7 Nisan 2012

Bağıra bağıra boğuluyoruz!

KELAYNAK YAZIYOR
  Anladım ki bu mantığın çıktığı meydanda meydan kavgasına dönen mantıksızlık saldırısı var! Anlatamıyorsunuz! Zaman geliyor kimse kulak vermiyor... Sesiniz çıkmıyor! Diyelim ki bir mucize boşluk oldu da sesiniz çıktı... Hem de bütün gücünüzle bağırdınız... Duvarlar bile zangır zangır titredi! Ülkem olacak deyip CAK ladığımız ve bununla yetinip aslında hiç bir önlemi gerektiği gibi almadığımız DEPREM oluyor sandı! Sokaklara fırladınız! Ve sesinizi duydular. Anladılar mı ne dediğinizi?

Dünün bitmeyen itişmesi içinde sakin kafa ile düşünür gibi durmak, yarına dönük projeler ufkun elle tutulamayacak köşelerine atılmış, yakalanması çok çok şüpheli hedefleri olacakmış gibi algılamak görev olmuş! Elma şekeri yalar gibi yalandığımız yalanların avutucu tadı zamanla gerçeğin her tür izini silerken uzağa bakmaktan yakını görmez hale gelmedik mi? Devrim adı verilip sunulan eğitimde 4x4x4 paketinin neyi ne kadar devirdiğini tartışamadık... İlkokulda imamla karşılaştık! Dünün kini ile beslenen hesap listesi uzun tutuldu... Kamu spotları biz ne dersek odur ısrarı ile sürdü durdu... Cumhurbaşkanı, Başbakan ve de Milli Eğitim Bakanı kızların ne kadar değerli olduğu, onları okutursak nasıl başımızın göğe değeceğini bir güzel izah ettiler. 4X4X4 gerçeğini, yani ben ne dersem o oluru bir kere daha zihinlere çaktılar... Hemen her yerde uzayıp giden kamu spotu tek tabanca olarak çalıştı...

12 Eylül deyip dünü masaya yatırdık ama nedense 13 Eylül’e gelemedik... Gelmek için gayret de  etmedik... Bugün de abartı sabit fikir bizi tek noktaya çakmış, esir almış değil mi? Sanki 12 Eylül güneşli pırıl pırıl bir havada askerin bugün de yaprak kıpırdamıyor sıkıntıdan patlamamak için ne yapsak sorgulaması sonrasında başladı!... Ve henüz can sıkıntısı çekenler bitmedi... Eldeki takvim 12 Eylül’ de takılıp kaldı...   Ne mi demek istiyorum... O gün önüne gelen hâkimliğe soyundu! Gazetecisi savcı gibi itham etti... Siyaset mensubu kendi görüşünü tek ve en doğru yol olarak kutsal saydı. Feryatları ikiye böldü... Bizden değil denenler kulak ardı oldu... Savunma hakkı savunulmadı... Ne diyor bunlar denmedi? Kimse kimseyi dinlemedi... Sokaklarda kan gövdeyi götürmedi mi? Bugün kim takvimin gerçek sayfalarını görmek istiyor dersiniz? 13 Eylül’e gelebildik mi? İskence insanlık suçu olarak değişik sahnelerde gene boy gösterdi! Tuzak dolu listeler beyin arkasına saklanmış niyetleri gizlemeye yetti mi? Hayır... Tam tersi olmadı mı? Daha şüpheci olmamızı, olmayan şeyleri oluyor gibi görmemizi körükledi! 4+4+4derken B+B+B ye terfi ettik... Geleceğe olan güvenimiz Okyanus sularına esir düşmüş! BAĞIRA BAĞIRA BOĞULUYORUZ...

ANKARA- Keçiören’de kapıcı dairesinde belediyenin verdiği bedava kömürü yakan Ahmet Aydın, eşi 2 kızı ve bir yakını korbanmonoksit gazından zehirlenerek can verdi. 5 hayat söndü!. 29 yaşındaki Ahmet Aydın oturduğu apartmanın da kapıcısıydı. Ayrıca kapıcı dairesinde doğalgaz tesisatı da vardı..Para yoktu ! Ahmet de doğalgaz yakabilir ölümle kucaklaşmadan ısınabilirlerdi! Yakamadı... Bedava kömür ile sobaya kaldı... Bu kadarcık mı? Doğalgaz yaygınlaştırılırken neler dendi? Doğayı kurtarmak için temiz zararsız bir sistem... Daha da ucuz! Ne oldu? Sistemi yaratan, getiren, savunan devlet değil miydi? Alkışlandı... Sallana sallana değil hızla ve zamlana zamlana bugüne geldi... Tesisatlar borular duvarda süs olarak kaldı... Enerji bakanı elindeki kâğıda ve rakamlara bakıyor... Yaşananlara baksa kimsenin yüzüne bakacak hali olabilir mi? Zamlar durmuyor. BAĞIRA BAĞIRA BOĞULUYORUZ!
Gece yarısı silik görüntü iyice kayboluyor.. Geçti dediğim an ses biraz daha güçleniyor! Yankı yapıyor... Karasu kapkara kesilmiş! Gölet’in buzlu gri yüzünde karanlık koyulaşıyor.
--Kurtarın bizi! Donuyoruz... Bu sudan çıkarın bizi!
Elimi atsam tutacak gibi.Tam 1.5 saat... Buzlara tutunarak bağırarak beklemek... Nasihat ne oldu... Hatırlayın...“Sakin olun...Telâş etmeyin”...

 Beyni donmayanlara sesleniyorum... Asla!.. Sakın ha.. Sakin olma zamanı, yok yere kaybettiğimiz, basit tedbirleri almadan, basit öğretileri vermeden işe koştuğumuz ve bu nedenle kaybettiğimiz canlara mal olmadı mı? Hayır... Artık sakin olmayın... Donup kalmış halinizden kurtulun... Silkinin... Geçim derdine soktuğunuz bu insanlara karşı toplu bir sorumluluğumuz olmayacak mı? Gözyaşları, hamasi sözcüklere yaslanır ölenleri toprağa verir  aynı işe aynı şartlarla devamı  mı diyeceğiz?.. Herşey mi dondu? Uyku gibi gelen uyuşukluğu bilirim. Kolların nasıl ağırlaşır... Dilin dönmez olur... Uzansam şuraya dersin... Kurtulurum sandığın saniyeler... Kendini bıraktığın an gidersin! DONARSIN! Umutlar da donar. Bağırdım zannettiğin an aslında sesin çıkmaz!.. Kıyının uzaklığı 200 metre mi? Kıyıdan bakanların yüreği dayanmış... Niceleri... Takvimi varmış gibi!. Arıza sadece Karasu göletindeki arıza mı dersiniz? 5 TEDAŞ işçisi gitti gider. Ölenler öldükleri ile kalmıyorlar mı? Ekmek parası uğruna basit tedbirleri alamadığımız için insanlarımızın daha kaçı ölecek? Dinlemem mümkün değil. Bana hiç kimse anlatamaz 2 metreyi bulmayan suda 1.5 saat buzlara sarılıp kurtarın feryatları ile yok olmayı! Kimse susturamaz geceleri yüreğimi idam sehpasına süren “kurtarın” çığlığını, 5 TEDAŞ işçisini griden karaya dönen bahtını... Sessiz... Yüzsüz... Köksüz... Pişkin kıvırmaları! Vicdanları donmuşların buz gibi ihmal cinayetlerini! İsyan etmeden duramıyorum... Aklım, yüreğim donuyor... Anlatamıyorum! B+B+B yi... Çıt yok... Her şey donmuş gibi... BAĞIRA BAĞIRA BOĞULUYORUZ...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

yazdıklarınıza aynen katılıyorum, hala düşünenler var ne güzel:) sevgiler,
Berrin