20 Nisan 2012

"Kurtuluş gemisini nasıl kurtarmıştık?"

Muharrem Kaptan “yaşanmış” hikâyeleri anlatıyor:
     Örf ve saygıları yüzünden büyüklerimiz hiç bir şeyi bizle paylaşmadılar. Ağızlarından neredeyse kerpetenle söküp aldığımız yaşanmış hikâyeleri bizden sonrakilere ibret olması için affınıza sığınarak sizlerle paylaşıyorum:

     Duatepe ‘nin yanarak batmasından sonra Giritlioğlu Hacı Şakir Reis’in oğulları, Tavilzade Muharrem Beyle ortak daha önce padişahların gezi teknesi olan  80 tonluk bir ağaç gemi aldılar. Gemi baş tarafında bastonu ve bodoslamasından itibaren kapalı mahalli olan yat tipi bir gemiydi.

Buradan sonrasını Arslan amca’nın anlatımıyla yazacağım;

Daha 15-16 yaşlarındaydım yeni alınan gemide çalışmak için İstanbul’a geldim. Gemiyi Perşembe pazarında’ ki tamirhanelerin birine çekmişler. Yatağım sırtımda orada gemiye katıldım. Gemide kamara falan yok, sadece baş tarafta depo gibi kapalı bir yer var. Kapısı kilitliydi, kilidi açtılar ve ben yatağımı orada bir yere koydum ve çalışmaya başladım. Geminin her tarafı elden geçirildi. Baştaki baston kesildi, kamara yapıldı, kargo gemisi haline döndürüldü. Kış mevsiminde gemiye gelmiştim, ısınacak bir şey yoktu.Bir de geceleri soğukla mücadele ediyordum. Yaza doğru gemi bitti. Gemiye Y. KURTULUŞ adını vermişlerdi.
 Her tarafı raspa edilmiş boyanmış gelin gibi olmuştu. İlk seferimiz Zonguldak’tan kömür yüküydü. Zonguldak’a geldik, o zaman liman yoktu, ufak mendireğe benzer bir duvar vardı orada başka gemilerin üzerine yanaştık. Gece hava bozdu. Dalgalar gemileri etkilemeye başladı. İki gün gece gündüz hiç uyumadan elimizde usturmaçalarla gemiyi korumak için koşuşturduk. O gelin gibi gemide ne küpeşte ne boya kalmıştı. Hava kalınca kömürü yükledik İstanbul’da Paşabahçe koyuna demirledik.
Mustafa amca (Mustafa kaptan) burada vardiya tutmaya gerek yok dedi, herkes evine gitti. Rahmetli Selahattin’le (Hisar gemisinde ayağı kırılan, eşek adasında donarak ölen Mehmet Girit kaptanın oğlu. Sonra İzmir’de kılavuz kaptan olan Selahattin Girit) ikimiz gemide kaldık. İkimizde daha çocuğuz. Zaten Zonguldak’ta iki gece uyumamışız, bizde yattık uyuduk.
Bir ara bir sesle uyandık ki sabah olmuş, hava Batı’dan kaçık yapmış, Büyükdere’den doğru esen sert rüzgâr geminin demirini taratmaya başlamış. Meğerse sahildeki insanlar bize sesleniyormuş. “Selahattin ne yapacağız” dedim. “Demir alıp yeniden atabilir miyiz, zaten tarıyoruz, karaya gideceğiz bir deneyelim” dedik.
Selahattin zaten makineye bakıyordu.Sen makineyi çalıştır ben demiri alayım sana dediğim zaman ileri geri yaparsın dedim.
Baş tarafa koştum ırgatın benzinli makinesi vardı onu çalıştırıp demiri alacaktım. Kolu taktım çevirdim çalıştıramayınca geri tepti, kol göğsüme vurdu ve düştüm. O acıyla tekrar kalkıp makineyi çalıştırdım. Demiri aldım, hemen dümene koştum, serenin üstünden uçuyordum adeta. Şansımıza geminin başı açığa doğruydu, Selahattin’e ileri ver dedim. Makine zaten hazırdı hemen ileri verdi, sahilden uzaklaşmaya başladık. Gemiyi karaya gitmekten kurtarmıştık.
 Yeniden demiri attım, gemi rahatlamıştı. O arada gemini küpeşteleri çok yüksek olduğu için dışarıya açılan bir kapı vardı, sandal da orada bağlıydı. Sandal kapıya vura vura kırılmış batmıştı. Eve gidenler sahile gelmişle,r Mustafa Amca işaret ediyor, sandalla gelip bizi alın diyor.
 Ben de parmağımla batmış sandalı gösteriyorum yok battı diye işaret ediyordum. Neyse oradaki kum gemilerinin birinin sandalıyla geldiler. Bizim kırık sandalı görünce bize bağırıp çağırmaya başladı.
 Bizi dinlemiyordu. Sahilden bizi seyredenler baş tarafta makinenin kolunun bana vurduğunu görenler beni öldü zannetmişler. Mustafa Amcaya da “çocuklar gemini kurtardı sen onlara bağırıyorsun” dediler.
Kalbimiz kırılmıştı. Selahattin’le yataklarımızı toplayıp denk yaptık “biz gidiyoruz” dedik. Mustafa Amca önümüzü kesti, bizi zorla durdurdu ve ikna etti.
Çalışmaya devam ettik. Bir iki yıl İzmir den Antalya’ ya yük taşıdık. Yine bir sefer İzmir’ den Antalya’ya yük alıyorduk. Fuar da makine teşhir eden bir tüccar baş ambarı bana ayırın iki üç güne kadar fuar bitiyor malzemeleri Antalya için yükleyeceğiz dedi. Bizde diğer yükü aldık arka ambar doldu.
Motosiklet’ler vardı, onları da ambar üstüne aldık. makineler de gelmişti onları da yükledik ama geminin kıçı yine yükselmedi. Karşıyaka’ ya geçip yakıt aldık, gemi iyice kıçlı olmuştu. Tekrar Alsancak’a geldik demirledik.
 O Zaman kaptanımız Sait kaptandı. Sahilde oturuyordu. Geminin kıçı gittikçe batıyordu. Kıç tarafta üzüm dolu kasalar vardı, onları zincirliğe taşıdık ama pek bir şey fark etmedi. Biraz sonra sahilden bağırmaya başladılar, hemen kıça koşup baktık ki kıç altı su doluyordu. Ve gemi kıçının üzerine suya gömülmeye başladı . Baş taraftaki benzinli motorun deposunda ki benzin akmış tutuşmuştu. Ama gemi battığı için yangın büyümeden söndü. Biz de ayrıldık.
Bir ay kardeşim Zekeriya ile Bornova’ da durakta yattık. Çok sefillik çektik. Daha sonra Rize’ye döndük….

 Arslan Amcanın bana anlattığı yaşanmış hikâye böyle.
     Gemiyi çıkarıp yeniden seferlere başladılar. Babam evlendikten sonra ben doğmadan o gemide de Y. KURTULUŞ’ ta Mustafa amcasının oğlu Sait kaptan la Usta gemici ve aşçı olarak çalıştı.

Hiç yorum yok: