16 Ağustos 2011

Çıralı yaktın çıramızı!

İki senedir özlemimdi Çıralı, Yanartaş...Adrasan'a gittiğimizde geçen yıl gidemedik ya, bu yıl kesin gidelim diye düşünmüştüm. Ama burasının Türkiye olduğunu düşünememiştim nedense..İyi de herkesi buna ortak etmek şart mıydı?

Biri 5 yaşında süslü bir prenses, diğeri topuklu ayakkabılı madam, 10 yaşında bir Afacan, 20 yaşında parmak arası terlikli isteksiz ergen, süslüyle Afacan'ın tedirgin babası ve benim gibi bir gönüllü daha eşim, birlikte çıktık yola. Adrasan'a 10 km sandığımız Çıralı, iniş, çıkış giriş derken 37 km'ye çıktı. Eşimin 10 dakikada gideriz dediği yol 1 saat sürdü. Gidiş dönüş sadece yol, 2 saat. Bütün bunların üstüne otelin sahibinin "Orası gece güzel olur, yemekten sonra gidin" uyarısı. Döndüğümüzün pardon dönebildiğimizin ertesi günü, kendisine saygılarımı ilettim ama yine de rahatlamadım ve hıncımı yazıdan aldım. Kusura bakmayın. Ben yandım, siz yanmayın:)
Yanartaş, Çıralı köyü yakınlarında doğalgaz kaynağı. Taşlar arasından alevler çıkıyor. Bir doğa harikası anlayacağınız. Yunan mitolojisine bile konu olmuş Yanartaş. Mitolojiye göre kanatlı at Pegasus'un sırtındaki Bellerophontes, ateş soluyan canavar Kimera'yı burada öldürmüş. Halen yanmakta olan ateşin canavarın ağzından çıktığı söyleniyor. Bazı tarihçilere göre de ilk olimpiyat ateşi buradan getirilmiş.
Mitolojiye canımız feda, düştük yollara. Adrasan'ın virajlı yollarından anayola çıkıp Çıralı levhasını görene kadar Antalya istikametine doğru gittik. Süslü, afacan ve ergen yolda uyuyup kaldılar. Afacan'ın kafası benim kollarımın üzerinde gittikçe ağırlaşan bir gülleye dönüştü, bacakları ahtapot gibi annesine dolandı.
Uykuda arada sırada attığı tekmeler de cabası. Süslü prensesimiz babasının kucağında deniz yatağıdaymış gibi terledi. Ön koltuğa ergeni oturttuğumuza sevindik. Eşim bütün iyimserliğiyle "geldik geldik" diyordu ama bir türlü gelemiyorduk...Çıralı'dan saptık, yine virajlı yollar.. Acaba doğru yolda mıyız endişesi altında ilerlemeye devam. Yoldan Çıralı 9 km. Ama sanki kimse gelmez diye kandırmışlar. 18. km'de Çıralı'yı görebildik. Çok şirin butik oteller, pansiyonlar, otantik bir çarşı, Türk kahvesi, fal vs..Biz hala "dönerken burada bir kahve içelim" iyimserliği içindeyiz..Sadece iyimserlik değil, aynı zamanda terler içindeyiz. Tamamen turistik olan Çıralı köyünün dar yollarında ilerlerken yüksek bir tepede ilk ateşi görünce ateşi bulan ilk insan kadar sevindik. 'Ter kardeş' olduğumuz çocukları uyandırdık. GELDİK GELDİK!!!
Büyükçe bir araziye aracımızı park ettik. Mis gibi çam kokusu. "Ohh deydi be, iyi ki geldik". Çocuklar hemen hazır asker oldular, Allah için. Otopark gibi yerde herşey düşünülmüş. Yol karanlık diye kiralık fener var. 5 TL. Su da almak lazım, küçük su 1.5 TL..Yukarıda ateşin yanında şarap içmek isteyenlere şarap, tirbüşon..İsteyene votka..
Tırmanıştan önce içmekte fayda var çünkü ayık kafayla çıkılacak yol değil. O da ne giriş kişi başı 3.75 TL...Masada bir adam bilet kesiyor, aydınlığın son yüzü. Bundan sonrası zifiri karanlık.. Ateş böceği gibi fenerler ışıldıyor sadece. Yokuş yokuş ama bildiğiniz gibi değil. Bir kere her yer eğri büğrü taş ama kaygan. Herkesin ayağı kaysın, mitolojinin derinliklerine dalsın diye. Ecel terleri dökerek ilerliyoruz. Ben prensesi koruma görevini üstlendim. Eşim fener tutuyor yolumuza. Topuklu ayakkabıyı bir daha rüyasında bile giymek istemeyen madam, tedirgin kocasına emanet. Adamcağız karısı ha düştü ha düşecek diye elinden ve belinden tutmuş, ecel terleri döküyor.
