Beyaz sinekli yazımda Adana’yı biraz anlatmıştım. Sizlerle paylaşacağım konunun bir kısmı Adana, bir kısmı Ankara ile ilgili. Adana’ya malum Hürriyet Adana ilavesi için gitmiştim.
İstanbul’dan gittiniz mi öyle kapı kapı dolaşıp otel aramazsınız. Oradaki arkadaşlar sizin yerinizi ayırtmıştır bile.
Bana da “Koza” isimli bir otelde yer ayırtmışlar. Otele girdim. Odama çıktım. Otel şehrin merkezinden uzakta. Sakin bir semtte. Odam da en üst katta. Çıktım odama yerleştim. “Aferin İskender’e” dedim. Sakin bir muhitte, gürültüden uzak bir oda ayarlamış. Gazeteye gidince İskender’e teşekkür ettim.
Çalışmaya başladık. 2-3 gün sonra İskender suratı asık geldi. “Otelini değiştiriyoruz” dedi. “Nereden çıktı şimdi otel değiştirmek” diye sordum. “Emir İstanbul’dan, uygulama bizden” dedi. Ne olduğunu anlamamıştım. “Ne diyeyim peki” dedim. Zaten bir valizim var. Tek sorum “yeni otelin otoparkı var mı? olmuştu. “Var var” cevabını alınca rahatlamıştım.
Aldık valizleri girdik şehrin içine. Otelin kapısına geldik. İşlek bir cadde. Otel lüks. Çıktık odaya. Hemen otelin ana kapısının üstünde bir oda. İkinci katta. Yerleştik, yerleştik ama içim içimi yiyor. Ne güzel sakin, gürültüsüz bir yerden gürültünün göbeğine taşınmakta nereden çıkmıştı şimdi.
Gazeteye gidince hemen İstanbul’u aradım. Pardon aramadım, şehirler arasında sıraya girdim. Kıs kıs gülenler vardır gençler arasında. Buldunuz cep telefonlu zamanı neler çektiğimizi anlamıyorsunuz tabii.
Oteli beğenmeyince
Neyse. Bağlandık, İstanbul’a nedenini öğrendik bizim apar topar nakli otel yapmamızın sırrını.
Meğer İskender’i arayan yazı müdürlerinden biri, “Akın hangi otelde kalıyor” diye sormuş. İskender de “Koza Oteli” demiş. Yazı müdürü tekrar sormuş “Koza Adana’nın en iyi oteli mi” diye. “Hayır” demiş İskender. “İkinci sınıf bir otel. Temiz bir oteldir”.
Yazı müdürü esmiş gürlemiş: “Hürriyet’in yazı müdürlerinden biri o tip otellerde kalır mı?. Hemen en birinci otelden yer ayarla. Arkadaş oraya geçsin”.
Biz de apar topar Hürriyet’in itibarını zedelememek için gürültünün içine transfer olmuşuz.
Gel zaman git zaman artık Hürriyet’te çalışmıyoruz. Başka bir grubun başka bir gazetesinde çalışıyoruz yine yazı işleri müdürü olarak.
Bir parantez açmakta fayda var.
Gazeteler İstanbul’da hazırlanır biliyorsunuz ama Ankara, Adana, İzmir’de küçük çapta yazı işleri grubu vardır. Bu arkadaşlar oradan yetişmiştir. Zaman zaman onların merkeze gelip staj görmelerinde, bazen de merkezden birinin gidip onlarla 5-6 gün çalışmasında fayda vardır. Şimdi görüyorum büyük şirketler bölge temsilciliklerine merkezden birilerini gönderiyorlar, birkaç yıl çalıştırıyorlar ve tekrar merkeze alıyorlar. Bu uygulamanın sayısız faydaları olduğu bir gerçek.
Hürriyet’te böyle bir uygulama belki önemsizdi ama gittiğim grubun gazetesinde yeni yetişen gençlerle çalışıyorduk. Bu uygulamaya çok gereksinim vardı.
İşte bu düşünceyle İstanbul’dan bir arkadaşla bir haftalığına Ankara’ya gittik. Yanlış hatırlamıyorsam Stat Otel’de kaldık. Çalışmalarımızı bitirdik, artık ertesi gün otomobille dönüyoruz İstanbul’a. Otel lobisinde sohbet ediyoruz arkadaşla.
Bir ara “bak” dedi. “Sana bir şey anlatacağım. Kızmayacaksın”.
Bu fotoğrafın ne ilgisi var diyeceksiniz konuyla. Hiçbir ilgisi yok. Sadece bu yazıyı yazarken dışarıda böyle iç karartan bir hava vardı. Ama yine de bulutların güzelliğine bir bakın.
“Anlat” dedim. Başladı anlatmaya: “Biz İstanbul’dayken Ankara’dan bir faks geldi. Allah’tan ofis boyun elinde gördüm faksı. Faksta Ankara Büronun bize Stat Otel’de yer ayırtıldığını belirten not vardı ama notta farklı bir cümle daha vardı: “Otelde kaldığınız sürece sadece yatak ve sabah kahvaltınızın ücreti ödenecektir. Geri kalan harcamalar size aittir”.“İyi” dedim. “Neden benden saklıyorsun ki. Beni biliyorsun gazete adına ne yerim ne içerim”. “Hayır” dedi. Arkadaş. “Buna benzer bir yazı da otel idaresine gönderilmiş”. O zaman dank etti kafama bir şey. Tamam. Anlamıştım. Bazı arkadaşlar bu otel harcamalarını abartmışlardı. Gazete de tedbir alıyordu. Aynı mealde bir yazının otele yazılmasına ne gerek vardı? Kol kırılmalı, yen içinde kalmalıydı. Atalarımız boşuna mı söylemişlerdi bu sözleri.“Sen üzme tatlı canını” dedim arkadaşa. “Yanımda para var. Tümünü öder, faturayı alıp gideriz”.Ertesi gün öyle yaptık. Otel faturasının tamamını ödedik. Gazetenin otele yazdığı yazıyı da geri almayı unutmadık.İstanbul’a döndük. Patroniçe meraklıydı. “Ne var ne yok Ankara’da” diye sordu.
Bunu kim mi yazdı?
Anlattım yaptıklarımızı, sonra da Ankara büronun otele yazdığı yazıyı önüne koydum. Okudu. Kıpkırmızı kesildi. “Bunu kim yazdı” diye gürledi. “Hiç sinirlenmeyin” dedim. Böyle başa böyle tıraş. Merkezden emir almadan bunu yapabilirler mi? Muhasebenize bir sorsanıza. Neler oluyor haberiniz yok”.“Size bir hikaye anlatayım da dinleyin” dedim. O’na da Adana’da yaşadığım Hürriyet olayına anlattım. Ve ekledim. Adana’da Hürriyet parasıyla vezir olmuş, ben gürültülü ortamda rezil olmuştum. Şimdi siz paranızla el aleme rezil oluyorsunuz. İş bu kadar basit.Bu iki örnekten ne mi çıktı? Yorumu size bırakıyorum. Ha unutmadan ilave edeyim.Hürriyet hala dimdik ayakta, o grubun gazeteleri çoktan kapanmış durumda. Üstelik çalışanlara haklarını ödeyemeden.
...............................................................................................
***KAMA
Yat ağam!
Yatağan Termik santralinin gaz bacalarına filtre takılmadığı için çevre halkı tam 20 yıldır zehir soluyor...Yetkililer bugüne dek yan gelmiş yatıyor...Olacak iş değil ama yatıyorlar...Acaba Yatağan’ ı YAT AĞAM olarak mı algıladılar?
Söz Meclisten içeri!
Deniz Baykal, baş örtüsü saçı örter eşin hatalarını örtmez deyince ortam gerildi ve Başbakan Meclisteki bu seviyesiz üslubu reddediyorum dedi...Ayni Başbakan Meclis dışında Mersin’de malım tarlada çürüdü diyen çiftçiye ananı al da git demişti!Başbakan değişmeyeceğine göre söz Mersin’den dışarı olunca üslup mu değişti dersiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder