3 Kasım 2007

Suya giderken "cin"lerle karşılaşmak!...

Biliyorsunuz İstanbul bir yıldır kara, dolayısıyla da suya hasret. Barajlardaki doluluk oranı yüzde 10’un altına düştü. Meteoroloji bugünlerde İstanbul’da yağmur yağacak müjdesini verdi. Ve sabah yağmurla uyandık. Kasvetli havaya, yağmura bu kadar sevineceğimi hiç aklıma getirmezdim. Hele kar yağacak diye çocuklar gibi sevinmemiz.
Su ne kadar önemli hayatımızda değil mi? Su, su deyince aklıma bir anım geldi:

ÇEŞME BAŞINDAKİ İKİ IŞIK
9-10 yaşlarındaydım. Annem “Haydi bakalım” demişti, “İçme suyu bitmek üzere. Bir koşu taze su alıver çeşmeden”.Tamam anne” dedim. Babam, içme suyuna çok titizlenirdi. Hep taze su içmek isterdi.
Güğümü aldım. Tam kapıdan çıkacağım. Dışarısının zifiri karanlık olduğunu gördüm. Geriye dönüp gemici fenerini yaktım. Bir elimde güğüm, diğer elimde gemici feneri kapıdan çıktım. Kaldığımız ev, Rize’de denize sıfır bir noktada idi. Ana yola çıkmak için dar bir patikadan tırmanmak gerekiyordu. Elimdeki fener, ancak önümdeki yolu aydınlatıyordu. Yolu avucumun içi gibi biliyordum. Kolayca ana yola çıktım. Çeşme, Rize istikametinde 2 kilometre uzaklıkta idi. Issız bir geceydi. O yıllarda , gece vakti yollardan tek bir araba bile geçmezdi. Yavaş yavaş yürümeğe başladım. Gecenin ilerleyen bir saati idi ama kaçtı, hatırlamıyorum. Köy halkı tamamen evlerine çekilmişti.
Yolun yarısına gelmiştim. O sırada sert bir rüzgar çıktı. Gemici fenerini sallaya sallaya yürürken pat diye sönüverdi fener. Zifiri karanlığın içinde kalmıştım. Ne yapacaktım? Geri dönsem “baba azarı” işitecektim. Yolun da yarısına gelmiştim. Çeşmeye doğru yürümeğe başladım. Hafif hafif korkunun benliğimi sardığını hissediyordum. Karanlık bir bulutun içinde gider gibiydim.
Çeşmeye yaklaşmıştım. Yol düz giderken kıvrıyor, kıvrımın sonunda da çeşme var.
Çeşme oralarda bir yerde olmalıydı ama gördüğüm sadece iki ışıktı. “İşte cin bu” dedim; korkum daha da artmıştı. Cinlerle perilerle büyütmüşlerdi bizi o zamanlar.
Kendi kendime korkmamayı telkin etmeye, "yok canım, cin beni mi buldu" demeye çalıştım. Peki cin değil de neydi bu iki ışık.
Güğümle feneri tek elime aldım, diğer elime de kocaman bir taş. Bize öğrettikleri gibi bir yandan da dua okuyordum.
Çeşmeye 5-6 metre kala taşı ışıklara doğru fırlattım. "Miyav miyav" diye bir ses duydum ve hayal meyal siyah bir kedinin kaçtığını gördüm.
Çeşmeye nasıl vardığımı ve suyu nasıl doldurduğumu hatırlamıyorum. Sanırım dönüşüm muhteşem olmuştu. Eve soluk soluğa girdim. Annem “ne oldu” diye sordu.
“Bir şey yok” dedim ve doğruca yatağa koştum.

ÇEŞME YAPTIRMANIN ÖNEMİ
Bu anımı neden hatırladım? Su bizim kültürümüzde önemli bir yer tutar. Su hayrattır zira. Çeşme yaptırmak bu bakımdan önemlidir.
Susuzluğun geliyorum dediği günlerde İstanbul’un çeşmeleri ile ilgili bir yazı hazırlamıştım. Araya o kadar çok konu girdi ki bugüne kadar geldik.
İstanbul tarih boyunca çeşitli çeşmelere ev sahipliği yapmış bir tarihi şehir. Şimdi sizlerle önemli çeşmelerden bazılarının bilgilerini paylaşacağım:
ALMAN ÇEŞMESİ: Sultanahmet meydanında parkın içindeki bu çeşmeyi sanırım görmeyen yoktur. Çeşmenin özelliği tümüyle Almanya’da yapılmış olması ve oradan İstanbul’a getirilmesidir. İmparatoru II. Wilhelm'in İstanbul'u ikinci ziyaretinin anısı için yapılan çeşme, burada hazırlanan kemerlerin üzerine konmuş. Çeşmenin önemli özelliklerinden biri üç kubbesinin altın mozaik kaplı olmasıdır.
İBRAHİM PAŞA ÇEŞMESİ : Ortaköy Meydanı’ndaki bu çeşme çoğu kimse tarafından fark edilmezdi. Yıkıntılar arasında kalan bu çeşme Beşiktaş Belediyesi’nin yaptırdığı restorasyon ile gün yüzüne çıkarıldı. Sadrazam İbrahim Paşa yaptırmış. Tek yüzlü bir meydan çeşmesi.
SALİHA SULTAN ÇEŞMESİ: Azapkapı’daki bu çeşme, yolla deniz arasında sıkışmış, pek göze batmayan bir çeşmedir; ama az bilinen ilginç bir hikayesi vardır:Valide Sultan’ın yolu bir gün Azapkapı tarafına düşer. Yol kenarında küçük bir çeşme vardır. Sultanın gözüne çeşme başında ağlayan bir kız çocuğu ilişir. Çocuğun ağlamasından etkilen Sultan onu sakinleştirmek için para vermek ister ama kız parayı almaz. Kızın derdi kırılan testisi değil, evine su götürememektir. Kızın ismi Saliha’dır. Valide Sultan kızı çok sever, saraya alır, büyütür ve oğlu II. Mustafa ile evlendirir. Küçük Saliha artık sultan olmuştur. Saliha Sultan kaderini değiştiren küçük çeşmeyi unutmaz. Küçük mahalle çeşmesinin yerine büyük bir çeşme yapılmasını ister. Ama bu arzusunu gerçekleştiremez. Yıllar sonra oğlu I. Mahmud tahta çıktığında annesinin bu arzusunu yerine getirmek için harekete geçer. Kayserili Mustafa Ağa'ya büyük ve her yanı taş işçiliğiyle süslü bir çeşme yaptırtır, suyunu da Taksim suyundan getirtir. Çeşme, Saliha Sultan Çeşmesi olarak günümüze kadar gelir.(Fotoğraf, İstanbul Büyük Şehir sitesinden alınmıştır)
SULTAN III.AHMED ÇEŞMESİ: Ayasofya Müzesi’ne girerken sizi karşılayan çeşme Sultan III. Ahmed Çeşmesi’dir. Bu bölgede "Géranion" adı verilen eski bir Bizans çeşmesinin var olduğu biliniyor. III. Ahmed Çeşmesi’nin kitabesinden, Lale Devri'nde 1728-1729 yıllarında inşa edildiği anlaşılıyor. Çeşmenin mimarı Mehmed Ağa.. Çeşmenin dışa doğru açılarak geniş bir saçak halini alan çatısının üstünde hepsi kurşunla kaplı bir büyük kubbeden başka çevresinde de dört küçük kubbecik yer alıyor. Çeşmenin duvarları bezemelerle ve on dört kıtalık bir kasidenin yazılı olduğu hatla süslenmiş. “Aç besmeleyle iç suyu, Han Ahmed’e eyle dua” mısraı da ebced hesabıyla çeşmenin yapıldığı tarihi belli eder.
HEKİMOĞLU ALİ PAŞA ÇEŞMESİ: Çeşme, 1732 yılında Hekimoğlu Ali Paşa tarafından yaptırılmış. Çeşmenin orijinal yeri Kabataş seddi üzerindeydi. Çeşme 1957 yılında Meclisi Mebusan caddesi açılırken bulunduğu yerden alınmış, iskele meydanına nakledilmiş. Bu nakilden sonra üzerine geniş saçaklı bir çatı inşa edilmiş. Denize dönük yüzünde Seyyid Vehbi’ye ait üç kıtalık bir kitabe, caddeye bakan yüzünde ise Şair Mahmud Efendi’ye ait altı kıtalık kitabe bulunuyor.
TOPHANE ÇEŞMESİ: Tophane semtindeki bu çeşme de, 1732 yılında Sultan I. Mahmud tarafından yaptırılmış. Çeşme İstanbul'daki çeşmelerin en yüksek olanı. Duvar süslemeleri, kitabesi, altları kabartmalarla ve oymalarla bezeli saçakları, çeşmeyi bir anıt haline getirmiş.

20 yorum:

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Hep beraber beklediğimiz yağmurdan, kardan sbir çocukluk anısına, oradan da İstanbul'un güzel çeşmelerine. Ne kadar güzel bir yazı olmuş yine. Ellerinize sağlık, çok keyifle okudum.
Sevgiler

Punto dedi ki...

Sevgili Ayşegül; teşekkür ederim. Hatırladığım anılarımla, bugünü birleştirerek dostlarıma biraz da olsa bilgi aktarabiliyorsam ne mutlu bana.

müzi dedi ki...

Merhaba,
benim aklim Rize'de kaldiginiz o evde kaldi. benim aile koklerim Rize'ye dayanir. Maalesef henuz hic gidemedim Rize'ye, ama yine de cok severim, duygusal bir bag var herhalde. Anneannecimden bilirim Rize'nin cesmelerini, tasan caylarini. bir de cesme basinda kacamak bakismalar olurmus, degil mi? :)
sevgiler

Punto dedi ki...

Mutlaka gidin Rize'ye Sevgili Müzi. Gerçi çocukluğumun geçtiği ev, şu anda sahil yolunun bitişiğinde yıkılmış durumda. Biliyorsunuz Rize'de evler birbirinden çok uzakta. Haliyle çeşme başları önemli buluşma yerleriydi.

Pınarın Kulubesi dedi ki...

Akın Amca
çocukluk anını ürpererek okudum. Beni hiçbir güç o yola devam ettiremezdi. İsterse ucunda kötek olsun. Hadi sokağın başında olsa neyse ama 2 km yol gitmek ne demek. Büyük cesaret.
Önünden hayranlıkla geçip gittiğimiz Çeşmeler hakkında bu bilgilere sahip olmak çok güzel, çok teşekkürler
sevgiler

Punto dedi ki...

Sevgili Pınar; üstelik sokak değil, iki yanında da ev olmayan bir yol. Dağ yolları gibi. Biliyorsun Karadeniz'de evler dağınık ve bahçelerin içindedir. Cesaret mi bilemiyorum. korkmadan gittiğimi biliyorum. Devamlı gittiğim bir çeşme idi. Işığın olmaması insanı ürpertiyor tabii.

Tijen dedi ki...

Akın Abi,
Ben de Eskişehir'de kalabak suyu ile büyüdüm. Eskişehirliler hemen anlayacaktır ne dediğimi, öyle tatlı bir suydu ki, sonraki yıllarda (özellikle ODTÜ'de yurtta kaldığım dönemde) o tadı çok aradım. Bizim apartmanda her dairenin bir bidonu vardı, üzerinde daire adı yazılır. Parası da galiba tutulacak yerin kenarına sıkıştırılırdı. Sucu traktör arkasında tanker, gelir, sularımızı doldurur, apartman girişindeki merdivenlere dizerdi. Okuldan, işten, kim önce dönerse bidonu eve taşırdı.

Punto dedi ki...

Sevgili Tijen; suyun, özellikle içme suyunun kıymetini şimdilerde daha iyi anlıyor insanlar.

mavimantar dedi ki...

Sevgili Akın abi,neyi fark ettim biliyor musunuz?Yazılarınızı okuyanlar,orada mutlaka kendilerinden bir şeyler buluyorlar.Yani hepimize zamanda yolculuk yaptırıyorsunuz.Babamın memur olmasından dolayı,benimde çocukluğum suyun elektriğin olmadığı yurdumun köşelerinde geçti.2 km.şimdi gözümüzde büyüyor,oysa o zamanlar her yere yürüyerek gidildiğinden,uzak bile sayılmazdı.
Birde İstanbulun tarihi çeşmeleri; mimarisiyle dönemin sanatından,hikayeleriyle toplumsal yapısınından ip uçları taşıyan,geçmişi geleceğe bağlayan,bugün bile yapıldıkları zamanki kadar önemli yapılar.
Ne iyi yapmışsınız da bu yazıyı yazmışsınız.Ellerinize sağlık.

Adsız dedi ki...

Hakikaten guzel cesmeler. Keske Italya'daki gibi hepsi isler halde olsalar....

www.elifsavas.com/blog

Punto dedi ki...

Sevgili Mavi Mantar; Büyük çoğunluğumuz kırsal alanlardan geldi kentlere. Zamanda yolculukta buluşmak çok doğal.
Kültürümüzde çeşme yaptırmanın önemi bugün azalmış durumda. Tarihi çeşmelerin gün yüzüne çıkarılması bile yetiyor bizlere.

Punto dedi ki...

Sevgili Elif; Evet. Keşke işler halde olsalar. Muslukların çalındığı bir ülkede çok zor bu dileğin yerine getirilmesi.

Alp ve Ege'nin Annesi dedi ki...

Akin Abi, sanki suya gönderilen ben misim gibi, heyecanla okudum aninizi...Saliha Sultan'in hikayesi de masallardaki gibi...

Punto dedi ki...

Sevgili Alp ve Ege'nin annesi; Düşünüyorum da biz acaba çocuklarımızı suya gönderir miydik gecenin ıssız bir saatinde? O dönemlerde huzurlu bir ortam olduğunu da unutmamak gerekiyor. Cinler periler hariç.

Esra dedi ki...

O saatte o yasta karanliklar icinde 2 kilometre yurumek buyuk cesaret. O yasta cocugu gondermek de ayri cesaret. Bravo. :-)

Ben, universiteyken Ayasofya'nin yanindaki Uc Yuzlu Cesme'nin restorasyon projesini hazirlamistim. O zamanlar o civarda calisanlar dahi ismini duymamisti caminin. Eski, kirli ve harapti.

3 sene sonra esimle Yerebatan Sarnicini gezdikten sonra tam cikisin karsisinda piril piril gozume carpti. Benim projem ile devlet restorasyon yapmisti. Ayni benim onerilerim uygulanmisti. Gurur duydum...

Bu da benim cesme ile ilgili anim... :-)

Sevgiler
Esra

Punto dedi ki...

Sevgili Esra; çeşmelerle ilgili yazı yazınca, tüm çeşmelere dikkat ediyorum artık. Bir çok çeşmenin gün yüzüne çıkarıldığını görmek sevindirici.
Senin projenin uygulanması da senin açından çok güzey bir şey. Kutluyorum.

Berceste dedi ki...

Anınız çok güzel. Zavallı pisicik, gözleri yüzünden yemiş taşı, çok güldüm :) Çeşmeleri bir solukta okudum ve Saliha Sultan'ın hikayesini çok sevdim. İstanbul'un çeşmeleri bitmez, diğerlerinin de hikayelerini sizden dinlemek isterdim. Mesela Sirkeci civarında Hacı Bekir'in orada hala aktif olan bir çeşme var, yakınında da türbe. O ne zaman kimin tarafından yapılmış acaba? Çinilerini çok severim ben oranın. Bir de su içmek için plastik bardak bulundururlar. Bir de birşeyi farkettim, çeşmelerin fotoğraflarını çekmek ne kadar zor değil mi? Etraflarında o kadar gereksiz şey var ki, çeşmeyi rahat rahat fotograflayamıyorsunuz :(

Punto dedi ki...

Sevgili Dilek; bir çok tarihi çeşme şehrin içinde kaybolmuş. Büyük Şehir belediyesi'nin çabaları ne kadara gider bilemiyorum.

Adsız dedi ki...

teknoloji tasarım öğretmenimiz bizden ağlayan çeşmeyi araştırmamızı istedi ben de sitenize girdim fakat aradığım biginin fazla alakasız bilgiler le karşılaştım ağlayan çeşmeyi bulup resim lerini bulacım site ismini öğrene bilir miyim?

Punto dedi ki...

Sevgili Adsız. Ben İstanbul'daki çeşmelerin önemlilerini dostlarla paylaşmıştım.Ağlayan Çeşme'ye dair bilgim yok. Sadece Kalpay dergisinde ağlayan çeşme konusunda bir bilgi var. İşinize yarar mı bilemiyorum.