Balıkçılığa başladığım yıllarda İğne Ada’da liman yoktu. Liman baba türbesinin önündeki kumsalın açığı demir yeriydi. Fırtınalı havalarda botla dışarı çıkarken mutlaka ıslanıyorduk. Şimdi orası liman inşaatından dolayı rıhtım oldu. O zamanlar İğne Ada liman bölgesinde 3 tane kahvehane vardı. Biri Mustafa Ağanın kahvesi tepede (şimdi pansiyon olarak çalıştırılıyor) diğerleri Hüseyin ağaların kahveleri.
Biri sahile yakın diğeriyse dere içerisindeydi. Dere içerisinde olan kahvenin bir yılanı vardı. Tavan kirişlerinde dolanır dururdu. Boyu 1,5 metre, kalınlığı bilek kalınlığındaydı. Artık evcilleşmişti. İnsanlar ona dokunmaz oda kimseye zarar vermezdi.
Maksut dedem geceleri o kahvede yatardı. Yılan ortaya çıktığında yılana o sevimli sesiyle “oha eşek git yerine” diye seslenirdi. Havanın soğuk ve fırtınalı olduğu geceler kahvede sandalyelerin üzerinde yatardık. Motora gitmeye kalksak mutlaka ıslanacaktık. O zamanki motorlar 10 metre, soba yok ısınacak bir şey yok yataklar baş altında rutubetten su gibi motordakiler motorda dışarıdakiler kahvede kalıyordu.
Kahvenin sobası büyük fıçıdan yapılmıştı ama kahveci gece için odun bırakmıyordu. Biz çocuklar hemen yakındaki ormandan kütük getiriyorduk sobaya bir tane attık mı sabahı buluyordu. Her gidişte günde bir takımdan 3 takım ağ çekiyorduk, ilk iki günün balıklarını dalyan yerinin az güneyinde kepezlikte livar yapıyor, canlı kalmalarını sağlıyorduk. Üçüncü günün akşamı onları da alıp İstanbul’a dönüyorduk. O günlerin tadı bir başkaydı şimdi her şey sunileşti, yavanlaştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder