27 Eylül 2008

Ramazan ya da Şeker Bayramı! Ne fark eder ki!

KAHVALTININ ÖNEMİ :Bu bayramın Arapçadaki adı 'Iyd ül-fitr'dir. Fitr kelimesi Arapça'da kahvaltı anlamına gelir ve ramazanın bitimiyle birlikte yapılan ilk kahvaltıyı ifade eder. Bunun için ben de dostlarıma bizim yaptığımız gibi tüm aile bireylerinin toplanıp birlikte güzel bir kahvaltı yapmalarını öneririm.
Öncelikle tüm dostlarımın Şeker Bayramını bir başka deyişle Ramazan Bayramını kutlarım. Dostlarımın bayramı aileleri ile birlikte neşe içinde geçirmelerini dilerim.
Biliyorsunuz uzun ramazan günlerinden sonra gelen bu bayrama kimimiz Ramazan Bayramı, kimimiz de Şeker Bayramı diyoruz.
Her iki isim de ülkemizde kullanılmaktadır ve bu konuda da bir tartışma açmanın gereği de yoktur. Boş yere tartıştığımız o kadar çok konu var ki!...
Bayramınızı kutlar, sağlıklı günler dilerim.

23 Eylül 2008

Yazlık yerlerin vazgeçilmezleri!...

Sonbahara girdik artık. Beklediğimiz yağmurlar umut verici görünüyor ama ekonomik durum ve siyasi ortam hiç açıcı değil.Ben sizi vurdulu kırdılı olumsuzluklardan biraz uzaklaştırmak istiyorum.
Meraklarımdan biri de yazlıklarda tercih edilen ağaçlar ve bitkileri gözlemlemek. Evlerin bahçelerine hep o gözle bakarım. Hemen hemen herkes birbirlerinden görerek aynı bitkilerle yaşıyorlar.
Bizim bölgede gözlemlediğim en gözde bitki sardunya. Hemen herkesin balkonunda veya bahçesinde sardunya çeşitlerini görmek mümkün. Gülleri sıraya koymuyorum tabii. Her bahçenin “gülü” onlar. Boru çiçeği, oya ağacı, hatmiler de tercih edilenler. Ben şimdi bizim oraların vazgeçilmezleriyle tanıştırıyorum sizleri:
SARDUNYA:Anavatanı Güney Afrika’dır sardunyaların. Çiçek açma zamanı çok uzun olduğu için çok sevilir. Sardunyaların bir çok çeşidi vardır. En çok bilinenleri şunlar: 1- Zonal. En yaygın tür. Çelik ve tohumdan kolayca çoğalır. 2- Sakız sardunyası. Katmerli açan çiçekleriyle tanınır. Esnek dalları 1 metreye kadar sarkabilir. 3- Ceylan. Açelyayı andırır. Çiçeklenme süresi kısa. 3- Itır. Daha ziyade yapraklarının özel kokusu ile tanınır.
İZMİR GÜZELİ: Bu bitkinin isminin İzmir güzeli olup olmadığını bilemiyorum. Cam güzeli soyundan olduğu bir gerçek. Çiçekçide görünce hoşumuza gitti, adını sorduk, İzmir güzeli dediler. Bir kasa aldık ve saksılara ektik. İyi ki almışız. Tüm yaz boyunca çiçek açtı. Yazlıktan ayrılırken üzerlerinde hala çiçek vardı. Tohumlarını sakladım, bakalım seneye üretebilecek miyiz bu bitkiden.
MAVİŞ: Bu bitki hakkında fazla bir bilgiye ulaşamadım. Kaynaklarda mavi çiçek var ama iki bitki aynı mıdır bilemiyorum. Maviş de yazlıkların süsü olmayı sürdürüyor.
HATMİ: Genelde bahçe kenarlarında yabani hatmilere çok rastlanıyor ama ağaç hatmi öyle fazla değil. Bu aralar ağaç hatmi belediyelerin de gözdeleri. Yol kenarları onlarla dolu. Beyaz krem sarı, pembe ve eflatun çiçekleri var. Çiçek formu katmerli ve yalınkat olabiliyor.
OYA AĞACI: En önemli özelliği yaz boyunca açmaları. Güzel çiçeklerini seyretmek doyumsuzdur. Geyik boynuzunu andıran gövdesi de ilginçtir. Gövdenin her yıl kabuk değiştirmesi ayrı bir özelliğidir oya ağacının. Fazla boy atmaz. Ilıman iklimleri sever ama gölgeden ve rutubetten hoşlanmaz. Rutubeti görünce küllenme hastalığına tutulur. BORU ÇİÇEĞİ: Çançiçekgillerden; çiçekleri boru biçiminde olan bir bitki.. Çiçekleri turuncu renktedir. Özellikle yazlıklarda hemen hemen her evin önünde boy gösterirler. Nefes darlığı, bronşit ve astımın sebep olduğu rahatsızlıkları giderdiği söylenir.
FESLEĞEN: Halk dilinde reyhan olarak da bilinir. Tek yıllık bir bitki. Ballıbabagillerden. Ilıman ortamları seviyor. Yaydığı kokunun sinekleri uzaklaştırdığı söylenir.
GÜL: Güllerin ana vatanı Anadolu, İran ve Çin imiş. Sarmışık olanları balkonlara ayrı bir güzellik katar.

19 Eylül 2008

Deve örneğindeki gibi, neremiz doğru ki!...

GÖSTERMELİK DEĞİL, CİDDİ EĞİTİM: Yunan Adaları gezisinde gemi hareket ettikten sonra bizleri hemen büyük salona aldılar. Yolcular salona ellerinde can yelekleri ile geldiler ve öğretmenlerden nasıl takılacağını öğrendiler.
Tekne kıyıya baştan kara etti. Sekiz çocuk saldırdılar, sandalın iki yanından binmek için. Ak saçlı denizci çocukları tek tek sandaldan indirdi. “Bakın” dedi. "Sandala öyle gelişi güzel binemezsiniz. Dengeli binmeniz ve dengeli oturmanız gerekli. Sen sağa geç, sen de sola. Sekiz kişisiniz dördünüz bir yana, dördünüz diğer yana. Hepiniz bindiniz mi? Tamam şimdi motoru çalıştırıyorum. Hiç kıpırdamak yok. Dönene kadar kimse yerinden kıpırdamayacak ve ayağa kalkmayacak. Yoksa teknenin dengesi bozulur ve alabora oluruz”. Çocuklar ürkmüştü, hiç kıpırdamadan öylece oturdular ve tekne gezisi bitince her iki yandan tek tek sahile indiler.
O çocukların arasında ben de vardım.
İlk denizcilik dersimi almıştım. Yıllarca denge işini unutmadım. Çocuklarıma da öğrettim.
Bu anımı neden hatırladım?
Biliyorsunuz geçenlerde bir feribot içindeki TIR’larla birlikte sulara gömüldü. Bence bu kazanın tak nedeni dengesiz yüklenme olabilirdi.
Bir çok tekne batmalarında bu dengesiz yüklenmenin payının büyük olduğuna inanıyorum.
Artık bilgisayar çağındayız. Büyük gemilerde yüklemeyi gösteren programlar var. Kaptan her yük konuşunda bilgisayardan geminin kaç derece sağa, sola, öne ya da arkaya yattığını
görebiliyor. Acaba bizim gemilerin kaçında bilgisayarlı kontrol sistemi var?
Doğru ise batan feribotta can yelekleri yerine yağmurluk dağıtılması da bizim kafa olarak nerelerde olduğumuzun tipik bir örneği.
Geçen yaz Yunan Adaları gezisinde gemideki ilk saatlerimizde bize can yeleklerini takma eğitimi yaptırdılar. Her yolcuya numaralı can yeleği verdiler. İnsan bu uygulamaları görünce insan olduğuna inanıyor.
Ya Tuzla’daki filika denemesi faciası.
Lafın kısası deveye sormuşlar “Neden boynun eğri”. O da cevaplamış “Nerem doğru ki”!...

19 Ağustos 2008

İki bayan, iki ülke ve iki davranış!...

Hava sıcaklığı 33-34 derece. Yazlıkta insan ne yapar? Denize girer, yemek yer, yatar uyur. Bu aralar bir şey eksik. Ben bir de olimpiyatları izliyorum.
Sanırım 1972’den beri yani televizyonun evlerimize girmesinden bu yana yaz olimpiyatlarını kaçırmıyorum. Sporun her dalını seviyorum. Hiçbirini kaçırmak istemiyorum.
İnsanın gözü her olimpiyatta, Türk bayrağının göndere çekilmesini arıyor.Artık altın madalya aslanın midesine kadar indi. Tek tesellimiz devşirme kızımızın aldığı gümüş madalya ve Türk bayrağı ile pistte yaptığı koşu.
Tüm spor dallarını seyrettiğimi söylemiştim. Gelişmeler inanılır gibi değil. Hele yüzmedeki rekorlar. Köpek balığı derisine benzetilen mayolara bağlanıyor bu rekorlar.
Yüzücüler tüm kıllarını kazırlardı, şimdilerde giy mayoyu, uç suyun üzerinde.
100 metre koşundaki rekor, inanılır gibi değil. Üstelik mayo filan da hak getire. Adam kolunu sallaya sallaya fizik kurallarını altüst ediyor. Bence bu fizik kuralları, bir kez daha gözden geçirilmeli.
Atletizm koşuları sırasında bir şey dikkatimi çekti; onu sizlerle paylaşmak istedim.
Atletler koşuya hazırlanıyor, tek tek seyircilere tanıtılıyorlar.
Sıra Amerikalı bir atlete geldi, bir bayan atlete. Mayosunun üzerine giydiği şortunu çıkarttı, çıkardığı gibi düzeltmeden arkasındaki sepete fırlattı. Nasıl olsa şortu alıp düzeltecek ve sepete koyacak bir görevli vardı orada.
Amerikalı atletin yanındaki Ukraynalı bayan atleti merak ettim ne yapacak diye. O da şortunu çıkardı, katladı, arkasındaki sepete kadar yürüdü ve usulca sepete yerleştirdi.
İki ülke, iki farklı kültür ve iki farklı davranış.
Ne dersiniz? Hangisi mi doğru yaptı?
Ben cevap vermeyeyim ve cevabı sizlere bırakayım.
.....................................................................
LOŞ IŞIKTA DEĞİL HOŞ IŞIK :"Loş ışıkta örgü örme” denir ya...O da tarih oldu...
Şimdilerde loş ışıkta örgü örülür parolası ile yola çıkan bir firma, görme zorluğu çekenlerin de işine yarayabilecek ışıklı şiş ve tığların ithalatını yaptı..,
Firtma yetkililerinin verdiği bilgiye göre sadece 3 adet saat piliyle çalışan ışıklı tığ ve şişlerin LED (ışık yayan diyot) ışıklarıyla sadece örgüyü aydınlattığına ışığın çevreyi rahatsız etmediğini kaydetti.
Işıklı tığ ve şişler sayesinde alacakaranlıkta, balkonda ya da açık havada nerede olursa olsun ışığın yetersiz olduğu tüm ortamlarda örgü örmenin kolaylaştığını ileri süren yetkili, bu ürünlerle sinema gibi ışığın az olduğu ortamlarda bile örgü örülebileceğini açıkladı!
Yani...
Filmi beğenmeyen hanımlar, hafifçe sola dönecek veya sağa dönecek çantasından örgüsünü çıkarak ve başlayacak örmeğe..!
Şaka bir yana ışıklı tığ ve şişlerin, örgü örmenin daha zor olduğu koyu renkli ya da tüylü ipliklerde de tam ilmeği aydınlatarak gözlerin yorulmasını önlediğini
ifade ediliyor...
Kelaynak

29 Temmuz 2008

Tutukluluk, beraat ve KAÇIŞ!...

Bu blogu açtığım zaman anılarımı sizlere anlatacağımı yazmıştım. Öyle de yaptım. İçinde bir çok mesajı barındıran anılarımı sizlerle paylaştım. Anılarım bitti sanıyordum ama son güncel olaylar ve gelişmeler bana bir anımı daha hatırlattı. Şimdi o anımı sizlerle paylaşıyorum:
80’li yılların başı, askeri darbeden sonraki yıllardı. Hatırlayacaksınız, beyaz sinek konulu bir anımı yazmış, Hürriyet’in ilavesini çıkarmak için Adana’ya gittiğimi anlatmıştım. (BAK:Aralık 2006 . BEYAZ SİNEK YAZISI)
İşte o günlerin birinde Çukurova Üniversitesi’nde yedek subay okulundan bir arkadaşımın öğretim görevlisi olarak çalıştığını öğrendim.
Arkadaşımın ismini vermiyorum. Ne olur ne olmaz.
Yedek subay okulunda ranza arkadaşımdı. İkimizde üst ranzada yatıyorduk ve akşamları koyu sohbetlerle zamanımızı öldürüyorduk.
Arkadaşım fizik profesörü idi. NASA’da uzun yıllar çalışmıştı. Arkadaşım ülkesine bir şeyler verebilmesi için Amerikalıların vatandaşlık teklifini elinin tersiyle itmiş, O’nun deyimi ile Amerika’daki benzin parasına, Orta Doğu Üniversitesi’nde güneş enerjisi konusunda ders vermeğe başlamıştı. Arkadaşım daha sonra güneş enerjisi konusundaki çalışmalarını geliştirmek için Çukurova Üniversitesi’ni benimsemişti.
Üniversite kampüsünde buluştuk. Hasret giderdik. Hatta kanosu ile baraj gölünde gezdik.
Laf lafı açtı, sonunda bana eşiyle birlikte yaşadıkları dramı anlattı.
Eşi de profesördü ama ne yazık ki Adana cezaevinde tutuklu idi.
Bir derneğe üye olduğu için önce göz altına alınmış, daha sonra da tutuklanmıştı.
Arkadaşımla buluştuğumuz günlerde eşi tutukluydu ve henüz mahkemeye çıkmamıştı. Sanırım bu tutukluluk süresi bir yılı geçmişti. Bu bir yıl içinde eşi de cezaevinde boş durmamış, oradaki tutuklulara İngilizce dersleri vermişti.
Teselli ettim arkadaşımı. “İlk duruşmada çıkacaktır merak etme” dedim. Ayrıldık.
Üç dört ay sonra –tarihi tam hatırlamıyorum- Türkiye’de günün konusu UFOlardı. Birileri UFO gördüğünü iddia ediyordu.
Hürriyet fizikçileri topladı ve bu UFO olayını araştırdı. Bu heyet arasında arkadaşım da vardı. Yüzü gülüyordu, eşi ilk celsede beraat etmişti.
Bu heyete Arnavutköy’de bir lokantada yemek verdik. Arkadaşımın eşini o yemekte gördüm. Dal gibi zayıflamış, ürkek bakışları ile bizleri süzüyordu. Lokantanın kapısı açıldıkça ürperiyor, endişeli gözlerle girenlere bakıyordu. O ürkek gözleri hiç unutamıyorum.
Vedalaştıktan sonra arkadaşımdan bir daha haber alamadım ama karı koca profesörlerin tekrar sanırım Amerika’ya döndüklerini öğrendim.
Ülke sevgisi ile geleceğini bir kalemde silen bir bilim adamımız, ülkenin tokadını öyle bir yemişti ki soluğu kaçmakta bulmuştu.
Bu dramı çok basit cümlelerle anlatmaya çalıştım.
Bilmem bir şeyler hatırlatabildim mi sizlere!...

9 Temmuz 2008

Yazlıktaki sürpriz ve teknoloji gerçeği!...

Yazlıkta bu yıl bizi bir sürpriz bekliyordu. İSKİ’nin yeni uygulaması. Yazlığımızın İSKİ saati değişmişti.
Ne var bunda sürpriz olarak diye sorabilirsiniz.
Eski bildiğimiz saat değişmiş, yerine kartla doldurulan bir saat takılmıştı. Aynen AKBİL gibi.
İSKİ’ye git. Kartı peşin para ile doldur. Kartı saate tak sok ve suyu kullan.
Pratik gibi geliyor insana il önceleri.
Bu uygulama geçen yıl Kumburgaz’da başlamıştı. Demek ki işe yaramış. Şimdi Silivri ve sonra diğer bölgeler. Tüm İstanbul’a bu sistemi yaymazlarsa şaşarım.
Vatandaşa bir faydası var mı? Bana göre yok. Üstelik kullanmadığımız suyun parasını peşin alıyorlar.
Tüketici dernekleri sanırım bu işin de peşini bırakmazlar.
Peki kime faydası var bu sistemin. Tabii ki İSKİ’ye.
Bir kere parayı peşin alıyorlar. İkincisi okumaya gelen elemanlardan tasarruf edilmiş.
Elemanlardan tasarruf deyince aklıma bizim sektör geldi. Yani Medya. Bu aralar çok tartışılır haldeler ya. Neyse.
Medyaya teknoloji girdikçe eleman sayısı azalmıştı. Bu da patronların işine gelmişti. Şimdi ne durumdalar bilemiyorum ama işsiz gazete çalışanlarındaki artışın bir nedeni de bu teknoloji gelişmeleri olsa gerek.
Ne dersiniz?
Tam bir yumurta mı tavuktan çıktı? Yoksa tavuk mu yumurtadan çıktı ikilemi gibi.
Ama şu bir gerçek; teknoloji patronların işine yarıyor, olan çalışanlara oluyor.

29 Haziran 2008

Sokaklar ve "orada" kalan güzel anılar!...

Çoğumuz bir sokakta koşuşturmuş, arkadaşlar, dostluklar edinmişizdir, sokak anıları ile büyümüşüzdür. Küçüklüğümüzde her tarafta siteler olmadığı için “sokak kültürünü” iyi biliriz.
Şöyle hafızamı zorladığımda ilk aklıma gelen ve bende derin iz bırakan sokak, Yeldeğirmeni’nde yıllarca okula gidip geldiğim, top oynadığım, çok sevdiğim Ermeni asıllı arkadaşım Rober’in evinin bulunduğu sokaktır. Bu sokağın bende iz bırakmasının önemli bir nedeni de var;
6-7 Eylül olaylarını biliyorsunuz. Bu olaylardan Yeldeğirmeni semti de nasibini almıştı. Bölgede çok sayıda Rum ve Ermeni aile oturuyordu. Evler basılıp, dükkanlar tahrip edilirken, Türk bayrağını kapıp büyük bir heyecanla Rober’in oturduğu eve koştuğumuzu, mahalle arkadaşlarımla birlikte Roberlerin kapısına Türk Bayrağı astığımızı hatırlıyorum.
Umarım “O KARA” günleri görmez bir daha ülkemiz.
Ne diyor sözlük sokak için:
"Yerleşim bölgelerinde iki yanında evler olan, caddeye oranla daha dar veya kısa olabilen yol". Evet. Şimdi gezdiğim yerlerde çektiğim “sokak” fotoğraflarını sizlere sunuyorum.
Bu sokakları çekerken bir gün blog açacağımı, bu fotoğrafları orada yayımlayacağımı ve Rober’i hatırlayacağımı aklımın köşesinden bile geçirmemiştim.
Bir an eski günlerinize döner sokaklarda geçirdiğiniz zaman dilimlerini hatırlarsınız umudu ile sizleri “değişik sokaklarla” baş başa bırakıyorum:
İstanbul'da eski bir sokak. Bu fotoğrafı nerede çektiğimi hatırlamıyorum.
Tarihle iç içe yaşayan Zeyrek'te bir sokak. Bu fotoğraf da bir hayli eski. Ahşap evler hala ayakta mı bilemiyorum.
Tarihi Ankara kalesi'nde dar sokaklardan biri.
Safranbolu'nun tipik sokaklarından biri.
Mudurnu'da eski evler sizi karşılıyor.
Mudanya. Tipik eski evler insanı tarihe götürüyor.
Eski bir fotoğraf daha. Bursa sokaklarından biri.
Bursa Gölyazı. Tüm sokaklar göle açılıyor.
Bursa Cumalıkızık'tan bir sokak. Osmanlı zamanından günümüze kadar gelmiş bir sokak.

28 Haziran 2008

Ameliyat çok başarılı geçti ama!..

1Temmuz'dan itibaren elektriği yüzde 21 zam geliyor. Vatana millete hayırlı vesileler olsun. Bu konuda en güzel yazıyı yine Sevgili Yılmaz Özdil yazdı. İşte o güzel yazı:

Elektriğe yüzde 21 zam geldi.
Niye?
Ekonomi Bakanımız açıkladı:
"Tasarruf sağlamak için!"
*Güney Afrika...
Cape Town’da bir hastane.
311 numaralı yoğun bakım odasında yatan hastalar, esrarengiz şekilde ölüyordu.
Bir değil, iki değil, habire...
Üstelik, hep cuma günü!
Medya durur mu, üstüne atlar tabii...
Manyak doktor öyküleri yazılır hemen.
"Sapık hemşire mi?" falan...
Sağlık Bakanlığı devreye girer.
311 numaralı odaya hassas ölçüm cihazları yerleştirilir; acaba klimalara bakteriyolojik bir saldırı mı vardır?
İncelenir...
Yoktur.
Polis devreye girer.
Ölen hastaların yakınları, arkadaşları tek tek incelenir; doktorların, hemşirelerin, hastabakıcıların özgeçmişleri, ilişkileri titizlikle elden geçirilir...
Nafile.
Hastalar şakır şakır sizlere ömür!
Biri çıkar der ki:
"Gizli kamera koyalım..."
311 numaralı yoğun bakım odasına gizli kamera yerleştirilir, 24 saat kayda başlanır.
Pazar, salı, perşembe, tık yok.
Ve, cuma günü...
311 numaralı odaya temizlikçi kadın girer...
Çünkü, her cuma günü, 311 numaralı odanın temizlik günüdür...
Yoğun bakımdaki hastalardan birinin solunum cihazının fişini çıkarır, beraberinde getirdiği elektrik süpürgesinin fişini takar, sakin sakin temizliğini yapar, sonra solunum cihazının fişini yerine takarak, görevini yapmış olmanın huzuru içinde evine gider.
*Hayırlı tasarruflar.

"Kene mene" derken böcekleri kovan bitki var!...

Yaz hızlı geldi. Sıcaklar birden bastırdı ve en önemlisi okullar tatil oldu. Piknik yerlerinin önünden geçerken bir şeye dikkat ettim; hepsi piknik alanlarının ilaçlandığına dair afişler asmışlar.
Kene ısırmaları ile ilgili haberlerin çoğalması insanları tedirgin etmiş durumda. Tabiatın dengelerinin değiştiği bir gerçek.
Ben sizlerle bu yazımda böcek ısırmaları ve sokmalarına karşı bitkiler yoluyla ne gibi tedbirler alınabilir konusunu paylaşacağım;
DAĞ NANESİ veYABAN FESLEĞENİNİN güçlü bir haşarat kovucu oldukları bilinir. Romalı bilgin Pliny fesleğenin pirelere karşı etkili olduğunu keşfetmişti.
Dr. James A. Duke’nin Yeşil Eczane kitabına göre FESLEĞEN böcek kovucu olarak kullanılır. Hintlilerin fesleğen yaprakları ile vücutlarını ovarak böceklerden korundukları bilinir.
DAĞ NANESİ bulabilirseniz birkaç yaprağını koparıp cildinizi ve giysilerinizi ovun. Eğer hamile iseniz fesleğen ve dağ nanesi kullanmayın.
Haşarat kovucu olarak kullanılan bir diğer bitki de LİMON OTU’dur. Limon otu genellikle mumlarda kullanılır ve mum yandıkça kokusu haşaratları uzakta tutar.

26 Haziran 2008

Hamsiyi tavada pişirmenin yeni yöntemi!...

İzmir' de oturan Akile hanım balıkçıda taze hamsi görür ve alır. Eve geldiğinde balıkları temizler, “habulari bi tavaliyayim” der , hamsileri mısır ununa bular ve tavaya dizer. Bir taraflarını pişirir, çevirmek için tavadaki yağı bir kaba alır. “Maşalan(maşa ile) çevirursam baluklar dağilur, atu kapayim da oyle çevireyim” der. “Belki yere düşürürüm” der ve balkona çıkar, tavayı şöyle bir ileri geri sallar ve balıkları havaya atar. Balıklar ters dönmüşlerdir ama yarıya yakınını yakalayamaz. Balıklar üçüncü kattan aşağıya düşerler. Aşağıdan “yandım anam” diye bir feryat gelir . Bakınca balıkların oradan geçen birinin başına düştüğünü görür “eyvah adamı yaktuk” diyerek içeri kaçar. Adamın kokuyla onu bulacağını düşünerek kapıları, pencereleri ve perdeleri sıkıca kapatır..
Bir süre gelen olmayınca bir oh çeker ve “adamun saçi da yokti, hamsi da peruk gibi yapişti kafasina, yaktuk adami” deyip gülmeye başlar.