23 Şubat 2008

Senaryoyu yarılamıştım!…

Ninem der demez Muharrem’den babaannem diye cevap geliyor…Aile özelliklerini fazlaca konuşmak bana böbürleniyor muyuz endişesi veriyor…Ama yazılanları okuyanlar için bir parça açmam gerek…Aslında mini mini sızdırtıyoruz bu sırları!
Ninem (Muharremin babaannesi) inanılmaz faal bir kadındı…Köyün lokman hekimi idi…Düğünlerin değişmez ahçısı …Her düğün kurulduğunda ninemin zerdesini kazan başında patlayıncaya kadar yerdim..Ninem ayrıca köydeki pek çok çocuğun da ebesi!
………
Öncelikle torunları onun için dünyanın en kıymetlisi olmuştu…Ben öğretmen çocuğu olarak bir dönem bu sıcaklığı yaşadım…Onlar hayatta kaldığı süre diğer yeğenlerim, dayılarımın çocukları, kızları, oğulları doya doya bu sevgiden beslenebildiler. Belli etmemeğe gayret etsem de onlara olan derin bağım ve gösterişsiz sevgim, ninemin kokusunu taşır..Bundandır…Küçük dayımın titreyen sesi, büyük dayımın her zaman rüyalarıma giren gülen yüzü, özlediğim sıcak bakışları en karanlık günümde bile hala bana moral verebiliyor!
………….
Bu yakın zaman tablosu…
Savruluş içinde gerçek dramlar var…Dayılarımdan çok babam aile geçmişi ile ilgilenirdi. Babam o günlerde Kenan Evren ile seyahate çıkacağımı öğrenir öğrenmez Kahire’ye gidince mutlaka ara demişti…İngilizce yazışılıyordu…Ben seyahatin boş günü olan son gün onları aramayı planlamıştım…Oysa onlar televizyonda Türkiye Cumhurbaşkanı geldi haberini alır almaz harekete geçmişler.. Beni ikinci gün otel kapısında mihmandar karşıladı…Yeğenim Yusuf’un ikizi diyebileceğim birini gösterere "burada sizin adınızı veren ve akrabanız olduğunu söyleyen biri var…Görüşür müsünüz" dedi.
Genç adama dönüp "merhaba" der demez heyecan içinde bana sarıldı…Onunla evlerine gelmemi istiyordu..Ayrılmam mümkün değildi zira 30 dakika sonra başkanlık sarayında toplantı vardı…Akşam için sözleştik..Öyle üzülmüştü ki…Anlatamam…
………….
Gece beni çok kalabalık bir grup karşıladı…Nerede ise Kahire’deki tüm akrabalar toplanmıştı…İçlerinden biri İtalya’da çalışan mühendis idi..O babama yazıyordu…İtalya dönüşü uğrayacağını da söylemişti…Hayat şartları zordu…Ev bulmak keza…Çok eski ve büyük bir binanın son katlarından birinde oturuyorlardı… Benden hiç aklınıza gelmeyen bir şey istediler…"Sizin şarkılarınızdan birini dinlemek isteriz" dediler…Hemen biri klavyenin başına geçti…Yabancı bir melodi değildi ama çıkaramadım…Hayretle yüzlerine bakmış olacağım ki, açıkladılar…
"Bu dedemizin bir köşeye çekilip mırıldandığı türkü idi" dediler…
Türkü tanınacak gibi değildi…Ter basmıştı…Aklıma gelmiyordu doğru melodi… Bir yığın soru geldi.. Ama aklım türküye takılıp kalmıştı…Sonunda hızla klavyeye geçtim..Bir iki derken birden melodi çıkageldi.."Çayeli’nden öteye" diye başladım..Sanırım klavyenin ses kaydeden bir sistemi de vardı..Türküyü dinleyenler daha doğrusu büyükler ağlamağa başladılar..Bu o melodi diye..
…………
Biraz müzikal olsun diye ekledim….
Köydeki tahta kütüphanede kalın bir defter vardı…İçinde yarıya kadar getirdiğim ALİ DEDENİN kanlı gömlek hikayesi…Öldüğüne inanılsın diye gömleğini elini kesip kana bulayarak Rize’ye yollamıştı! İşte kanlı gömleği…Ölüm haberi..Ayrıca defterde Kurtuluş savaşının Arabacılar kahyası Anadolu’ya silah kaçırma olayları da vardı…
Nasıl oldu bilmiyorum…O defteri bir şekilde Çapari defteri yapmışız!…Yazdıklarımı bulamadım ama bu kayboluş, defteri kaybetmem, unutmama yetmedi!
……

3 yorum:

Muharrem Kaptan dedi ki...

Yalçın abicim bizi yine duygu seline kattın götürdün. O kitaplık hala duruyor içindeki tüm kitapları gençliğimde okumuştum. Ama o deftere rastlamadım herhalde benden önce uskumru çaparilerine yuva olmuştur. Kanlı gömlek hikayesini ilk defa duydum sendeki bilgileri paylaşırsan çok mutlu olurum.Saygılar.

Adsız dedi ki...

Sevgili Muharrem; Biliyorsun anneannem çok konuşmazdı…Biraz ondan…Biraz Şevki dayıdan biraz da Sibirya'da esir kalmış Beykoz'daki dayıdan duymuştum… Askere alındığında bir oğlu var ve eşini çok seviyor…uzun bir bekleyişle evlenmiş…Savaş uzuyor..Haber gelmiyor…
Eklenecek bölüm yurda döndüğü zaman İstanbul'da da umutsuz bir bekleyişe girdiği…Hemen dönmüyor ..3 ay kadar kalıyor..Karar vermesi zor olsa gerek...Karar veremiyor…Farklı şeyler duyuyor…Durumu iyice anlayabilmek için Tophanede bir yerde gelip gidenlere yakın kahvelerde takılıyor…Buralardan gelen haberleri dinliyor…Bakıyor ki ortaya çıkıp ben sağım demesi pek çok sıkıntı daha yaratacak…Hayatta iken ölüyor…Benim hoşuma giden anlatım bu oluyor her seferinde..Ali dede onca şeyden yurdundan onca uzakta kurtuluyor ama kaderi onu kendi ülkesinde hayatta iken öldürüyor!.Hem de kendi istedi ile..
O dönemde kayıp olarak kalmak geride kalanlar için daha zor..Zaten eşi de bir süre beklemiş…Bu bir süre üç beş ay değil…Birkaç yıl…
Ağızdan ağza geldiği için anlatımlara çok dikkat etmek gerekiyor..Farklı detaylar var..Ama hepsinde müşterek olanlara daha çok güveniyorum…İnce bir ruhu var…Oğluna hatıra kalması için yanında getirdiği eşyaları sandık yapıyor…Haberi köye götürecek adamla üç beş kere konuşuyor..Onunla arkadaş oluyor..Belli bir zaman sonra ondan emin oluyor ve sandığı ona teslim ediyor.Bu sandıkta eşi için kumaş var…Oğlu için giyim eşyası var..Kendini öldü sanmaları için ise gömleklerinden biri…Yırtıyor..Kana buluyor ve sandığı teslim ettiği adama iki satır yazı yazıp veriyor..Hikaye basit "Benimle uzun süre birlikte oldu..Birlikte savaştık…Kendine bir şey olursa bu sandığı yazdığı adrese emanet etmemi istedi" diyor.Kağıtta köyün adresi…Ağabeyinin adı..Eşinin adı var…Yazı onun el yazısı..
İnandırıcı oluyor..Mısırı tercih ediyor zira ona yardım edenler var…Hikayenin devamını biliyorsun…YK

Muharrem Kaptan dedi ki...

Paylaştığın için çok teşekkür ederim abicim.Başkalarınıda bekliyorum.Bizden öncekiler sağolsunlar ısrar edersek bir şeyler anlatıyordu.Biz öyle yapmayalım anlatılabilecekleri bizden sonrakilere bırakalım.Saygılar.Muharrem