Afacan da isteksiz ergene emanet ama afacanlık yapacak durumu yok. Ha eşimde bir de benim fotoğraf makinemle, üç ayağım var. Ateşi gördüm de üç ayak kurup çekmesi kaldı. Aslında fotoğraf makinemi kimseye bırakmam ama enişte, prensesi kastederek "Bizim sana emanet ettiğimiz şey, daha kıymetli" deyince akan sular durdu. Taşlara yan basarak ilerliyoruz. Eşim ışıkla önden gittiği için komutları ondan alıyoruz. "Sağdan gelin, soldaki taş daha kaygan, yan basın, dik basın, yüksek taş var dikkat" gibi komutlar. Ara ara durup soluklanıyoruz. Enişte en sonunda "biz sizi burada bekleriz siz çıkın" deyip havlu attı. Yok öyle. Herkes birlikte sürünecek. Yukarıdan inenler, "geldiğinizin üç katı daha var" diyerek bize moral veriyorlar.."Değmez abi çıkmayın, iki küçük ateş" diyor kimisi. Elimi sımsıkı tutan prensesin gıkı çıkmıyor, keşiften memnun ama ara ara "teyze dur, elimin terini sileyim" diyor.. Madam ara ara kayıyor, hepimizin yüreği ağzımızda. "Ne maceraya attım herkesi diye üzülüyorum ama gecenin bu vakti Bağdat Caddesi kadar kalabalık bana yaptığımın yanlış olmadığını söylüyor. En azından yalnız değiliz. "Hayvan vardır di mi teyze" diyor ufaklık. Korktuğunu biliyorum ya "Onların hepsi uykuda" diyorum. Eziyetin ilk bölümünün sonuna yaklaşıyoruz galiba, rahatlamış sesler geliyor. "Bilseydim sucuk getirirdim" diyor biri.
Olimpiyat ateşiyle de Poseidon'un sönmeyen ateşiyle de tanışıyoruz. Her yanımızdan ter damlıyor. Ben çoktan beri bu kadar terlediğimi hatırlamıyorum. Fotoğraflarda görürsünüz, terden pırıl pırıl parlıyoruz. Evet fotoğraf çekiyorum. Bu kadar sıkıntıyı ölümsüzleştirmemek olmaz. Üç ayağı kuracak yer yok. Her yer eğri, büğrü. Bizimkilerin poz verecek hali bile kalmamış. Ama eşim sigarasını Poseidon'un söneyen ateşiyle yakıyor. O kadar eziyete bu kadar keyif az ama..
Dinlenip inişe geçiyoruz. İnişin çıkıştan daha zor olduğunu biliyoruz. Kayma riskimiz daha fazla. Bizi kendilerine yoldaş edinenler var. Beraber inelim ki düşen diğerine yardım etsin. Çıralı kardeşliği işte. "Uymayacaktık bu deli, gençlere" diyor biri, herhalde orta yaşlarda. Yüzünü göremediğimiz için yaşını çıkaramıyoruz. En kaygan yolu da atlatıyoruz. Ellerimiz yine sırıl sıklam. Prenses yine durup elini kuruluyor. Düzlüğe yaklaşıyoruz. Az kalması düşmeyeceğiz anlamına gelmiyor ama turu bitirme umudumuz artıyor.
Yolun sonunda masada bıraktığımız son aydınlık yüze yaklaşıyoruz.
- Burası kimin kontrolünde?
- Milli Parklar Genel Müdürlüğü.
- Kaç kişi kolunu, bacağını kırdı burada?
- Çoook...
- Solar ışık koymakta mı zor yollara? (Işıl ışıl parklara bile bu ışıklardan koyanlar, burayı niye görmüyorlar?)
- Söylüyoruz ama...
- Ben yazayım bunları..
- Nerede abla?
- Akın Abi'nin bloğunda....
- Yaz Abla…

2 yorum:

Filiz Morkoç dedi ki...

Meşakkatiniz bol ama yazısı çok eğlenceli olmuş Suzan Abla, eline sağlık.. Demekki neymiş, çocuklarla Çıralı ya çıkılmayacakmış:-)))

suzan dedi ki...

Teşekkürler Aklımdakiler..Evet çocuklarla çıkılmayacağının dersini aldık ama büyüklerimiz de umarım birkaç kişi daha kolunu bacağını kırmadan ders alır ve yolu ışıklandırıp korkuluklar koyar. Giriş parası almakla iş bitmiyor. Bunu anlatmak lazım..