4 Aralık 2011

YÜZLEŞE YÜZLEŞE DÜZLEŞTİK!...

Hemen her TV’ deki konuşmalar bu hafta içinde prim yaptı ve yüksek bir tempoya ulaştı. Söyleştiler, yüzleştiler... Pandora’nın açılmadık kutusu, söylenmedik kötüsü kalmadı! Yüzleşenlerin yüzlerine baktım... Suratları gitmiş, gergin suretleri kalmıştı! Bu suretle, yani yüzleşe yüzleşe, gerçeği öğrenme umudumuz gene kursak nahiyemizde kaldı! Yüzleşe yüzleşe yüzümüzde yüzler açıldı! Ne iyi oldu...Ne çok bilen ne çok küfreden ne çok nefret eden varmış!  Bir sorunu daha çözdük... Geleceğimizin temelini... Ninni, ninni. Dinliye anlaya, anlata araştıra, karıştıra değiştire eğire büke bugünkü düğümden yarınki kör düğüme bağladık! Gidiyoruz... Hece hece... Gece gece...
Yüzleşenlerin hemen hepsi birbirine yüz vermedi... Ak diyene kara karşı çıktı... Bu iş bize uymuyor diye düşündüm... Bize uyan her zaman birinin arkasından ver yansın etmek... Yüzyüze gelince nedense daha kibar bir hal alıyoruz... İktidarın üst düzeyinde can alacak cümle mutlaka irad edilen metnin münasip yerine giriyor! Sayın Bakanımın dediği gibi... Buyurdukları vechile... Yani yüz süre süre... Yüzleşme içinde yüzüyoruz...
Dersimiz Dersim ile başladı... Tartışmalar seline kapılıp sürüklendik... Sarsmadığımız mantık, ters yüz etmediğimiz gerçek kalmadı...Hükümetin başı, Türkiyenin Başbakanı devleti suçladı... Necip Fazıl Kısakürek’in “Son Devrin Din Mazlumları” kitabını hatırlattı... Belge adı ile sundu! Dini tarafın kokusunu, korkusunu elinden bırakmadı... Kurtuluş Savaşının önde gelenlerini Atatürk ve dava arkadaşlarını, İsmet İnönü’yü suçladı. Siyaset sahnesinden inmedi... Dersim politikasındaki acıları anlatırken, acı acı suçlarken dönemin Başbakanı Celal Bayar’ı sadece zikretmekle yetindi. En iyi özet CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç'ten geldi. “Özür dilemek bir şey ifade etmiyor. Önce araştıralım, belki özür dileyecek bir şey yok. Bu iş çok acı bir olay. Geçmişte birtakım olaylar olmuş ama bu olayları gündemde tutmak kimseye fayda kazandırmaz” .
Gele gele uçurumun başında ona da rastladık! MARDİN Valisi Turhan Ayvaz hazretlerini dinlerken kin ve nefret üretmenin ne denli önde olduğunu da gördük!.. “Kahraman olarak bildiklerimizin aslında hain olduğunu yeni yeni öğreniyoruz”. Siyaset rüzgârı ile yelken dolduran, iklimden kuvvet alan iktidarın memurlarını, pardon, valilerini sahnede yeni yeni ve giderek daha sık görüyoruz...
En zoru kolay kılıyoruz... Oturup söyleşiyoruz... Yüzleşe yüzleşe düzleşiyoruz... Gerçeği sözde bırakan sözlü tarih yaratıyor, yorgunluktan yanlış yahu diyemeden herkesi akıl tutulmasına tutuklu kılıyoruz. CHP milletvekili Rüstem Batum anlatıyor. Dinler gibi yapıp, anlar gibi bakıp ne oluyor diyemiyoruz... Kaçma tehlikesi, gerekçesi ile tutuklu yargılanan mahkûm hastaneye tedaviye geliyor... Hastanede unutuluyor ama kaçmıyor... Zaten kaçma tehlikesi yaratıyor ya... Ona yetiyor yarattığı tehlike... Hastanede bekleyip duruyor. Aklına nedense kaçmak gelmiyor... Aklını belki de hapishanede bırakmıştır... Bekliyor... Bakıyor... Onu hapishaneye götürecek araç gelmiyor... Sonunda kendi imkânları ile hapse dönüyor... Mahkûm kaçmıyor ama gerçek gözden kaçıyor... Kaçmayan mahkûm için kaçma tehlikesi vardır gerekçesi ile tutukluluk hali sürüyor. Hikâye allanıp pullanıyor mu yoksa yalanlanıyor mu?
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz neyi savunuyor dersiniz... Öfkesi ne anlatıyor? İleri demokrasi içindeki katılım ruhunu mu?.. Bedelli askerlik konuşulurken öfkeleniyor... Yüzleşe yüzleşe geleceğimiz yeri gösteriyor. Bakanı kızdıran soru şu: “Bu konuda Genelkurmay’dan görüş aldınız mı”.
Bakan Bey bu soruya çok kızmış soruyor; “Genelkurmay evet dese ne olacak, hayır dese ne olacak? Son söz milletvekiline ait değil midir, son söz TBMM’ye ait değil midir”.
 Hemen eklemek gerek... Son söz mutlaka birine aittir! Sadece milletvekiline değil, biraz da millete ait olursa çok da uygun olur! Ya iktidar öfkesi kime aittir? Bu öfke ve bu hazımsızlık iktidar olma şımarıklığı mı?.. Gazetecilerin işi, Başbakanın patronlar ve genel yayın müdürlerini topladıktan ve sohbet edip dertleştikten sonra biraz daha çıkmaza girmiştir. Bırak hesap sormayı soru soramaz hale gelinmiştir. En masumunu sorabildik mi? Öğrendik mi?
Başbakanımızın hastalığı ne?
Önümüzde ne var? Bu viraj nereye kadar, incesini, geri planını kıvrımını, inişini yokuşunu soramıyoruz! Akıl almaz ne varsa aklımıza sığdırdık... Bu doğru olabilir mi? Düşünemiyoruz! Sığlaştık... Gerçeği nereye koyarsak koyalım görünmez oluyor... Göremiyoruz... Bilemiyoruz... Varamıyoruz... Yüzleşe yüzleşe düzleştik...

Hiç yorum yok: