne ayrılacak para ile de balayına çıkardık. Olur biterdi. Şimdilerde düğünler kentlerde de vazgeçilmez oldu. Sanayileşti adeta.
Bir yerlerde okumuştum, Çin’deki düğün adetlerini.
Damadın ailesi, önce astroloji uzmanına başvurarak evlenmeyi düşünen çift hakkında yorum istiyor. Eğer astroloji uzmanının hazırladığı horoskopu damadın ailesi uygun bulursa, çocuklarının doğum saatini ve tarihini kızın ailesine göndererek, aynı işlemi onların da yapmasını istiyor.
İlginç değil mi?Bitmedi daha.
Yine Çin’de düğünden önce damat evlilik yatağını hazırlıyor ve üzerine portakal, fıstık ve çeşitli meyveler koyuyor. Ailenin küçük çocukları yatağın üzerine oturtuluyor ve meyvelerle oynamalarına izin veriliyor(Bizim torun duymasın).
Yatağın üzerinde ne kadar çok çocuk olursa o kadar çok doğurganlığı sembolize ettiğine inanıyorlar. Gelin düğünde kırmızı ayakkabı giyiyor ve kırmızı duvak örtüyor.
Ayrıca Ay takviminin 7. ayının son 15 gününde evlenmenin uğursuz olduğuna inanılıyor; zira o dönemde cehennemin kapısının açılıp kayıp ruhların serbest kaldığına inanıyorlar…
Çin’den ülkemize gelirsek Anadolu’da çok farklı düğün adetleri olduğunu biliyoruz. Hatta birbirine yakın köylerde bile farklı adetler var.Bu da ülkemizin gerçekten kültürlerin bir mozaiği olduğunu gösteriyor.
Tüm bunları neden mi yazdım?. Şundan;
Şimdi Sevgili Suzan Abla sizi Bir Ege düğününe misafir edecek. İşte Suzan Abla’nın kaleminden bir Ege düğünü:

Nasıl evlendiniz, köy düğünüyle mi? Ben nikahtan gittim..Yani öyle analarımızın dediği gibi, davullu zurnalı düğünle değil. Belki içinde uktedir, annemin..Ama bize hiç çaktırmadı. Bize kalsa kotla evleneceğiz. Bizim dönemlerimiz öyleydi ya. Ama ben çevreme çok önem veririm. O yüzden çok uç olamadık. Sade bir nikah töreni...Ve o gündür bugündür evliyiz ve mutluyuz çok şükür...
Neyse konumuz bu değil..Konumuz bir köy düğünü...Bugün köy düğünü kaldı mı diyeceksiniz. Kalmış, hem de ne kalmış. Edremit’in Narlı köyünden olan kuzenimle, yine Edremit’in eski adıyla Şekveren, yeni adıyla Çamdibi köyünden damadımız, geçtiğimiz ay, 3 gün 3 gecede evlenebildiler. Bundan bize ne diyeceksiniz..Ama bana ilginç geldi gelenekler..Şimdi bir bir anlatayım;Gelin adayıyla damat, yaklaşık 1 yıldır nişanlıydılar. Bu arada iki bayram, anneler günü, babalar günü, sevgililer günü ve aklımıza gelecek her türlü günü atlattılar. Ama her günde ayrı hediyelerle..
Gelinle damadın yalnız buluşması ayıp olduğu için, hep anne babayla gidildi dünürlere. Kurban bayramında, süslü bir koç getirildi geline, dört ayağına da altın bağlanmış. Koçun boynuzları arasına altın set takılmış. Koç süslü mü süslü..
Kurbanlık ama İstanbul’da günlerce beni kim alacak diye, çadırlarda bekleyenlerden değil, şanslılardan...
Annem her gün neler olduğunu anlattı ama ben böyle şeyleri çok çabuk unuturum. Diğer günlerin de faturası kabarık..
Neyse dünürler her gelişlerinde böyle bin bir masraf edip gelmişler. Gelelim baştan sona elimde fotoğraf makinemle belgelediğim düğüne...
İstanbul’dan iki günlüğüne Altınoluk’a gittik. Gittiğimizde saat gündüz 14.00 dolaylarıydı. Köy halkına kız evinin karşısındaki restoranın bahçesinde sokakta yemek veriliyordu. Kazanlarla yemek pişirilmişti. Ege’nin adeti düğün yemeğinin menüsü burada da vardı: Keşkek, pilav, taskekabı, helva..
Gelinin babası ve ağabeyi, her türlü hizmet için koşturuyordu...Biz yemeğin sonuna yetişebildik, kalabalık dağılmıştı. Aşçıyla konuştum, fotoğraflarını çektim. Aşçımız Rengin öyle bildiğimiz köy aşçılarından değilmiş. Şimdi adını hatırlayamadım bir kanalın yemek yarışmasında birinciliği varmış. Yemekler gerçekten lezizdi. Ben keşkek sevmem ama harikaydı.
İrmik helvasının da bu kadar güzelini yememiştim..Gelini görmek istedik, ama yoktu, kına gecesine hazırlık için kuaföre gitmişti.
Damat gelmiş, gelini almış, 35 km uzaktaki Edremit’e götürmüştü. Biz evimize gidip yerleştik. Akşamüzeri düğün evine gittik. Ev, 15 dönüm içinde. Bahçesi portakal, mandalina, şeftali ağaçlarıyla kaplı. Bahçedeki asırlık çınar ağacını da içine alan sofasında oturmaya bütün yaz doyamayız.. Gelini, tarihi bindallı elbiselerinin içinde gördük.

