24 Eylül 2007

"Hayat dizi gibi" de ikinci perde

ÖZET: Seksenine merdiven dayamış Hatçe Nene, Altınoluk’ta Rumlar’dan kalma eski bir evde oturmaktadır. Bir gün Ali Dirik adlı bir yönetmen, köyde bir dizi çekmek ister ve Hatçe Nene’ye evini üç günlüğüne 100 milyon liraya (100 ytl) vermesini teklif eder. Hatçe Nene’nin şartları vardır... Filmle birlikte Hatçe Nene’nin de anıları canlanır, onu yıllar önce terkeden eski kocasının bile döneceğine inanır. (Yazının tamamı Mart 2007 tarihiyle punto arşivinde)

Hayat Dizi Gibi (2)
(Çok geç kaldığı için özürlerimle...)

“Yakalım canlarını, it soylarının” dedi, Pepeyi İbrahim...Ahmet Çavuş “geliyorlar, hazırlan” diye bağırdı İbrahim’e... Seyfettin’in Çamı, Mecittepe Dede ve minareye yerleştirilmişti makineliler... İbrahim, “bizi keklik gibi avlayacaklar, gavur oğlu gavurlar” dedi, burnundan soluyarak...
Bahçedere’den gelen Çetebaşı Musa, Arnavut Aziz, Kara Kadir, Nuri Tepe, Arıklılı Rıfat’ın desteği yetişti imdada...Çetindi çatışma..Onların mermileri vardı, çetenin hırsı...Ayvacık’ta bozguna uğrayan Yunan askerleri de gelince Papazlık, savaş alanına döndü.
YUNAN İŞGALİ ALTINDA
Papazlık, 3 yıldır Yunan işgali altındaydı...Yunan askeri birlikleri Papazlık’ı iyice sahiplenmişti. Çeteyle Yunanlı askerler çatışıyordu ama, Rumlar’la Türkler’in köklü dostluklarını bitirmiyordu bu....Hasanaki, evini Amet Dayı’ya emanet ediyor. Ziya Amca’nın Hristo ile kapışması, kahvedeki pişpirikle sınırlı kalıyordu. Eleni ile Fadime’nin tek kavgası ise evcilikteki bebek paylaşımıydı. Çetelere katılan oğlu yüzünden baskı gören Bakırlı İsmail’i İnatyu ile Kindapu kurtarmıştı, Rum askerlerinin elinden.
PAPAZLIK KURTULUNCA..
Refika, kömür siyahı saçlarını beyaz gerdanına doğru tararken, Refik Bey’i düşündü...Acaba ne yapıyordu, şimdi...O da Refika’sını düşünüyor muydu. Yunan, artık Ege’den denize dökülmüştü, Papazlık da kurtulmuştu. Şimdi sıra onlardaydı...Savaş bitmişti, düğün dernek zamanıydı artık. Vatanda düğün vardı...Kurtuluş düğünü, özgürlük düğünü...O da Refik’ini istiyordu artık..
“Ah bir kavuşabilsem” diye iç geçirdi...Huriye Hatun, gül gibi kızını zengin bir yere vermek istiyordu. Refik Bey, güzel Refikası için biçilmiş kaftandı.
GİZLİ GİZLİ BULUŞMALAR
Refik Bey, köyün beyinin oğluydu.. Zengindi, yakışıklıydı...Ama bunlar yetmiyordu ona. O, Refika’sını istiyordu. Gizli buluşmaları daha ne kadar sürecekti. Babasına açtı konuyu bir akşam..Zaten biliyordu Mehmet Bey. Ama oğluyla yüzleşmemişti. İstemiyordu Refika’yı..Oğluna uygun değildi, “Davul bile dengi dengine oğlum” dedi. “O kız bu eve gelin giremez” Yunan çetelerinin bile Refika’ya göz koyduğu söyleniyordu dilden dile. Kapattı konuyu Refik Bey..Ta ki o korkunç geceye kadar.
İçti, içti, içti bir akşam, dikildi babasının karşısına Refik, “Baba, Refika’yı almazsan bana, evlatlık etmem sana” dedi. Mehmet Bey, “Ben bir kere olmaz derim, oğul” dedi...Koca beydi, bugüne kadar herkese söz geçirmişti. Sözü geçmiyordu oğluna işte...Böyle mi aciz olurdu bir bey. “İstemem” dedi, diretti. Kaptığı gibi tüfeği Refik, üç hayatı da bitirdi...Babası yoktu artık, Refika’nın yerini de vicdan azabı aldı. Refika ise karalar bağladı uzun yıllar...
Ancak bir kere adı çıkmıştı Refika’nın, sadece adı değil, türküsü bile çıkmıştı:

Derelerin ayazı
Aman da Refika’m
Gül memenin beyazı
Çok bekledim gelmedin
Fidan da boylu Refika’m
Çok çektirdin ayazı


Dere kunduzu musun
Aman da Refika’m
Seher yıldızı mısın
Çok bekledim gelmedin.
Fidan da boylu Refikam
Miralay kızı mısın...

Dereleri aş da gel
Pencereden kaç da gel
Refik de Bey’i seversen
Top zülüflü Refika’m

Adatepe yolunda
Altın saat boynunda
Refika Hanım’ı sorarsan
Refik Bey’in koynunda

Çocukların bile diline düşünce Refika, bakamaz oldu, komşularının yüzüne...Anneciği de terketti onu. “Belki görüşürüz, öbür dünyada” dedi son nefesinde.
BİR ÇİFT MAVİ GÖZ...
Genç Türkiye Cumhuriyeti, bayrak bayrak dalgalanıyordu o sıralar. 1923 yılının soğuk bir kış günü, vatanın kurtarıcısı Mustafa Kemal Atatürk, eşi Latife Hanım’la birlikte Edremit’e geldi. Refika da vardı O’nu görme şerefine erenler arasında. Tüm dertlerini unutmuştu, Refik’ini, anneciğini, türküsünün sözlerini bile. Bir çift mavi göz esir almıştı onu... Atatürk, onuruna verilen yemeğin ardından hastane caddesini hınca hınç dolduran halka seslendi. Pür dikkatti Refika, yüreği pır pır ediyordu. “Muhterem arkadaşlarım, yurttaşlarım, hakkımda gösterdiğiniz teveccühlere fevkalede müteşekkirim, benim için fazla rahatsız olmayınız” dedi Atatürk. Edremit gençlerinden Mehmet Şah atıldı hemen “Paşam sizi mukaddes savaş yolundan ne Selma’nın aşkı, ne İngiliz’in parası ne de Avrupalıların gönderdiği şunlar bunlar çeviremedi. Siz bu aziz yolda yürüyerek düşmanı istilaya çıktığı yerde denize gömdünüz. Bırakın da sizi doya doya görelim” diye bağırdı.
Büyük kumandan “Ben bir şey yapmadım, zaferi kazanan millettir, bu şeref ona aittir” cevabını verdi. Gözlerinden yaşlar süzülenler arasında Refika ön sıradaydı. At arabasıyla bir günde gittiği Edremit’ten, yine bir günde köyüne döndü. Aklından çıkmadı o çakmak bakışlar, mavi gözler...Minnettardı atasına. Tüm Türk milletinin olduğu gibi...
Papazlık’tan papazların çıkma zamanı gelmişti artık. Lozan Anlaşması’yla gelen mübadele, yeni bir sayfa açıyordu hem insanlık tarihinde, hem yüreklerde. Tarihi değil belki ama, yürekleri kanatıyordu.
Eleni, bütün bebeklerini Fadime’ye bıraktı ağlayarak. Hasanaki’nin evi, artık tümden Amet Dayı’ya emanetti, kızının çeyizlerini de bıraktı Amet’e Hasanaki..”Ola ki bir gün dönersem” dedi, “Sakla bu çeyizleri”...
Amet, “Emanete hıyanet etmem, bilirsin” diye karşılık verdi. Hristo, Ziya Amca’yı “son bir pişpiriğe” davet etti...İnatyu ve Kindapu, ardı ardına sarıldılar Bakırlı İsmail’e..."Hakkınızı helal edin” dedi İsmail, “ikiniz de”. İnatyu da Kindapu da “Bizden yana helal olsun” dedi yürekleri titreyerek.
Ege’nin öte kıyısına gönderirken dostlarını, gözlerinde yaş yüreklerinde sızı vardı, Türkler’in...
Önce inceden yanık bir ses duyuldu odada, sonra yükseldi ses, Hatçe Nene’nin yüreğini delercesine:
Derelerin ayazı
Aman da Refika’m
Gül memenin beyazı
........
Kalkıp kapadı televizyonu Hatçe Nene. Annesinin türküsünü nerede duysa hemen oradan uzaklaşmak ister, onun çektiği çileler yüreğini dağlardı. Çok küçükken onu bırakıp Yunanistan’a giden annesini de affetmemişti, tıpkı eşini affetmediği gibi..
”Şeherli Delikanlı yavuz yapmış diziyi ” dedi Hatçe Nene Ali Dirik’i kastederek. “Tıpkı annemin hayatı”...
“Ama sonu bu türküyle bitmeseydi keşke...”
...............................................
NOT: Papazlık’ın adı 1927’den beri Altınoluk. İsimlerin çoğu gerçek, olayların ise Atatürk’ün Edremit’e geliş bölümü dışında gerçekle bağlantısı yok. Refik Bey ve Refika Hanım’ın aşkı gerçek ancak anlatılan kurgu.
Hıfzı Aksoy’un “Geçmişten Günümüze Altınoluk” ve Zekeriya Özdemir’in Adramyttion’dan Efeler Toprağı Edremit’e kitabından yararlanılmıştır...Refika’nın fotoğrafı bugün Adatepe’deki Zeytinyağı Müzesi ve Adatepe Zeytinyağları’nın logosu haline gelmiştir...

6 yorum:

Alp ve Ege'nin Annesi dedi ki...

Devamini d�rt g�zle bekliyorum...

Punto dedi ki...

Umarım Suzan Abla yazılarını uzun aralıklarla değil sık sık yazar artık.

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Ellerinize sağlık, ne kadar güzel bir yazı olmuş.. Önce bir hızla okudum sonra da bir bardak çay eşliğinde sindire sindire..

Unknown dedi ki...

Çok dokunaklı ve çok güzel bir Ege hikayesi. Yazanın da sayfasını açanın da eline sağlık Punto Amcam...

Punto dedi ki...

Sevgili Ayşegül, Sevgili Mahzun Prenses; olumlu yorumlarınız inşallah Suzan Abla'nın gücüne güç katar, sık sık güzel yazılarını bu günlük aracılığıyla bizlerle paylaşır.

Adsız dedi ki...

Merhaba, Alp@Ege'nin annesi. Ben de sık sık yazmayı umuyorum. Okuyanlar olunca, insan seviniyor. Teşekkür ederim..Alp ve Ege'yi de öperim...