15 Nisan 2013

Denizciler arasında “denizci” şakaları!

Muharrem Kaptan yazıyor:

BİR KOVA ELEKTRİK
Askerlik yaptığım gemi kömürle çalışan buharlı makinesi olan bir gemiydi. Gemiye yeni kura askerler gelmişti. Aralarında Mersinli bir silah bölümü askeri vardı. O arkadaş biraz safçaydı.
Bir gün usta askerlerden biri eline bir kova verdi, kazan dairesine inerek oradan cereyan almasını söyledi.
Acemi asker kovayı alıp kazan dairesine indi, oradaki nöbetçiye cereyan istediğini söyledi. Kazan nöbetçisi, kovayı musluğun altına tutmasını istedi.
buhar devresinin dreyn musluğunu açtı, kovanın içi buharla doldu. “Hadi tamam” diyerek acemi askeri gönderdi.
Kazan dairesinden çıkana kadar buhar soğuyarak su halini geldiği için kovada bir şey kalmamıştı.
Bu işi birkaç kez tekrarlattılar. Zavallının elleri de buhardan yanmıştı.  Kendisine şaka yaptıklarını söylediler ve özür dilediler. Bu da denizcilerin bitmeyen şakalarından biriydi..

DENİZ TUTMASI
Yeni denizci olan bir genç gemiyle ilk seferine çıkıyor. Şansına fırtınaya yakalanıyorlar. Tabii ki genç gemiciyi deniz tutuyor. Perişan bir halde çare ararken arkadaşlarından birisi onun tek ilacı var diyor.
Genç denizci “nedir” diye soruyor. “Bunun ilacı dümen suyudur alır içersen bir şeyin kalmaz” diyor.
Bin bir zorlukla geminin kıç tarafından ipe bağladığı kovayla denizden su alıp içiyor. Tabii deniz suyu onu iyice bozuyor. Midesinde ne varsa çıkarıyor.
Denizcilikte yeni gelenlere bunun gibi şakaların çok yapıldığını her denizci bilir.

13 Nisan 2013

Mutluluk “her şeyin en iyi şekilde tadını çıkarmaktır”!

Elektronik posta yolu ile sanal âlemde dolaşan anlamlı bir hikâyeyi daha sizlerle paylaşıyorum:
Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler.
Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner.
Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir. Herkes bir bardak seçince, profesör şöyle söyler:
Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiçbir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.
Şunu bir düşünün: Hayat kahvedir. İş, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayatı tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yaşadığımız hayatın kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de.
Bazen sadece bardağa odaklanarak sunulan kahvenin tadını çıkarmayı  unuturuz. Kahvenizin tadına varın!
En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her
şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar".

9 Nisan 2013

Denizlerimizde yok olan sadece hatıralarda kalan balık avcılığı!

Muharrem Kaptan yazıyor:

ZIPKINLA KILIÇ AVCILIĞI
 Benim çocukluğumda Fener’ den ve Poyraz’ dan Marmara’ ya zıpkınla Kılıç avlamaya giderlerdi. Motorların baş tarafından ileriye bir kalas uzatırlardı. Kalasın ucunda ters u şeklinde bir demir vardı. Nişancı zıpkını vururken denize düşmemek için ona yaslanırdı. Kılıç mevsimi haziran, temmuz aylarıydı. O aylar Kılıç balığının havyar dökme zamanıydı. Kılıç o dönemde aynı diğer balıklar gibi yarı baygın ve uyuşuk bir durumda olurdu. Bu da avlanmasını kolaylaştırıyordu.
Çok sakin havada Kılıcın sırt yüzgecini gören avcılar motorla peşine takılır, kalasın ucundaki zıpkıncı zıpkını sırt ve yan yüzgecin arasına gelecek şekilde saplardı.
Kılıcın en sert yeri orasıydı, başka bir yerine vurulsa yırtılıp kaçma olasılığı çok fazlaydı. Kılıçta da aynı Orkinos gibi zıpkını vurduktan sonra zıpkının ucuna bağlı olan ip kaloma edilir, eğer ip biterse ucundaki şamandıra denize atılırdı.
Bir süre sonra Kılıç yorulunca ip çekilmeye başlanır, balık motorun bordasına geldiğinde kılıcına hemen çuval sarılır ve ondan sonra güverteye alınırdı.
Çuval yaralanmaları önlemek için kullanılırdı. Balık çabaladıkça kılıcı çok tehlikeli olabiliyordu. Şimdilerde ise ne yazık ki denizlerimizde kılıç balığı kalmadı.
Akdeniz’ in açık sularında bazen tek tük Kılıç balığına rastlanabiliyor. Antalya Körfezi, Kıbrıs Adası , Rodos Adası, Meis Adası üçgeninde çok açık sularda Yunan ve Türk balıkçılar Kılıç paraketesi kuruyorlar. Ama yakalıyorlar mı onu bilemiyorum. Sözün kısası diğer balıklar gibi Kılıç balığını da hep birlikte bitirdik.

OLTA İLE ORKİNOZ AVCILIĞI
1980’ li yıllara kadar Orkinos balığı Marmara ve Karadeniz’ de de olurdu. Bahar’da Fenerbahçe ve Beykoz dalyanlarında çok miktarda Orkinos yakalanırdı.
Bir de bu işi oltayla yapanlar vardı. Sandalla gittikleri Sivri Ada civarında büyük Orkinos oltasına Palamut veya Torik takıp kendilerine göre bir derinliğe indirip beklerlerdi.
Orkinos yemi yutunca dibe doğru gider, sandaldaki balıkçı da elinde tuttuğu ipi yavaş yavaş kaloma eder, 200 metre civarında olan ipin sonları yaklaşınca sandalın başına bağlardı.
Orkinos yorulup bayılana kadar sandalı sürüklerdi. Bu şekilde balığın sandalı saatlerce çektiğ,i çok açıklara götürdüğü olurdu. Sonra balıkçı yavaş yavaş ipi çeker, balığı su seviyesine alır, ağzından ve kuyruğundan sandalın bordasına bağlar, o şekilde balıkhaneye getirirdi. Balıkhanede sadece bu iş için bir matafora vardı, balık onunla dışarı çekilir tartılırdı.  Orkinoslar 200 ile 500 Kg. arasında olurdu. Mezatla satılır ve balıkçıda emeğinin karşılığını alırdı.
1980’ li yıllardan sonra Orkinosu gırgırla tutmaya başladılar ve Marmara’ da ne yazık ki oltacıların tutacağı Orkinos kalmadı.

4 Nisan 2013

Sularımızdaki kalkan balığını bitirince...

Muharrem Kaptan yazıyor:

Denizlerimizde kalkan balığının çok olduğu yıllarda ağ sezonu başlamadan önce kalkan balığını paraketeyle tutuyorduk. O zamanlar uskumru bol olduğu için yem olarak uskumru kullanıyorduk. Daha sonra uskumru denizlerimizi terk edince Doğu Karadeniz’den gelen zarganayı yem olarak kullanmaya başladık.
Teknelerde yaklaşık 10 000 olta parakete oluyordu. Bir atışta 6 500 olta atıyorduk. İlk gün atıp çektiğimiz paraketelerden bir kısmını açıyor, yemliyor, ikinci güne de 6 000 olta hazırlıyorduk.
Oltaların arası 2 kulaçtı yani bir atışta yaklaşık 20 km. uzunluğunda paraketeyi denize döküyor ve ilk başladığımız yere dönüp aynı gün çekiyorduk.
Paraketeleri koyduğumuz kaplara tabla diyorduk, bir tablada 250 olta oluyordu. İki tablada bir şamandıra atıyorduk. O zamanki tekneler 12 metre ile 14 metre arasındaydı. Bütün işleri güverte de yapıyorduk.
Şubat, mart aylarının soğuğu bizi resmen kesiyordu. Bir de kış mevsiminin fırtınalı havaları da bizi bir hayli zorluyordu. Ama yakalanan balıklar bu zorlukları unutturuyordu.
Daha sonra kalkan balığı trolle yakalanmaya başlandı, ayrıca kalkan ağlarının çoğalması deniz kirliliği vs. balık miktarının azalmasına etki etti.  Bizim sahillerimizde ekonomik meranın yakın olması balığın tükenmesine sebep oldu.
Daha sonraki yıllarda kalkan ağıyla avcılık yapanlar Ukrayna, Romanya, Bulgaristan sularında avlanmaya başladılar. Bu da bir çok üzücü olaylara sebebiyet verdi. Ölenler oldu, batırılan tekneler oldu. Bütün bunlar balıkçılarımızı engelleyemedi. Hala oralara avlanmaya gidip yakalananlar oluyor ne yazık ki.

29 Mart 2013

Enflasyon rakamları neden "düşük" çıkıyor?

Devlet İstatistik Enstitüsü'nün enflasyon hesaplaması için fiyatındaki değişmeleri izlediği ürünlerin  listesi aşağıda sıralanmış durumda. Listeye bir göz atın, enflasyon rakamlarının neden düşük çıktığına siz karar verin.

Listede olanlar:
Hortum,
yaş pasta,
antep fıstığı,
leblebi,
madlen çikolata,
ruj,
oje,
fanila,
iç çamaşırı,
cam,
musluk,
kilit, tül perde,
soba borusu,
böcek ilacı,
çalı süpürge,
gündelikçi kadın ücreti,
enjektör,
yara bandı,
gözlük camı,
patinaj zinciri,
oto pastası,
pinpon topu,
lego,
flüt,
spor toto,
milli piyango,
hamam ücreti,
ahtapot (kalamar),
 karides,
balık yumurtası
 (havyar), mermer,
kireçtaşı,
zımpara,
yem,
ciklet,
ispirto,
çuval,
sütyen,
 külot,
kereste,
cd-kaset,
kimyasal maddeler,
gübre,
barut,
dinamit,
lastik eldiven,
cam yünü,
tuğla,
alçı,
teneke kutu,
fişek,
oto jantı,
korna,
elektrik sayacı,
tencere,
çöp sepeti,
ampul,
pil, tornavida,
kum,
dikenli tel,
dikiş makinesi,
matkap ucu,
kadın bağı,
kiremit,
yapıştırıcılar,
mürekkep,
 kolonya,
serum,
demir,
 bakır.
Listede olmayanlar:
Peynir,
zeytin,
çay,
şeker,
yumurta,
çiçek yağı,
zeytin yağı,
makarna,
helva,
bal,
 reçel,
kahve,
ekmek,
margarin,
salça,
sucuk,
et,
süt,
 pirinç,
mercimek,
nohut,
 kuru fasulye,
 un,
bebe bisküvi,
 meyve suyu,
sigara,
deterjan,
çocuk bezi,
piknik tüpü,
doğal gaz,
elektrik, su,
telefon,sebze,
meyve,
içkiler.

17 Mart 2013

Eski gelenekten gelen bugün ise modaya dönüşen; “DÖVME”

Son yıllarda giderek artan bir moda var: Dövme yaptırma modası.
Dövme geleneği bir hayli eski yıllara dayanıyor. M.Ö 2000 yıllarındaki kalıntılarda özellikle Mısır mumyalarında dövmeye rastlıyoruz.
Mısırlıların dışında Galyalıların, Britonların ve Traklarında dövme yaptırdıkları bir gerçek.
Hintliler, Japonlar, Amerikan Yerlileri, Afrika’da bazı kabileler dövmeyi bir süs olarak kullanmışlar. Buna karşılık birçok toplumda dövmenin hastalıklara ve kötü ruhlara karşı koruyucu bir nazarlık olduğu inancı var.
Ülkemizde dövme geleneği Güneydoğu illerinde yaygındır. Bu illerde dövmeye “dak” denir. Kelime Kürtçedir. Bu kelime Farsça ve Arapça’da da benzer anlamlar taşır.
Bölgenin kültürü gereği kadınlar kadınlara, erkekler erkeklere dövme yapabilirdi.
Modern yaşam bu geleneği git gide azaltmış, geleneğin yerini moda almış.
Dövme yapımında değişik aletler kullanılmış. Sivri uçlu kemik, boynuz ya da çelik iğne bunlardan bazıları. Deriye hafifçe batırılarak açılan deliklere boya doldurma ile dövmeler yapılmış.
Günümüzde modern aletlerle yapılan dövmeler pek acı vermeden yapılıyor. Dövme yapımında kullanılan makineler sayesinde yüksek devirle girip çıkan iğne düzeneği, deri üzerinde bir kalemle çizim yapılıyormuş gibi rahat ve daha az hatalı.

15 Mart 2013

Şişedeki şeytan ve kadınlar!

Elektronik postaların gerçekten bazen çok yararı oluyor. İnsanı gülümseten fıkralarla birlikte birçok bilgi, fotoğraf sanal âlemde dolaşıyor.
Geçenlerde kutladığımız kadınlar günü anısına yine sanal âlemde dolaşan böyle bir fıkrayı sizlerle paylaşıyorum:

İnsanlığın ilk var olduğu dönemde, adamın biri şeytanı yakalamaya karar vermiş.
Ancak bunun için 40 yıl Tanrı’ya ibadet etmesi gerekiyormuş.
Karısıyla, dostlarıyla ve bütün dünyayla ilişkisini kesmiş, kendisini ibadete adamış.
40 yıl sonra Tanrı, ibadetinin karşılığı olarak ona ağzı kapalı bir şişenin içinde şeytanı sunmuş.
Artık özgürmüş adam. Dünya'da neler olup bittiğini görmek, nelerin değiştiğini öğrenmek için sabırsızlanıyormuş.
Şişeyi karısına teslim etmiş, ona iyi sahip olmasını söylemiş ve dışarıya çıkmış.
Kadıncağız şeytani çok merak ediyormuş. Ve merakına yenilip şişenin ağzını açıvermiş...
Açar açmaz da şeytan şişeden fırlayıp çıkmış ve gülmeye başlamış:
“Merakına engel olamadın ve kocanın 40 yıllık emeğini boşa çıkardın” diye alay etmiş kadınla.
-“Yok canım” demiş kadın. “Sen hiç o şişenin içinde olmadın ki.”
“Nasıl olur?” diye haykırmış şeytan. “Sen de gördün. Şişeden çıktım ben”.
-'Hiç o şişenin içinde değildin, inanmıyorum buna. Nasıl küçücük şişeye girebilirsin ki? '
Kafası atmış şeytanın. “Gireyim de gör!” demiş ve yeniden şişenin içine girivermiş.
Adamın şeytanı hapsetmesi 40 yılını, kadının ise yalnızca 5 dakikasını almış.
Şeytanda isyan etmiş Tanrıya;Tanrım madem kadını yaratacaktın o zaman bana ne gerek vardı”?

12 Mart 2013

Bin yıllık “zikir” unsuru: TESPİHLER

 
Tespihlerin seyir defterini hiç merak ettiniz mi? Ben ettim ve G7 takviminin yapraklarında aradığımı buldum.
Tespihin asıl yurdu Hindistan. Hindistan’da Brahmanlar’ın tespihle tanışmaları M.Ö 1000 yıllarına kadar uzanıyor. Brahman tespihleri ikiye ayrılıyor: Şiva ve Vişnu tespihleri. Vişnu tespihlerinin Orta Asya Türkleri tarafından da kullanıldığına dair bilgiler var.
Tespihi Müslümanlar kadar Budistler, Katolikler de kullanıyor. Tespihin bu kadar yaygın kullanılmasının asıl nedeni “zikir”in en önemli unsurlarından biri olması.
Bazı hadislerde İslam’ın ilk devirlerinde tespih yerine kullanılan taşlardan ve meyve çekirdeklerinden bahsedilir.
Tespihin asıl gelişmesinin tasavvufun yayılmasıyla birlikte önce tekkelerde, sonra da gündelik hayata girdiğinde görüyoruz.
Tespih taneleri rengi ve kokusu güzel ağaçlardan, kemikten,çekirdekten, sedef, mercan, akik, kehribar gibi taşlardan yapılıyor.
33 veya 99 tanesi bir ipliğe dizilerek iki taraftan bağlanıyor ve iki ucun birleştiği yere bir imame konuyor. İmamenin ucuna da püskül veya farklı bir şey takılıyor.
99’luk tespihlerden sonra her 33’ten sonra farklı bir nişane yerleştirmek ise bir gelenek .
Tekkelerde zikir için 999’luk tespihler kullanıldığını biliyoruz.

7 Mart 2013

Çevreye duyarlı boyalar gelişiyor

 Mehmet Ali Kamacıoğlu
 Jotun Toz Boya Doğu Avrupa ve Orta Asya Bölgesi Satış Direktörü Mehmet Ali Kamacıoğlu, boya sanayinde çevreye duyarlı boya sistemleri geliştirdiklerini söyledi. Kamacıoğlu konuyu şöyle anlattı:
"Bildiğiniz gibi toz boya, zaten sıfıra yakın VOC emisyonu, %100’e yakın kullanılabilme oranı, atık yönetimi kolaylığı ve dayanıklılık gibi özellikleri nedeniyle oldukça çevreye duyarlı bir ürün. Ancak Jotun olarak bununla yetinmiyoruz. Daha renkli bir dünya için, daha yeşil adımlar atıyoruz. Jotun Yeşil Adımlar kapsamında uzun süreli çözümler sunabilen ürünler üretiyoruz. Özel ürün serileriyle müşterilerimizin üretim verimliliklerini artırıyoruz, enerji sarfiyatlarını düşürüyoruz ve fabrikalarımızda ISO 14001 ve OASHAS 18001 sertifikalarındaki katı atık, enerji tasarrufu, geri dönüşüm konularına odaklanarak çevreye katkıda bulunuyoruz.
Ayrıca Jotun fabrikaları faaliyete geçtiği ilk andan itibaren entegre bir Sağlık, Güvenlik ve Çevre yönetim sistemi de devreye girmiştir. HSE çalışmaları uluslararası kabul görmüş ISO 14001 ve OHSAS 18001 sertifikaları ile belgelenmiş ve sertifikasyon sürecinde Moody International partnerimiz olarak seçilmiştir.
Önlemler, projeler ve çalışmalarımız arasından öne çıkanları sayacak olursak, riskli alanlarda bulunan tüm elektrikli ekipmanlarımızın sertifikalı olması, birçok boya üretim tesisinde olmayan bir uygulama ile tüm operatörlerimize antistatik ve yanmaz tulum verilmesi, tüm operatörlerimize tam kapsamlı check-up yaptırılması, tüm atıklarımızın lisanslı firmalara gönderilerek bertaraf edilmesi veya geri dönüşümünün yapılması ve ayrıca kendi tesisimizde oluşturulan projeler ve kullanılan özel makinalar ile hem toz boya hem de solvent bazlı boya atıklarının bir kısmının geri dönüştürülerek farklı amaçlar için tekrar kullanılmasından bahsedebiliriz. Jotun Türkiye olarak geçirdiğimiz tüm yurtiçi ve yurtdışı denetimlerden her zaman başarılı sonuçlar almamız da doğru yolda olduğumuzun göstergesi olarak kabul edilebilir
".

6 Mart 2013

Yaşanmış “hayat” hikâyeleri!

Muharrem Kaptan yazıyor:

