Bunu çok sık yaptığına göre… Yardımcı olabilmeliyiz.. Bana göre biz Türküz. Kürdü ile Gürcüsü ile Çerkezi Türkmeni ile hepimizin ortak adıdır Türk. Alevisi ile mezhepleri ne olursa olsun bütünüz. İnancı ile, teni ile, renkleri ile bir bütünü tamamlarız. Bunu gerektiği her yerde söylemez isek sizin dışı cilalı içi bomboş paketlerinizde yanlış yerlere konuruz. Türküz. Evet Türküz!. Türbanın resmi dairlere girişine karşı çıkan CHP lilere kızıyor. Anayasa Profesörü Batum için. “O da kim oluyor ya?” diyebiliyor. Millet bu işin kararını vermiş, bu iş bitmiş.? (Batum dahil onun gibi düşünmeyenler bu millette yer almıyorlar mı?) Artık bu ülkede ulusalcı mulusalcı diye bir şey yok?” Mulusalçılığı anlayamadım!. Nedir bilemem. Ama ulusalcılık başbakan dedi diye bitecek mi? Göreceğiz!
Aslında seçim havası balkonların perdelerini kıpırdatmağa başlarken çelişkiler netleşiyor… AKP “biz kimsenin giyim tarzına asla karışmayız” diyor… Dün dedi… Bugün de diyor. Ama karışmıyor mu?. Bir TV sunucusunun dekoltesini beğenmeyen “olmaz böylesi yahuu” deyip kovulmasına yol açan Hüseyin Çelik kim oluyor? AKP nin namus bekçisi mi? Dekolte uzmanı mı? Başbakan TÜRBAN hassasiyetini tazeliyor. Onlar ve bizler ayrımcılığını parlatmıyor mu? Kızları rahat bırakın diyor ama kaç çocuk doğuracaklarını, nasıl doğuracaklarını da sıkılıyor. Belki de ağabey nasihatıdır. Kuralı bozmaz. Türban takarsan baş tacı olursun. Dekolteni açarsan kovulursun. İkisi de bizde var. Türkiyenin örtünme özgürlüğü!. Bir baksak nereye geldik diye? Hiç kimse FAŞİZM ÇIPLAK diyemiyor. Huysuz Virjin ve Zeki Müren’ı hatırlayın. Çelik görse sahne şansları olur muydu dersiniz? Nasıl geriye gidiyoruz! Ben eşimden izin istedim. Hüseyin baktı ve gördü. Dekolteden anladı. Ben de bakayım. Ne dekolteymiş. Anlarım her halde anlamasam da isterim dedim. Hafif bir tebessümle cevap verdi: “Sen onun gördüğünü göremezsin. O gözle bakabilecek misin? Kadını o gözle, onların kafa yapısı ile görebilir misin? Şeriat gözü ile bakıyorlar?” Biz olsa olsa diren dekolte pankartı bekleyerek bakarız!