KALKIP OYNAMANIN ZORLUĞU
Suzan Abla, güzel olmadım, çekme" dedi, objektifi doğrultunca. Bence çok güzeldi...Damat da “hoşgeldiniz” dedi..O da şıktı. Giysilerini kız evi almıştı. Adet böyleymiş...
Akşam Küçükkuyu Belediye Gazinosu’ndaki kına gecesine gidildi. Gelinle damat küçük bir odada “kız ve oğlan evinin” toplanmasını bekledi. Bu arada İzmir’den geldiğini ve herkes oynamazsa gideceğini iddia eden bir solist, korkulu rüya gibi herkesi oynatmaya çalışıyordu.
Tabii, benim korkulu rüyamdı.
Oynamaya can atan onlarca insan vardı..Ama kolundan tutup kaldırılmayı bekliyordu. Kına geceleri ve düğünlerde bu işi yapan kız ve oğlan evi yakınları hep vardır. İnsanlar kendiliğinden kalkıp oynamaya utanır sanki. Ben elimde fotoğraf makinesi, çat orada çat burada, çat kapı arkasındaki süpürge gibiydim. Nihayet oğlan evi geldi. Dünürler birbirlerine sarıldılar. Kına süslü bir tepsideydi. Kınayı yaşlı bir teyze tutuyordu. İki görümce, gelinin iki yanında ortaya çıktılar. Ellerde mumlar kına dönüldü. Sonra gelinin eline kına yakıldı. Bu arada bir de bilezik kazanmış yine gelin...Kazanmış diyorum çünkü ben sonradan öğrendim. “Geline ne taktı, kayınvalide” diye soran meraklılara, “Ne bileyim” dedim. Her yerde hazır ve nazır kameraman Cevat Kelle gibi olduğum için herkes benden bilgi edinmek istedi ama ben de ne gezer. Neyse Cevat Kelle olmanın mükafatını aldım. Kayınvalide “Biz de kına yakana verilir ama senin de emeğin büyük” diyerek bana çok güzel bir şal hediye etti. Elbiseme de çok uydu laf aramızda. Eskiden kınalarda erkek olmazdı” dedi annem, şimdi her şey asri”...Kınada erkek de vardı artık, zamane kına gecesi...Saat onbiri geçerken bitti kına. Ama eve gitmek yok. Oğlan evine çerez almaya gidilecek. Bir gece önce oğlan evi, kız evine çerez almaya gelmiş. Biz ona yetişemedik. Ama bunu kaçırmak olmaz. Haydi atlayın arabalara, kim kimin arabasına binecek. Narlı Belediyesi’nden tutulan otobüsler geldi mi? Kargaşası arasında biz kendimizi 6 kişi eşimin arabasına atmayı başardık. Uzaktan akrabalarla hiç olmadığımız kadar samimi bir şekilde kucak kucağa kız evine gittik önceden.
Allahtan 3-4 km’lik yoldu. Sonra gecenin on ikisinde konvoyla Şekveren köyüne. Şekveren Edremit’ten sonra Havran’a giderken.. En az kırk kilometre.. Damat, “Ben gidiyorum, siz de çabuk gelin. Havai fişek için bire kadar izin aldık” dedi. Allah’tan yetiştik. Köye girişte, tüm arabaları, otobüsleri bekledik. Gövde gösterisiyle girdik damadın köyüne. Damadın evi, köy meydanında. Meğer orada düğün dernek 3 gündür sürüyormuş. Meydanda masalar kurulmuş, erkekler durmadan yiyor, bir yandan da çay bardaklarıyla “demleniyor.” Davul, zurna ve kemancı başrolde.
Evin geniş bir avlusu var. Avlu da “aile yemek yeri”. Burada da keşkek, taskebabı menüsü var. Kadın aşçılar gecenin bir yarısı kazanlara domates doğruyor, yarınki yemeğe hazırlık...Bu arada gelini iki yanından tutan arkadaşları ellerini bağlamış, damadın gelinin ellerini açması için çağırıyor. Damat tez bir hareketle gelinin ellerini açıyor ve alkış. Sonra meydanda davullu zurnalı eğlence..
Bir gece önceki çerez alma töreninde soğuktan telef olanlar, bu sefer gelememişler, gelenler de hazırlıklı, kalın paltoları var. Köyün iklimi karasal. Biz, “zemheri zürafası” olduğumuz için donuyoruz..”Yarına hastalanmasak bari”.

KÖYDE HAVAİ FİŞEKLER
Gelinle, damat geleceklerine doğru mutlu mutlu bakarken, köyün tek katlı bir evinin üzerinden de havai fişekler fırlatılıyor. “Kuyruklu yıldız altında bir izdivacı” hatırlıyorum.
Gelinin ağabeyi, “Yeter Suzan Abla, fotoğraf çektiğin, gel şimdi oynama zamanı” diyerek beni halayın içine çekiyor.
Damın dibine sıralanmış sandalyelerde köylüler bizi seyrediyor. Köyün erkekleri oyuna devam ederken, biz kına yakmak için damat evine giriyoruz. Evin içi tıklım tıkış. Bir odada yaşlı kadınlar harmandalı oynuyor. Yere çöküyor ama bacakları yaşlılıktan kıvrılmadığı için doğrulamıyor. Bu hallerine gülmekten kırılıyorlar.
Diğer odada soba yanıyor, sıcacık. Ben kendime bu odayı seçiyorum. Derken kına yakma faslı başlıyor. Aslında kına, kız evinde yakılırmış. Ama Allah’tan bizim kuzen yani gelin, oğlan evine ve de bize acıyor da, çerez alındıktan sonra yeniden 40 km uzaktaki kız evine kına yakmaya dönmüyoruz. Gelmişken kınamızı da yakıyoruz.
Kendime her yeri görecek bir köşe ediniyorum, elimde fotoğraf makinem...Gelin başında kırmızı tül örtüsüyle yere oturtuluyor, önce ellerine sonra ayaklarına kına yakılıyor. Kına yakıcıların biri kız, diğeri oğlan evinden.
Kınanın ortasına bir altın konuyor. Gelin ağlasın diye türküler söyleniyor ama bizimkinin gözünde tek yaş yok...
Eee ayakları kınalı gelin nasıl yürür? Hoop, damadın kucağına...
Damat kucağında gelini arabaya bindiriyor. Biz de arabanın kaloriferini sonuna kadar açıp buzlarımızı çözerken, eğlenceli köy meydanını geride bırakıyoruz.. Ertesi sabah bizi, gelinin annesi olan teyzem uyandırıyor.
“Hadi, kahvaltıya gelin. Saçlarınızı yaptırmayacak mısınız? Saat üç gibi gelin almaya gelecekler. Çabuk olun.” Apar topar yine gelin evindeyiz. Sadece biz değil, yaklaşık 30-40 kişilik dost topluluğu. Haydi bir araya gelmişken bu anı ölümsüzleştirelim diyoruz. Basıyoruz yine deklanşöre.
Asırlık çınar ağacının altında asırlardır süren akrabalık bağlarının son düğümlerini fotoğraflıyoruz. Sonra da soruyoruz. Daha bu resimde kimler yok ki..."Bir araya gelsek kareye sığmazdık”. Gelini beklerken kahveler, çaylar içiliyor.
Bu kadar telaş arasında misafire saygıda kusur yok. Köyün gençleri gelip yemek yiyor, bahçede. Biz de tüm akrabalar, dün akşam söke söke aldığımız çerezleri çıtlıyoruz.
Gelin daha gelmiyor mu diye soruluyor. Gelin telefon ediyor. Gelinlik, ünlü terzi Ayten'den, kirli gelmiş, temizlemeciye gitmiş. “Aaa, şunun yaptığına bak, gelinliği kesin birine verip giydirdi” diye ayıplanıyor Ayten. Artık ayıklasın pirincin taşını Ayten. Küçük yer burası...Saat dörde geliyor. Gelin nihayet geldi. Yine çok güzel. “Bayraklar geliyor” diyor küçük çocuklar. Bayrakla gelin alma. İlk defa görüyorum. Annem, “eskiden köylerde sancakla gelin alınırdı, sonra yasaklandı” diyor. Hemen hazır ediyorum fotoğraf makinemi. İlk ben karşılıyorum sancakları. İlerde otobüsten inen Şekverenli gençler bunlar. İki kişi, iki sancak taşıyor. Sancakların uçlarına bezler bağlanmış. Sancaktarlar, sancağı üç defa sağdan sola sallıyor. Dün akşamki davul, zurna, kemancıdan oluşan ekip, yine gelmiş. Bayraklarla bahçeden giriyorlar. Sancaktarlara paralar veriliyor. Düğünün ve yaşamın en unutulmayacak anlarından biri. Gelin alma. Gelin evinden çıkıyor, artık. 23 yıllık yaşamı boyunca anne, baba ve ağabeyiyle paylaştığı evden ayrılıyor. Hüzün ve sevinç birarada. Acı bir mutluluk...Gözyaşlarını tutamayanlar çok fazla. Gelin, babasını bekliyor. Baba elinde kırmızı kurdela, kızının belini saracak. En zor anlardan biri. Ben de ağlamıştım. O da ağlıyor, çenesi titriyor. Sadece gelin mi?. Babanın da en zor anlarından biri. Baba, “Ben yapamicam” diyor, kurdelayı dayıya uzatıyor.."Yaparsın” diyor herkes. Baba-kızın sevgiyle sarılmasını çekemiyorum, makinemin azizliğinden. En güzel kareyi kaçırdığım için hayıflanıyorum, bir yandan da ağlıyorum. Üniversite öğrencisiyken, oyun oynadığım küçük kız, gelin oluyor. Orta okuldayken gördüğüm annesinin düğününü hatırlıyorum.
KAPI AÇTIRMAK PARA İLE
Gelin odaya kaçıyor sonra, kapıyı kapatıyor. Adetten. Kapıyı açtırmak için para verilecek. Bir yanda hüzün, bir yanda adetler. İroniye bakın. Belki de hüznü unutturmak, biraz neşe katmak için yaratılmış adetler. Para veriliyor, gelin de. Kuzenim merdivenlerden inerken peri kızı gibi. Anneanne ve babaannesi mürüvvetini gören en yaşlılardan...Gelin arabasının üzerine iki küçük oturtturuluyor, havaya bereket getirsin diye ufak paralar saçılıyor. Alanın şansı artıyor, kısmeti açılıyor.
Gelin arabası, sancakların arasından geçerek Şekveren köyüne doğru yol alıyor. Gelin el öpecek. Akşama süslenip düğüne gideceğiz. O yüzden önce doğru kuaföre..Saçlarımızı fönlettik, elbiselerimizi giydik, şıkız artık, düğün bizi bekliyor. Fotoğrafçı olarak düğüne geç kaldım. Salondaki nikaha yetiştim.
Otelin resmi fotoğrafçısı var ama benden kaçmaz..Topuklu ayakkabılarla yine fotoğrafçılık peşindeyim. Burası artık klasik...Hepimizin bildiği gibi bir düğün..Pastalar kesiliyor, fotoğraflar çekiliyor. Harmandalı oynanıyor, dans ediliyor.
Takı takma da uzun bir merasim. Akşamüzeri yaşanan hüzünden eser yok, burası artık madalyonun neşeli yüzü. Ne diyelim, hayatları hep neşeli geçsin...Darısı diğer kuzenlerin başına...
DÜĞÜNDEKİ KEŞKEK'İN TARİFİ Düğünlerde kazanlarla yapılan keşkeği dövmek için köyün erkekleri ellerindeki büyük tahta kaşıklarla kazanın başına geçer ve kuvvetli bir şekilde keşkeği dövmeye başlar. Keşkek dövenlerin kollarında mendil bağlıdır. Bu mendil düğün sahibi tarafından onlara hediye edilir.

Suzan Abla Ege düğününü çok güzel anlattı bize ama bir şey daha istedim ablamızdan. Keşkek tarifi. İşte tarif:
1 kg aşurelik buğday
1 kemikli tavuk göğsü
2 küçük soğan
3-4 kaşık zeytinyağı
Tuz

Akşamdan ıslatılan aşurelik buğday, küçük doğranmış soğanla birlikte pişirilir. İyice pişinceye kadar sıcak su eklenir. Tavuk, kemikleriyle haşlanır. Haşlanmış tavuk bir yanda “didilir”. Tavuğun suyu, pişmiş buğdayla karıştırılır.
“Didilmiş” tavuk ve biraz zeytinyağı keşkeğe eklenir. Tahta kaşıkla dövülmeye başlanır..Uzun bir dövme sürecinden sonra keşkek hazırdır. (Bu süreci mikserle de yapabilirsiniz, ama pek aynı tadı vermiyor.)
Tabağa çıkarılır, ortasına açılan çukura sıcak sıcak tereyağı dökülür. Afiyet olsun..

22 yorum:

Esra dedi ki...

Hic koy dugunu gormedim. Ilgiyle okudum. Harika bir yazi olmus.

Ne ilginc adetler var, degil mi... Hepsi mutluluk icin. Mutluluklar dilerim yeni evli cifte.
Esra

Punto dedi ki...

Sevgili Esra; Anadolu hala eski adetleri sürdürüyor. Düğünlerde de öyle. Biliyorsun kentlerdeki düğünlerde Batı adetleri daha çok yaygın ama köyler böyle değil. Aslında tüm adetleri toplayan bir kitap yapılabilir. Belki de vardır.

Bocuruk dedi ki...

Zevkle okudum, sağolsun Suzan Abla. Ayrıca Allah mesut etsin gelin ile damadı:) Bizim adetler maddi yönden her iki aile için de adeta yıkım oluyor. Bir de imkanı olmayıp adetlerin hepsini yapamayanlar var tabii. Yazınızın başında dediğiniz gibi biz nikah yapıp, 1 hafta balayına gitmiştik:) Ama adetlerimizin yaşatılması da çok hoşuma gidiyor. Herkes imkanları ölçüsünde yapabildiği kadarını yapmalı bence. Sağolun paylaştığınız için.
Sevgilerimle...

Punto dedi ki...

bence de adetlerimiz yaşatılmalı Sevgili Bocuruk. İnsan hayatında bir kere olacak-vırt zırt evlenenler hariç-bir olayın yaşanmasından yanayım.

Delfina ; dedi ki...

gözlerim doldu,inanılmaz duygulandım...sanli kardeşimin düğününü tekrar yaşadım...suzan abla çok ama çok güzel anlatmış...evli çifte sonsuz mutluluklar...

Punto dedi ki...

Sevgili İşitme Kaybı; duygularınızı bizimle paylaştığınız için Suzan Abla adına teşekkür ediyorum.

Unknown dedi ki...

Sevgili Punto Amcam...Dostlar sağolsun önce... Yazıyı bir solukta okudum... Konu ege, İzmir olunca yüreğim kabarıp taşıyor sonbaharda dalgalarla kabaran Ege suları gibi....Çirozları bekliyorum...sevgiler...hürmetler

Punto dedi ki...

Sevgili Mahzun Prenses; Suzan Abla da Ege'li olduğu için içinden geldiği gibi yazmış.
Çirozlarla ilgili yazımı okursan göreceksin çirozlar ne alemde?

Berceste dedi ki...

Düğünlerde oynama faslında kaçmanın en güzel yolu fotoğrafçılık :) Ben de bugün kuzenimin oğlunun fotoğraflarına bakıyordum. Gelin kızımız fotoğrafçıya söylenirken benim çektiklerimi buluverdi posta kutusunda :)
Adetlerin yaşatılmasına kesinlikle destek veriyorum ama bu kadar da masrafa ne gerek var diyorum :( Belki evlenenler kolay kolay ayrılmasın diyedir kim bilir? Herbir adetin ne amaçla yapıldığını da öğrenmek lazım!

Punto dedi ki...

Sevgili Dilek; sanırım her adetin bir anlamı var ama her bölgede ayrı ayrı adetler olduğu için toplanması çok güç adetlerin.

Unknown dedi ki...

Ne kadar guzel bir yazi! Ne sanslisiniz!

Ben cocukken, Edirne'deki akrabalarin koy dugunune gitmistik; hayal meyal hatirliyorum. Cok hosuma gitmisti.

Benim dugunum Turk restoraninda oldu. Hem Yahudi, hem Turk gelenekleriyle. Gayet laik ama gleneklerle dolu. :o)

Keskeki cok severim ve guzel yaparim. Istanbul cocugu icin tuhaf, degil mi?

Boyle, butun koyun, toplumun bir evliligi sorumlulugu altina almasi enteresan birsey. Evlilige gercek bir "kurum" anlayisi veriyor. Sanirim ask meskten daha saglikli!

www.elifsavas.com/blog

Punto dedi ki...

Doğru düşünüyorsun Sevgili Elif; köylerimize henüz kentlerdeki "yabancılık" duruşu ulaşmadı. Aynı apartmanda yaşayanların birbirine selam bile vermemesi, kültürlerimize ne kadar uzak değil mi?

Alp ve Ege'nin Annesi dedi ki...

Sevgili Suzan, ayrintilari kacirmadan anlatmissin, cok guzel bir yazi olmus...ben de cocuklugumda bolca görmustum, köy ve kasaba dugunlerini. Alisilmisin disinda evlendigim icin, (Isvecli esim Istanbul'da araba kullanmaya korkuyordu o siralarda), nikahtan dönerken gelin arabami kendim surmustum de, arkada oturan annem, benim de böyle bir kizim var iste, diye biraz buruk, biraz gururla söylenmisti...

Adsız dedi ki...

Valla mis ya ne güzel değil mi :) İstiyorum bende köyde yaşamak o zaman yeniden nikah bile yaparım valla bu düğünden kim istemez.

Bende beklerim canım sevgiler
www.edasuner.com

Adsız dedi ki...

Punto Abi'ye yazıyı çok güzel kullandığı ve emekleri için, okuyanlara da zaman ayırdıkları için teşekkür ederim. Ben yine işlerimden yorumlara cevap vermeyi geciktirdim. Punto Abi sağolsun. Siz sağolun..Ben de sevdim köy düğünlerini ama başkasının olunca..Davulun sesi uzaktan hoş geliyor derler ya öyle..Sağlıcakla kalın...

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Sevgili Suzan Abla,
Harika bir yazı olmuş, Beni gittiğim bir dolu köy düğününe geri götürdünüz. Ben etrafı seyrederken acaip eğlenirim düğünlerde ama hakikaten tek kabusum o adeta silah zoruyla sürükleye sürükleye zorla oynatmaya götürülmedir. Mutlaka da olur..O da bizim adetlerimizden biri işte diye sempati ile bakmaya çalışıyorum ama her zaman olmuyor.
Sevgiler

Sanem dedi ki...

Ah! Daha dört gün önce keşkek yaptım, yaparkende - ee Sanem, büyüdün de düğünlerde yapılan keşkeği evde yapar oldun, nerde o düğünlerdeki keşkek - diye düşünmüştüm. Şimdi bu yazıyı okurken memlekete gittim, gittiğim köy düğünlerine... Duygulandım, ben zaten düğünlerde de duygulanırım, okurken de aynı oldu.

Punto dedi ki...

Sevgili Sanem. Düğünlerin sevinç ve hüznü bir arada yaşatması çok güzel. Bir taraf kızını verdiği için ağlar, diğer taraf kızı olduğu için sevinir. İlginç değil mi?

Tuba dedi ki...

Beyinler yorulmus artik, buyuk sehirlerde yasamak fazladan caba gerektiriyor ve de insani yoruyor. Galiba herkeslerde artik koye donme ozlemi var bugunlerde..Cok guzel bir yazi olmus. Ellerinize saglik.

Punto dedi ki...

Yazdıkların çok doğru Sevgli Tuba. Şehrin gürültüsü, trafiğin işkencesi, insanların vurdum duymazlığı çekilir gibi değil.

sunrise dedi ki...

Anlatanin diline ve emegine saglik. Oyle guzel okudum ki tum dugunu, hersey gozumun onunde canlandi. Ben de cok katildim boyle dugunlere Anadolunun cesitli yerlerinde. Bazen hersey o kadar karismis ve kirlenmisken insanin boyle seyler duymaya, onlarin hep var oldugunu bilmeye gercekten ohtiyaci oluyormus. Yaziyi okurken onu anladim, size de cok tesekkurler Punto Bey aktardiginiz icin.
Sevgiler

Punto dedi ki...

Kültürlerimizi yaşattığımız sürece ülkemiz de yaşayacak diye düşünüyorum sevgili Sunrise. Sanırım önemli olan bu kültürler mozaiğini korumak.