Kardeşim evimizi nasıl yaktı?
Yanlış hatırlamıyorsam 1965 yılıydı biz o sezon Poços Hasan’a yedek motorculuk yapıyorduk.
Palamut balığı boğazdan girmiş biz de onu takip ederek Silivri ‘ye gelmiştik. Oradan çalışıyorduk.
Bir gün Fener’ den evimizin yandığı haberi geldi. Amcam hemen ilk otobüsle Fener ‘ e gitti. O zamanlar burunlu otobüsler vardı. Günde bir veya iki otobüs ancak oluyordu.
Kardeşim Şevki daha 5 yaşlarındaydı. Motorları çektiğimiz yalıda dibinde iki parmak kadar kurumuş boya bulunan bir kutu buluyor, beraber oynadığı İlyas’ a gel bunu ısıtalım yumuşasın teneke kayıklarımıza süreriz diyor.
Bizim evin altında odun kömürlerimizi koyduğumuz yere giriyorlar. Tekne yapılan yerden topladığımız yongalarda var, onları kutunun altına koyup yakıyorlar, tabii ayrı bir yerde yakmadıklarından alev büyüyor, bu sefer korkudan orayı terk ediyorlar.
Şevki hemen anneannemin evinde olan anneme koşup anne bir komşunun oğlu yongaları tutuşturdu, evimiz yanıyor diye haber veriyor.
 Annem koşarken Kadir amcamın evinin köşesini dönünce dumanları görüyor.
Alevler iyice yayılmış, üstteki döşemelere sıçramış. Evde kimse yok Yengem annesinde, Babaannem de dağa oduna gitmiş.
Annem bağırarak yardım istiyor. Çarşıdaki adamlar koşturuyor, denize doğru zincir oluşturuyorlar ama bir türlü söndüremiyorlar.
Sis düdüğünden geliyorlar, oranın şefi Mehmet bey minimaks getiriyor ve ancak onlarla söndürülebiliyor.
Ama odanın döşemelerinin kirişleri ve tahtaları epeyce yanıyor. Hala daha o yanmış haliyle durmaktalar.
Amcam birkaç gün sonra Silivri’ye dönerken bindiği otobüs Selim Paşa civarında yoldan çıkıyor ve 15 – 20 metre kadar aşağıya yuvarlanıyor. Çok şükür ki amcam birkaç ufak sıyrıkla kazayı atlatıyor.
O zamanlar köyümüzde birlik beraberlik ve dayanışma vardı her konuda birbirinin yardımına koşulurdu.

Şevki’nin yaramazlıkları
Kardeşim Şevki sevimli yaramazlardandı. Yaramazlık yapar ama bir türlü ona kızamazdık..
Yine bir yaz günü bizim evin önünde gölün orda “eskiden Fener’ deki tüm çocukların yüzmeyi öğrendiği yer” kayıkçılık oynuyorlarmış.
Deniz kenarına inerken kalkan ağı yağladığımız büyük bir leğen vardı onu da yanlarında götürmüşler.
Şevki bir ara küçük Rıza’yı (Rıza Gündoğdu elim bir kaza sonucu yaklaşık 2 yıl önce vefat etti. Rahmetle anıyorum) leğene oturtmuş suyun içinde gezdirirken açığa doğru itelemiş. Hava lodosmuş, sahilden açığa doğru esiyormuş, yüzme bilmediklerinden gidip alamıyorlarmış. Leğen devrilse Rıza boğulacakmış.
O sırada oradan geçen büyük çocuklardan birisi hemen denize dalıp leğeni kıyıya getirmiş. Kaldıkları yerden oyuna devam etmişler. Rıza’nın vefatına kadar ikisi birbirini çok seven arkadaştılar.

Delik delme makinası
Fener limanı yapılırken kayaları kırmak için dinamit atılırdı. Dinamitleri yerleştirmek için kalın delik açan bir delme makinesi vardı. Delme işi bittikten sonra bizim evin yanına getiriliyordu. Bu yaklaşık 3 -4 metre boyunda tekerlekli sağa sola dönebilen metalden yapılmış bir aletti.
Akşam saatlerinde Şevki , Yusuf , İlyas , Rıza ve bizim mahallenin diğer çocukları onun üzerine çıkıyor, Şevki aracı kullanıyor tam tepenin kenarına gelince  aracı döndürüyor ve yeniden bayırın yukarısına çekip aşağıya doğru gidiyorlardı.
Bir gün daha büyük çocuklar geliyo,r Naci aracı ben kullanacağım diyor . Şevki ona nasıl yapması gerektiğini söylüyor ama o bildiğini okuyor,  tam tepenin kenarına geliyorlar dönemiyor ve devriliyorlar.
Çocuklar yerlere dökülüyor . Şans eseri kimseye bir şey olmuyor ama delme makinesi göle düşüyor ve hurda haline geliyor.
Tabii liman inşaatını yapan firma bu işin peşine düşüyor ama bir şey çıkaramıyor.
Olayı Şevki’ ye sorduğumuzda abi ben çok kez kullandım,  tam yerinde dönüyordum ama Naci abi beni dinlemedi, makineyi göle düşürdü burada benim suçum yok demişti.  Tabii bu da onun yaramazlıklarından biriydi.