27 Kasım 2007

Anlayamadığım bir sistem; “kabzımallık”

60'lı yıllardı. Lapa lapa kar yağıyordu. Ortaköy’ün sırtlarında Boğaz’ı gören bir evde oturuyorduk. Kar yağdığı için eve kapanmıştım ve ders çalışıyordum. Kapı zili uzun uzun çaldı. Hemen fırladım. Bu şekilde zili ancak hukuktan bir arkadaşım vardı o çalardı. Tahminim doğru çıktı. Arkadaşım Demir nefes nefese anlattı; Ortaköy Camii’nin önündeki koyda sandallar palamutları bitiriyordu. “Hadi hazırlan balığa gidiyoruz” dedi.
Yıldırım gibi hazırlandım. Rahmetli annem içeriden sesleniyordu; “sıkı giyin üşütürsün”.
Koşa koşa Ortaköy’e indik. Hızla Kabataş Lisesi’ni geçtik. Galatasaray Lisesi’nin ilk kısmının kapısından içeri daldık.
Demir’in annesi, Galatasaray Lisesi’nin ilk kısmında müdür muavini idi ve deniz kenarındaki küçük tarihi saray yavrusu binada kalıyorlardı.
Demir balık tutmağa çok meraklı idi. Küçük bir sandalı vardı. Sandal lisenin rıhtımına çekili dururdu.
Oltaları hazırlamıştı bile. Sandalı suya indirdik ve balık tutan sandalların arasına daldık.
Kürekler bendeydi, akıntıya arkamızı vermiş hafif hafif siya (kürekleri geriye doğru çekerek) yaparak sandalı aynı yerde tutuyordum.
Palamutları yemli tutuyorduk. Misinanın ucundaki zokaya yem takıyor, dibe inmeden balık vuruyor, hemen çekiyorduk.
Müthiş bir balık akını vardı o gün. Tipi tüm şiddetiyle devam ediyordu. Parmaklarımız soğuktan “dolma” gibi şişmişti.
Oltayı indiriyoruz, balık takılıyor ve çekiyoruz. Islak misina parmaklarımızı ıslatıyor, soğuk rüzgar donduruyordu. Ama o heyecanı şimdi bile hatırlıyorum.
Nasıl bir hırstı bizimkisi? Yemeklik balığı çoktan tutmuştuk, tutmuştuk da bu kadar balığı ne yapacaktık?
İlk defa bu kadar çok balık tutuyorduk.
Atıp çekiyorduk ve o heyecanla soğuk moğuk dinlemiyorduk.
Sandal balık dolmuştu.

34 YIL ÖNCE ÇEKTİĞİM FOTOĞRAF: Fotoğrafı Meydan-Larousse Ansiklopedisi'nden aldım. Anlattığım dönemdeki balık akınını çok güzel anlatıyor. Görüntü kötü tabii. Kaynak göstermek gibi bir derdim yoktu aslında. Zira ansiklopedide bu fotoğrafı benim çektiğim yazılı.
Balıkçı sandallarının arasında dolaşan büyükçe bir tekne dikkatimizi çekti. "Gümüş gümüş" diye bağırıyordu. Bir sandal yanaştı tekneye. Balıklarını ona aktardı. Biz de yanaştık yanına. “Kaçtan alıyorsun balığı” diye sorduk. Hatırlamıyorum bir fiyat söyledi. “Tamam” dedik ve biz de tuttuğumuz balıkları o tekneye aktardık.
Şaka maka iyi para kazanmıştık.Bu şekilde para kazanma işimiz hep devam etti. Torik akını mı var?. Biz oradayız ve tuttuğumuz balıkları "gümüş gümüş" diye bağıran tekneye satıyoruz.
Arkadaşım da ben de hiç düşünmemiştik tuttuğumuz bu balıkları bu tekne ne yapıyor diye. Para kazanıyorduk ya. Biz ona bakıyorduk.
KABZIMALLIK DOĞRU SİSTİM Mİ?
Bu anımı neden hatırladım?İş hayatına atılana kadar da düşünmemiştim bizim yüzen “kabzımal gümüşçüleri”.
Düşündüğüm zaman da çok hayıflanmıştım.Balıkçılar, tipi altında parmakları "dolma" olmuş balık tutarken, o akıllı adam eli cebinde teknesi ile sandalların arasında dolaşıyor, bire aldığı balığı ikiye balıkhaneye satıyordu. Emek vermeden, sadece teknesinde makine olduğu için. Gençliğimden beri kafamın almadığı bir uygulamadır "kabzımallık". Bir çok ürünün üreticiden tüketiciye ulaşmasında vardır bu aracılar.
Örneğin fabrikadan çıkan otomobil, önce aynı firmanın baş bayiine gider. Baş bayii kârını koyar, bayilere satar. Bayilerde kârlarını koyar, tüketiciye satar otomobili. Devlet de vergisini alır bu arada.
Üniversite yıllarında dayımlarla profesyonel balıkçılığa "tanık" oldum. Onlarla balığa çıktım, azgın dalgalı denizde can pazarının içine çok düştüm. Balıkçıların en büyük varlıklarından biri olan ağlarının “elişkana” yani dipteki bir batığa takıldığını ve ağların parçalandığını gördüm. Kısacası tüm risklerin alındığı bir uğraşıdır balıkçılık. Tarım kollarında da vardır büyük riskler.
Balıkçı tuttuğu balığı ne yapar? Balıkhaneye götürür. Balıkhanede sözüm ona açık artırma ile satılır balıklar. Maksat balıkçının tuttuğu balıklarının değer kazanmasıdır.
Ama öyle mi oluyor? Hayır.
Balıkhanedeki kabzımallar anlaşıp istedikleri fiyattan alıyor balığı ve kârlarını koyup perakendeci balıkçıya satıyor. Onlar da kârlarını koyuyor ve tüketici yüksek fiyattan balık almak zorunda kalıyor.
Balığın çok tutulduğu dönemlerde soğuk hava depoları olmadığı için balıklar Sarayburnu’ndan denize dökülürdü. Sebep çok basitti. Kabzımal balığı almaz, balık satılmayınca da balıkçı bin bir zahmetle tuttuğu balığı denize dökerdi.
Gençliğimizin verdiği heyecanla balıkçıların bir araya gelip, kooperatif kurmalarını ve tuttukları balığı kendilerinin satmasını savunduk.Bir ara denendi bu uygulama. Ama yürümedi.
Neden yürümedi bilemiyorum.
"Emek vermeden para koyarak para kazanma sistemi".
Doğru bir sistem midir bu hâlâ bilemiyorum.
Siz ne dersiniz?

10 yorum:

Adsız dedi ki...

Baba, bence bu biraz da günümüzün gerekliliklerinden doğan bir sistem. Biz kalkıp hale gitmediğimiz için veya ilk üreticiye ulaşmaya çalışmadığımız için onlar çeşitli aracılarla bize ulaşıyorlar. Balığımızı, etimizi ve ekmeğimizi aynı yerden almak istediğimizde mecburen birilerinin bunu bize getirmesi lazım. Bir otomobil üreticisi dağıtım kanalındaki operasyonlarla uğraşamıyor bunu başkaları yapıyor. galiba biraz bu rahata alıştık. Bu rahat uğruna da arada 4-5 tane aracıya para vermeye razı oluyoruz.
Ama günümüzde bence esas "emek koymadan para koyarak para kazananlar" zahmet edip denize çıkıp balık tutanları bile bulmayanlar. Sadece saçma sapan spekülasyonlarla borsada veya döviz fiyatlarında iniş çıkışlara sebep olup arada oluşan farkları ceplerine indirenler. Bunlar da genelde yurtdışı kaynaklı para kaynakları. Para yoktan var olmadığına göre dolaylı olarak günün sonunda bizim cebimizden çıkıyor. Bu sefer cebimizden çıkan para bizim rızamız dışında çıkıyor.
Benim de esas takıldığım bunlar işte.

Punto dedi ki...

Dediğin doğru Sevgili M.Ali. Benim balık tuttuğum dönemlerde henüz ülkemizde borsa yoktu. Paradan para kazanılmıyordu. Şunu görüyoruz demek ki; dünya "adil" olacağına iyice çıkarcı, fırsatçı olmuş.

ERDIL dedi ki...

Sn.Punto Sistem dogruda.Onun kontrolu oldugu müddetce.Malesef o kontrol bizde cok zor.
Dünyanin heryerinde isliyen bir cark.
Kontrol mekanizmasi kendi kurumlari icinde oldugu müddetce tabiiki bu sivil kurumlar olarak tikir tikir isliyebilir.
Devlet veya büyük kapitelin eline düstügü taktirde vay benim tüketicim.
Saygilar.

Punto dedi ki...

Sevgili Erdil; Tüketiciler sanırım en altta kalanlar.

Adsız dedi ki...

Üretici her zaman baştacı edilmeli..Kooperatifçilik maalesef biz de yürümüyor. Gazetede bir köyün kadınlarının kurduğu kooperatifle nasıl sütlerini satıp başarıya ulaştığını anlatan bir haberi manşet yapmıştık...Geçtiğimiz günlerde o haberi bir kez daha gördüm. Kooperatif gittikçe büyümüş. Kadınlar becermiş bu işi...Ama kabzımallık hep var olacak..Kapitalist sistemlerde işler böyle yürüyor..Kimse de buna neden diye kafa yormuyor artık..Kötü bir gidiş. Ama M.Ali'nin dediği doğru, ya kılını kıpırdatmadan para kazananlara ne demeli...Bazı tüketiciler de var ki, Punto Abi, satıcıyı en altta bırakıyor. Biliyorsun, benim müşterilerimin bazıları böyle...

Punto dedi ki...

Sevgili Suzan; haklısın. Sistem bir kere yerleşmiş. Kadercilik de. Üretici işini kadere bağlamış. Emeğinin gerçek karşılığını alma konusunda bir gayreti yok. "Üretici kadınlar" çoğalırsa belki sistemi de delebilirler. Kadınlar bu konuda daha becerikli ve azimli. Senin gibi.

Unknown dedi ki...

Balikcilar biraraya gelip bir motorlu tekne satin alsalar, demek hikayenin sonu degisecekti. Kooperatif de kuramadiklarina gore, at binenin, kilic kusananin deniyor, ne yapilabilir?

Burada sendikalar var mesela. Mafyadan mafya, korkunc kurumlar. Sendika baskanlari, sendika uyelerinden kat kat zengin. Bir kere, Ny'ta, ufacik paralarla film cekimi yapiyorduk. Sendika adamlarini yolladi. Bizi dayakla korkutmus, sindirmislerdi. Neden sendikanin adamlarini calistirmiyor musuz! Ayol film bin Dolar'la cekilen bir film zaten! Burada sendikalar yuzunden filmlerin harcamalari sisiyor da, ufak bir ulkenin milli gelirine bir uyduruk film cekiliyor.

Bilemiyorum. Isin icine insan girdi mi, herseyin bozulmasi icin bir yol bulunuyor.

www.elifsavas.com/blog

Punto dedi ki...

Haklısınız Sevgili Elif. Bazı şeylerin içine insan faktörü girdi mi ne olduğunu anlamak çok zor oluyor.

munevver dedi ki...

Punto Ağabey,
Siz bunları anlatırken, ben de 80 li yıllara gittim.

Bankacılığımın ilk yılları. Kanlıcada oturuyoruz, orada da çalışıyorum. Veznedarımız,( o zamanlar adı öyleydi, bilirsiniz ) Kanlıcalı ve balıkçı. Sabaha karşı balığa çıkar, şube açıldığında bize canlı canlı lüferler ve kofanalar getirirdi. Ne kadar çok balık yerdik. Ya da Hisar'da yolun kenarında balıkçılar tuttuklarını satarlardı.İlk elden bize de ucuza gelirdi. Yıllarla birlikte "kabzımallık" sistemi yayılırken bizler balık yiyemez olduk. Elbette başka nedenleri de var; ama, tüketici de, üretici de şikayetçi bu durumdan. Böyle de gidecek gibi görünüyor.

Sevgiyle,
Nane Limon

Punto dedi ki...

Haklısın Sevgili Münevver. Neydi o yıllar diyoruz her zaman. Sistemler nasıl gelişiyor bilemiyorum ama tüketicinin bin bir zahmetle ürettiği mallardan birilerinin daha çok para kazanmasını hazmedemiyorum.