Manzara dekolte olunca, ülkemin yangın yerlerini gözden kaçırıyoruz. BALYOZ kararları ile Hukuk kavramının şehit verdiğimizi algılayamıyoruz. Adalet in kestiği parmak acımıyor, kanıyor. DELİL sahte iken cezalar ağır ve gerçek çıkıyor. Davaların taşındığı noktada kamunun adalete Hukukun üstünlüğüne inancı sarsılmadı mı? Bağıramadık bile! Hukuk Çıplak, Adalet Çıplak diyebildik mi?. Binlerce sayfa iddianame, yüzlerce sayfa savunma bir o kadar gerekçe okumanın neyi kurtaracağını bilemez haldeyiz… Kesin olan şey vicdanları kurtarmadı… Siyaset askerden arınıyor derken adil olmaktan da, denge kurmaktan da arınmadı mı? Ordunun üzerine inen darbeler uzun ince bir hesabın uluslararası bir ortaklığın ürünü. TSKya verilen toplam ceza 4 000 yılı buluyor desem! Donanma hedefti desem! Tutuklanan askerlerin 137 si denizciydi desem!. Başbuğ da endişelerini paylaşıyor. “Balyoz adı verilen dava kullanılarak TSK’dan çok sayıda askeri personelin tasfiye edilmesini bir tesadüf olarak görmüyorum. Bu tasfiye ile bugünün ve yarının komuta kademelerinde yer alabilecek niteliklere sahip personel ordudan uzaklaştırılmıştır. Türk Ordu’sunun zayıflatılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını ilgilendiren bir sorundur!” Büyük Orta Doğu Projesini unutmadan bakarsak. Soru şu değil mi?. Bizi nereye itiyorlar? Nereye gittiğimiz, neden hızla yemyeşil olduğunuz belli değil mi? ANDIMIZI kaldıralım diye neden ısrar edildiği anlaşılabilir. Hesap ortada değil mi? Kim bizi balyozluyor? Ergenekon ve diğer davaların temelinde pek çok hukukçuya göre “Delil olarak kabul edilmemesi” gereken “CD ler ve dijital deliller var. Günlerce ısrar eden savunma bu deliller sahte dedi. Dinletemedi. İşte ispatı dedi. Anlatamadı. Pek çoğu maddi delil.. İnkarı imkansız. Raporun yazıldığı font(Karakter) piyasaya 2007 çıkarılmış. Yazılım şirketi de “biz bu yazı karakterini 2007 yılında piyasaya sürdük 2003 te bu kullanılmış olamaz” dedi.. Ama mahkeme kabul etmedi. Yer isimleri 2003’ te verilmemiş isimler. Denize inmemiş gemi isimleri gibi. İnkarı zor maddi hatalara rağmen tamam denmiş, yargılanmışlar. Genel inanış ve savunma avukatlarının inancı, sahte delillerle gerçekleşen yargılama ile gerçek ve ağır cezalar verildi?. Sahte rakamlarla kendimizi zenginleşmiş saymak gibi! Görüntü, ekonomi çok iyi, işsizlik nerede ise sıfıra inmiş gibi! İşi olmayana demokrasiyi, karnı doymayana da özgürlüğü anlatamayız!. Gençler arasında artmakta olan işsizlik oranı geleceği sıkıntıya sokmaz mı?.
Kadına yapılanlar geri planda kalıyor. Öne çıkan sadece Dekolte!. Ağrı’nın Hamur İlçesinde Melek mutluluktan kanat takıp uçamıyor. Dayak ve açlıktan ölüyor. Kadınların çilesi dekoltenin kaçta kaçı kadar yazıldı. Ya aylardır maaş alamayanlar, yumrukları sıkılı, hak arama savaşı veren işçiler. Hiç birinin umudu yok. Hak alınır diye THY mensupları da günlerdir bağırıyor ama sesleri duyulmuyor! 2 çocuklu Melek annenin de sesi çıkmadı. Dövüldü, tuvalete kilitlendi. Tesadüfen fark edildi. Hastaneye kaldırıldı. Melek Karaaslan kurtarılamadı. Geç kalınmıştı! Dekoltesi olmayan diğer kadınlar. Ezilen kadınlar. Çocuk gelinler! Ölünce akla geldi Melek! Savcı genç kadının eşi, kayınvalidesi ve kayınpederine kasten öldürme ve ihmali içeren davranıştan ağır cezalar istedi. Melek için ne faydası oldu ki! Otopsi raporunda, son 14 ay içerisinde bakımsız ve gıdasız bırakılması ölüm nedeni olarak gösterildi. Yani Melek karnını doyuramamıştı! Aç bırakıldı, dayak yedi ve öldü. Keşke tüm kadınları, dekolteyi de Meleği de savunabilsek!. Geçmişimizle kavga ediyoruz. Ülkemde çatışma alanları büyüyor. Komşuyu dava ediyoruz. Aykırı düşünene çıkışıyoruz. Kimsin yaaa azarı dil ucunda! Biraz daha pembe boya harcasak. Zevahiri kurtarır mıyız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder