22 Temmuz 2013

The Başkan’a BABA YASA!

Bu güne kadar kullandığımız tek yasa “heee başkan… deee başkan… bre başkan… emrin olur başkan”… yasası olmadı mı? Kağıt üzerinde kaldığı sürece severiz bazen aklımızdan çıksa da YASA dilimden düşmez! Anayasa’mızın anası ağlamadı mı? Yıllar yılı siyasetin tecavüzüne uğramadı mı? Elledik, iteledik, zorladık, arkadan dolandık!… Ne oldu Hak yerini mi buldu? Yargı, kopan bağımsızlık bağını mı yeniledi? Dünkü dostlar insafa gelip, vefayı mı hatırladı? Vicdanlı olanların kanaması mı durdu? Bu yasalar yazılmak için değil uyulmak içindir diye mi hatırlandı? Anayasamız yamalı bohçaya döndü diyenler siyasetçi değil mi? Peki Anayasayı didik didik istek ve arzuya göre kemirenler kim? HAK bildiğimiz, halkın hakkı dediğimiz hemen her şeyi torbalayanlar onlar değil mi? Şimdi bayram çocukları gibi sızlanıyorlar. Yenisi… Yenisi

Bir yılı geçti. 450 gün kadar oldu. Çalışıyorlar. Yeni Anayasa yazma işine dalıp gitmişler… Üretebildikleri yasa sayısı 48. Kırk bir kere maşallah. Şimdi yeni bir telaş var. Şu tarihte bitirmeliyiz. NEDEN? Kim kovalıyor ki. Birinin BAŞKANLIK planı var. O bozulacak diye mi? Konuya açıklık getiren CHP Milletvekili Süheyl Batum Uzlaşılan 48 madde var. Özellikle yargıda, temel hak ve özgürlüklerde aşağı yukarı tartışmalı 35 madde ve bunlar üzerindeki uzlaşmaz noktaları duruyor. Biz ilk gün oy birliği ile bu metin çıkacak demiştik. Şimdi öyle bir şey çıktı ki ortaya Başkanlık sistemi”. Ne olursa olsun uzlaşma olmazsa kabul edilen metinler b planı, c planı deyip AKP o metni alacak, ben bu kendi metnimi referanduma sunacağım diyecek görüntüsü çıktı ortaya. Bu gelişme üzerine uzlaşma yerine taraflar kendi çizgilerinde net olarak durmayı yeğledi. Halbuki böyle bir b planı, c planı görüntüsü olmasaydı böyle bir tartışma da çıkmazdı diyor. Her şey tek adama göre mi? PARDON. Gene mi sordum? Alışmam lazım.Y ESSSSSSSS
Başbakan “Hitler sandıktan çıktı diye sandığa güvenmeyelim mi” diye soruyor. Mecburum cevap vermesem, saygısızlık olur. Ben bayılırım sandığa. Ceyiz sandığı en bayıldığımdır. Genç kız biriktirir biriktirir, koca evinde üç dayak iki tekme kapı dışarı edilene kadar her şey şahanedir. Benim hatırladığım dönemde seçim sandıkları çam tahtasından yapılırlardı. İçinde ne olduğu belli olmazdı. Ama çam kokusu kaybolmayan bir umut kokusuydu! Şimdi plastiğe dönmüşler. Zarflar apaçık meydanda! Gene de içinden kimlerin nasıl çıktığı karanlık! Derdimiz aslında sandık da değil ki. Sandığın bize kimi armağan ettiği! Çelişkilerden sıkılmadı mı halkım bilemem. Osmanlıyı ihya rüyası! Komşulara ağabeylik taslama hevesi. Kardeşimiz Esad ne oldu? Önce sarmaş dolaş, ailecek ziyaretler ardından kanlı bıçaklı! Büyük bir devlete yakışan tutarlı dengeli bir dış politika bu mu?

Suriye'nin Kürt bölgesinde radikal dini gruplar ile Kürt silahlı grubu YPG arasında yaşanan çatışma geniş alanlara yayılırken, sınır ilçesi Ceylanpınar'ın karşısındaki kesimin büyük bölümü ve sınır kapısı, PKK'nın Suriye uzantısı kabul edilen PYD'nin askeri kolu YPG'nin denetimine geçti. Haber doğru ise şimdilerde yanlıştan dönülmüyor. Müslüman etkisi ile Suriye masasına diplomatlar yerine AKP’ nin uzman elemanları atanıyor. Bir ayağımız, yeşil çoraplı sağ ayağımız Suriye batağına saplanmadı mı? Suriye’deki kürtlerin oluşturduğu 11 parti içinden biri PKK’ ya yakın olanı (PYD) özerk bölge ilan etti. Erbil anlaşmasına karşı gelmiş. Sonuç: Komşumuz değişiyor. 550 kilometrelik sınır alanı PKK’ nın Suriye koluna geçti. Mısır’ da da aynı yanlış sürmüyor mu? Hükümetin duygularının eseri olup her hamlesinde yeşil çoraplı sağ ayağını öne atması İslam ağırlığı eski konumumuzu kaybetmemize yol açmıyor mu?
Başbakan ‘rejimin teminatı polistir’ sözünü sık kullanıyor. Polisin teminatı da Başbakan! Bahsedilen hangi rejim sormama gerek var mı? Gezi de gördüğümüz rejim değil mi? Balyoz davasında seyrettiğimiz kafamızın karma karışık olduğı rejim mi yoksa… Hangi rejim?  Ergenekon. Balyoz davalarını kabarık klasörlere sokup yüzlerce yüksek rütbeli subayı, askeri, özgürlük istemek için yürüyen genci, kadını içeri tıkıp Adaletin sırtına kambur olarak binlerce şaibe ve dosya yükleyen rejim mi? Umutlara Balyoz gibi inen umutsuzluk. Kırılmak istenen  halkın mukavemet gücü değil mi?. 117 Balyoz avukatının sahte belgelere, çürütülmüş delillere dayanıyor dediği, çok kişinin yok yahu deyip şüpheye düştüğü, şikayet ettiği davaların rejimi mi? Gazetecileri, bilim insanlarını, aydınları, öğrencileri “terör örgütü” mensubu yapıp içeri atarken, yaşlıları geri çekip, gençleri yeniden silahlandıran PKK’ ya mensup gerçek teröristleri 3-5 ay sonra seçime gidiyorum silahlar patlamasın,“Çözüm Süreci” aksamasın diye el üstünde tutmaya çalışan rejim mi? Korkuyu yayan, medyayı oyan bir baskı yok mu? Medya da Akşam Sabah hanım gazeteciler, ses tonunu kısmayan yazarlar kovulmuyor mu?

Karaya beyaz diyen bir aldatma yok mu? Polis kimin polisi? Halkın mı? Rejimin mi? Camii imamı başbakana destek vermedi. İçki içilmedi dedi yerinden olmadı mı? Müslüman yalan söyler mi? Dolmabahçe imamı söyleyebildi mi? Ben dört dörtlük Aleviyim derken Alevilerin aylardır masada bekleyen istekleri buhar mı oldu? Ben Ramazan da yemek gösterişinin ve AKP nin sahur yalanlarının bitmesini diliyorum. Başbakan ne dedi ise çoğunun tersi doğru çıkıyor. Moda bu mu? Aç olanın halinden 1 ay anlar gibi görün. Bayramdan sonra 11 ay körleş..

Demokratlaşamıyorum, kolumu bağlıyor deyip yasaları torbala, del delik deşik et. Yenisini iste. Ne çekti milletten bu adam! Artık onu mutlu etsek! The Başkan’a BABA YASA versek!


9 Temmuz 2013

TORBAN OLAYIM!

Mesleğimin katilini aramak gibi anlamsız bir işe girmedim… Hele mesleğe girişimin ardından 54 yıl geçtikten sonra! Bugün şüphe duymadan söylemeliyim. Gazetecilik dediğimiz şey yakın geçmişte amansız menfaat hastalığından kucağımda can verdi… Benim gibi meslek etiği diye tutturan pek çok gazeteci ne olduğunu anlayamadı! Bugün de meğer gazetecilik neymiş deyip şaşkınlıklarını yenemedikleri gibi!

“Ne diyorsunuz arkadaş… Hangi gündeyiz! Sizin güneş başınıza geçti. Sizin keyfiniz yerine gelsin diye patron para kaybediyordu… Şimdi gazetesinden mi olsun? Hala öğrenemediniz mi? Yeni genel sağlık kuralları gereği sizleri gölgeye alalım. Her şeyden önce gerçek, her şeyden önce gazetecilik diye direnmeyin. Kalabalık yapmayın. Çekilin. Biz daha geniş bir yerde oynayalım.”
Oynuyorlar!. Başbakanın beğenmediği tek satırı yazmıyorlar. Yarınlara güvenle bakmaları doğal bir şey! Ya ülkenin yarınları! Düşünen var mı? Gerçeği öğrenmek, bu dayatma nerede duracak, ülke nasıl daha iyi olacak, ortak akıl ortak kader! Bunu tartışmak mümkün mü? Eli palalı adamların TV lerde çatır çatır yayınlanan kadın sindirme gösterilerinden sonra nasıl iyimser olacağız?. Pasif kalan, çok kere kadına şiddeti görmezden gelen polisin sırtı sıvanırken hangi hukuka sırt dayayacağız? Hangi demokrasi için sokaklara çıkacağız. Temsili Demokrasi mi? Ver oyunu, yap görevini 4 yıl sonar görüşürüz. Arada şikayet ne oluyor şimdi? Katılımcı olmak? Katılımcı kalmak. Kararlarda sözümüz olsun demek… Geç kardeşim… Bekle sandık gelecek… Bekleeee!

İçin için kaynayan bir Türkiye’de Mısır’daki olayların öne, en öne çıkması neyin nesi?. Ne çok Mısır uzmanı varmış! Hangi Medya’ya güveneceğiz? Türban istismarının bitmesi gerek. Kadına saygının örtü ile sınırlanmaması üzerinde tartışma mı yaptık? Ama seyrettiklerimiz içinde göze çarpacak kadar polisin kadına saldırısı yer alıyor. NEDEN? Başlarını örtmedikleri için mi? Baş örtülü kadın döven polis var mı? Polisin yanında ikinci bir polis gibi duran eli palalı azgın yanlıların ve bunlara ek son olayların beyaz gömlekli eli tabancalı ekipleri… Bu beyaz gömlekliler nereden kuvvet alıyor? Mısır’a baktığının yarısı kadar Taksim’e bak…Beyoğluna bak!
“Sizin 10 bin kişi topladığınız meydanlara ben 100 binleri getiririm” sözlerinin gündem de olduğu dönemdi Bir TV kanalı Başbakanın ne denli sevildiğini anlatmak için olacak başı örtülü yaşlı bir köylü kadını ekrana getirdi. Yaşlı kadın bas bas bağırıyordu “Ben onun g…. kılıyım!” Kıllık yapıp “olacağın şeyi gördün mü… nasıldı”gibi kelimeler ekleyip yorumu uzatmak istemiyorum… Bir kadının bunu TV de hem de çok rahat bir tavırla anlatması “demokraside aldığımız” yolu işaret ediyor olabilir!… Kurban olayım lafı geride kaldı... AKP’nın neyi planladıklarını bilmemiz gerekmiyor, bizi nereye götürecek düşünmemiz hiç mi hiç şart değil… Onların her şeyi için TORBAN olayım demeliyiz!.. Torbalar dolusu ek kanun… kek kanun… Bir de sabaha karşı tongaya düşmeseler çok daha hızlı hizmet edecekler.

Muhalefet ne derse HAYIR ezberi sürüyor… Bazen ava gidenin avlandığı gibi AKP Milletvekilleri de avlanabiliyor. Olay şöyle: AKP ’li milletvekilleri, verdikleri tasarı maddesine muhalefetin de “kabul” oyu verdiğini görünce apar topar hemen “red” oyu kullandı. Böylece AKP’nin hazırladığı kanun taslağı AKP oyları ile reddedildi. Durumu fark eden AKP liler itiraz etti. Oturumu yöneten Başkan Yardımcısı Yakut, birleşime ara vererek tutanakları inceledi. Tutanakları okudu ve maddenin reddedildiğini yineledi. CHP Kocaeli Milletvekili, TBMM KİT Komisyonu üyesi Haydar Akar olay hakkında şunları söyledi: “Muhalefet önergesini reddeden AKP hemen sonra oyladıkları maddeyi de muhalefetin önergesi zannederek reddetti. Kanunları okumuyorlar, Meclis’i izlemiyorlar. Meclis salonunda bulunmuyorlar, oylama varken koşa koşa içeri giriyorlar. Yorgunluk da olunca yine şaşırdılar. ” Akar’ın yine demesinin nedeni 2008 deki benzer olaydı. O dönemde de Sosyal Güvenlik Yasası’nın TBMM’deki görüşmeleri sırasında AKP Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ'ın sunduğu evli ve çocuklu SKK emeklilerine maaş bağlama kat sayısı alt sınırını yüzde 40'a çıkaran önergeye CHP’liler kabul oyu verince AKP'liler red oyu kullanmıştı.
Tehlike! Dini istismarda… Sıkıntı, anlaşamamak inanmışlıkla ilgili. Sorgu yok... İnanır… Siyasette kalelerin inşa malzemesi inanmaktır. Lidere inanmak. Siz ona gerçeği söylerseniz nefesinizi boşa tüketirsiniz. Iııııhhhh kaleden taş söktürmezler. Bu marifettir. Değişmezler. Dinlemezler. Düşünmezler. Yorumlamazlar. Araştırmazlar. Okumaya da gerek yoktur… İşaret beklerler! “AKP nin önerisi var. Evet denecek” Rap rap salona… Eller yukarı (Çoktan teslim almışlar) Yeni kanun mu?. Tamam. At torbaya. Adı ne bu işin… Demokrasi! Bu ne iş deyip direnme. Kurban olayım… At dertlerini kurtul… Torban olayım!

1 Temmuz 2013

"Flamenko olmadan Endülüs ruhu hissedilmez"!


Suzan Abla gitti, gezdi, gördü, yazdı:

Zil, şal ve gül diyarına gidip de Yahya Kemal'in Endülüs'te raks şiirinde yaşamamak olur mu? Kırmızının içinde kaybolmamak, kastanyetin büyüsüne kapılmamak, ayaklardaki ritme kitlenmemek...
Romantizm ve tutkunun birlikteliğine ev sahipliği yapan Granada ve Sevilla'da Endülüs ruhunu hissetmek için Flamenko gösterileri doğru adres.
Granada'da izlediğimiz doğaçlama gösteriden ayrı, Sevilla'daki sahne sanatlarından ayrı bir tat aldığımı itiraf etmeliyim. Tabii, kökeni 700'lü yıllara uzanan bu sanatın, bugün ticari mekânlarda daha çok turizme hizmet ettiğini de unutmamak gerekiyor.
Granada'daki ikinci gecemizde, El Hamra Sarayı'nın karşı tepesinde yeralan Çingene Mahallesi Sacramento'daki mağara evlerden birinde muhteşem bir gösteri izledik. Eskiden çingenelerin yaşam alanları olan mağara evler, aynen korunmuş, bugün turistik Flamenko gösterilerine ev sahipliği yapıyor. Yaklaşık bir saatlik gösteri, gecede en az 3-4 kez tekrarlanıyor ki, minibüsler sürekli turist kafilesi taşıyor bu bölgeye. Uzun bir tünelin iki tarafına sıralanmış taburelerde yan yana oturan turistler, ellerinde Sangrialar (İspanya'nın geleneksel tatlı içkisi) gösteriyi hayranlıkla izliyor.

Kırmızı puantiyeli elbiseler içindeki kadınların kıvrak bedenleri mi, el hareketlerindeki estetik mi, senkronize ayak tıkırtıları mı bizi etkileyen; yoksa erkeklerin yüzlerindeki sert, tutkulu, taviz vermez ifade mi, muhteşem müzik mi... Sanırım hepsi bir bütün.
Gösteride, birbirini seven iki genç, aileler ve kayınvalide-gelin ilişkileri dansla sembolize ediliyor.
Yüksek performans
Sevilla'daki gösteri ise Palaze Andalucia ***** 'da. Buradaki gösteri sahnede. Seyirciler ikiye ayrılmış yemek yiyenler ve içki içenler. Yemekli bölümde yer ayırttıysanız daha yüksek bir ücret ödemeniz gerekiyor. Böyle güzel bir gösteriyi izlerken yemek yemek sanatçıya saygısızlık ama ticaret herşeyin önüne geçiyor artık ne yazık ki...
Kalabalık bir dansçı grubu ve orkestra sahneye çıktığı andan itibaren bizi büyülüyor. Genç dansçıların yanısıra yıllarını Flamenko'ya vermiş sanatçıları izlemekten büyük bir keyif alıyoruz. Yelpazelerle yapılan şovu, bastonlarla yapılan şov izliyor. Birçok bastonla aynı anda yaratılan müzikle adeta hipnotize oluyoruz. Bu, yaklaşık iki saat süren muhteşem bir şov. Sanatçıların yüksek tempolu performanslarını yürekten alkışlıyoruz..
Unesco listesinde... Flamenko, Unesco tarafından 2010'da insanlığın maddi olmayan kültür mirası kabul edilmiş. Renkli puantiyeli elbiseler, kastanyetler, akustik gitar Endülüs'ün sembolleri haline gelmiş. Güney İspanya'yı ziyaret edenler için bir Flamenko performansı izlemek neredeyse bir zorunluluk.

Çingeneler Flamenko'nun ataları sayılıyor. Bugünkü Flamenko'nun vatanının Hindistan olduğu belirtiliyor ancak Flamenko dansında Fas'tan İran'a birçok iz bulmak mümkün. Endülüs müslümanlarının (Moriskolar) Flamenko'ya etkisinin büyük olduğu da bir gerçek. Arap, Çingene, İspanyol ve Yahudi kültüründen esintiler taşıyan Flamenko, eşsiz bir müzik ve dans...
Wikipedi'de Flamenko'nun vazgeçilmezleri şöyle sıralanıyor: Şarkı (Cante), Gitar (Toque)ve Dans (Baile) ...Bu üçlü insanı kendinden geçiriyor.

27 Haziran 2013

SON DURAK!

*Sizin gibi gençlere malik bulundukça, bu vatan ve milletin, şimdiye kadar elde etmeği başardığı zaferlerin üstüne çok daha büyük zaferler koyabileceğine şüphe etmiyorum.      M. KEMAL ATATÜRK

 Çevirdiğiniz bu SON FİLM Gezi Parkı filmi, ustalık dönemi eseriniz! Son durağa gelirken eseriniz heyecan verici ve inanılmaz sahnelerle dolu! Şimdi daha net hatırlıyorum… Demokrasiyi tramvaya benzetmemiş miydiniz! Son durakta inip gideceğin adrese gidersin diyordunuz… Öyle değil mi? Son adresiniz şayet hala yıkılmadı ise bir kaç adım ötede değil mi?
Filmi başa saralım!. Başbakana, öğrenci polisler mezun olmadan törende yeri göğü inletecek şekilde bağırıyor “Türkiye seninle gurur duyuyor” Başbakan da onlarla gurur duymaz mı? “Benim polisim kahramandır” cevabını veriyor. Bu muhteşem Gurur alışverişinden sonra Başbakan polisi güçlendireceğini açıklıyor. Halka karşı aşırı güç kullandığını tüm dünya ve de bazı AKP liler de itiraf ediyor ama o bilmezden geliyor. Ve onun polisi “benim polisim olmaktan çıkıyor” ve coştu gidiyor... Polisin haşere ilacı sıkar gibi yakından sakat bırakacak şekilde nefretle, kinle hamle yapıp gaz sıkması kahramanlığını perçinliyor! Gençlere, kendi halkına acımasızca saldıran KAHRAMAN POLİS 4.7 metreden Ankara’da Ethem Sarısülük’ü başına nişan alıp tabanca ile vuruyor… Ethem ölüyor… Ölüyor da ne oluyor? O Ethem kimin Ethem’i? Polisin, senin olabildiği yer de o insan da benim Ethem’im. Benim ve ÖZGÜRLÜK uğruna yollara düşen, parkları sokakları dolduran 5 milyon aslan yürekli gencin, kadının, ananın, bacının Ethem’i.   

Ethem öldü çile bitti mi? Gözüm gördü, beynim doğru algıladı, yüreğim yandı… Görmedin deniyor. 5 milyon şahit var… Hayır öyle değil… Sen Başbakan ne derse ona inan denmiyor mu? Meğer neymiş. “polisin eline onlarca taş gelmiş… Nefsi müdafa durumu oluşmuş! Koşarak gelip tabancasını ona doğrultan ve Ethem’i öldüren polis hala kahraman mı? Neden tutuklanmadı salıverildi… Adliyeye gelirken gövde gösterisi. Salıveren hakimin savunması “Vicadanım rahat” Bizi bu rahat vicdanlar mahvedecek!

Ethem ile birlikte bir şeyi daha öldürmediniz mi? Can veren 5 insanın, gözünden olan 11 gencin hesabını kime soracağız? Yıktınız... Onları da öldürdünüz. Adalete güveni. Hukukun üstünlüğünü. ADALETİ… HAKKI. Bu kıyım, bu kayıplar sadece AKP nin üstünlüğü için mi?

Polis siyasallaştıkca ADALET’İN katili olur! Polis daha ne kadar siyasallaşacak? Tarikat kurallarını mı benimseyecek? Bugün Başbakanın polisine tüm vatandaşın polisi denebilir mi? “ben ayırmıyorum! Başbakan BENİM POLİSİM” demiyor mu? Asla… Hepsi olamaz… Gözle görülenler göremediklerimizi de gölgelemiyor mu? Polis kadrosunun içinde bizden çok yüreği yanan, içi kan ağlayanları var. Eskiyi yaşayanlar “siyasallaşma ile gelen tehlikeyi görenler var..

Dernekler… Çatışmalar… Ölümler… Suçlamalar! POLDER - POL BİR… Sağcı polisler, solcu polisler...

Siyasetçinin film çevirme alışkanlığı her dalda sürmüştür... İşte gerçek der gibi 28 dakikalık AKP filmi yayımlandı… Hiç bir şeyi AK layamıyor. Bence MOBESE kameralarını  kendi haline bıraksalar daha gerçek görüntüler olurdu. Kuyumcu soygunları kadar heyecen yaratabilirlerdi! Başbakan ısrarcı… Cami de içki içtiler. Bekledik. Görüntüden bir şey çıkmadı. İnanabildik mi?

MHP’ li Türkkan konuyu  incelemiş. Bezmi Alem Valide Sultan Camisi'nin müezzini Fuat Yıldırım “o gece yaralıların camiye taşınmasından sonra içeriye molotof atılmasından, caminin kundaklamasından, herkesin yanmasından korkmuş. İçki içilecek bir ortam olmadığı gibi, herkesin korku ve dehşet içinde olduğunu, içki içen kimseyi görmediğini söylemiş.

 Oturup olanları yeniden gözden geçirmek şart. Tramvay çelik raylar üzerinde sallantıların yalpaların artan sesi ile hızlanıyor… Olanlar bize ne anlatıyor?  Medya hızla el değiştirirken kalemine ve meslek namusuna güveneceğim gazetecilere ne oldu?

Son durakta inip gideceğin adrese gidersin diyordunuz… SON DURAK bir kaç adım ötede değil mi?

20 Haziran 2013

“GÖSTERİCİLER GURURUMUZ!”

...........................................................
KAMA
ONE SATIR mı?
DURUYORLAR!
Kimse Gaz yemesin,  gaza gelmesin!
DURUYORLAR!
Özgürlükler  one minute  kalmasın…
DURUYORLAR!
Sana karşı...
DURUYORLAR!
Ülke geri gitmesin...
DURUYORLAR
One SATIR başımıza gelmesin!
YK
..........................................................................
"Daha iyi eğitim, daha iyi okullar ve daha iyi ulaşım istedikleri için" yaklaşık iki haftadır sokaklara dökülen on binlerce göstericiyle gurur duyuyorum” BBC'nin haberine göre Brezilya Devlet Başkanı, "Hükümetim değişim isteyen sesleri duyuyorum. Gösterilerin boyutu demokrasimizin ne kadar güçlü olduğunun kanıtıdır" diyor…

Başbakanımızın gözünden bakamamış, çapulcuları, teröristleri görememiş ki kadıncağız! Keşke dedim. Keşke… Aynı günlerde benim ülkemin daha çok ÖZGÜRLÜK isteyenlere direnişe katılanlara karşı başlattığı CADI avı da gerektiği gibi görülebiliyor mu? Anlaşılması gereken anlaşılıyor mu? “ÖZGÜRLÜK esastır. Bu yola başvuranlar asla neye malolacağını sormaz!” Demokrasinin ana defterinde kaydettiği cümle bu. Bizde siyasetçinin not defterinde insan yok. İnsan canı yok. İnsanın sakat kalma dramı yok. Düşünce ve ifade hakkı yok!
İşte AKP li Çelik’in listesi: 291 iş yeri tahrip edildi, 271 özel aracın da parçalandı, 116 polis otosu 41 ambulans tahrip edildi, 14 parti binası yakıldı. Fiziki zarar 140 trilyona... Kimine göre bu rakam azdır kimine göre çoktur. Fark eder mi? Hepsi yerine konabilir kayıplardır. Peki. Ya geri gelmeyecek, yerine konması imkansız olan kayıplar, acı kayıplar! NEDEN medyada TEK SATIR YOK! Ölenler, göz altına alınıp haber alınamayanların hesabını sormayacak mıyız?

26 yaşındaki Ethen Sarısülük... Geri gelecek mi? Neden siyasetçinin ilgisini çekmez. 9 milimetrelik mermi çekirdeği otopsi sonunda belirlenmedi mi? Çevik Kuvvet görevlisi TV lerde koşarken 5 metreden nişan alırken görüntülenmedi mi? Hakkında ne yapıldı? Bulundu mu? Sorgulandı mı? Bu işin sonunda işi uzatırlar bizi uyuturlar, duygusu yaygın değil mi?
Antakya da 22 yaşındaki Abdullah Cömert. Kafatası kırılarak öldü... Saatlerce insanların kafalarına yakın mesafelerden nişan alıp ateş eden polisleri seyretmedik mi? Ve İstanbul Emniyet Müdürü ne diyor “Polisimiz 40 saatte ancak 4 saat uyuyabilmiştir.” Keşke 40 saat uyusaydı! Bu kadar yaralı ölü vermezdik! Polisi savunmak her yurttaşı savunduğum kadar görevim olabilir. Aslolan polisin kendini normal çizgide tutması, gerçeği doğruyu savunması, içindeki yanlışları yanlış yapanları korumaması değil midir? Israrla gazcı olduk. Polis ha bire GAZ diyor... Gaz sıkıyor. Kimseyi dinlemiyor mu? TV lerde gördünüz mü bilmem... Çok öfkeli bir amir var... Gazetecilere çok terbiyevi hitapları vardı. “Çekmeyin ulan. Polisleri çekmeyin. Ne yapacaktık. Gaz sıkmayacaktık da ne yapacaktık...” Haykırışın tam bu noktasında bel kırışı çok yerindeydi... Sağa doğru uzattığı kalçası ile cümleyi noktaladı “Os...lım mı?” Kimya Mühendisleri Odasının ikazını bu polis mi dineleyecek dersiniz “GAZ Kimyasal silahtır” Ve kullanılması uluslararası kabul ile yasaktır.

53 YIL ÖNCE. “Tabutlukta normal koğuşa geçince siyahtan gri bir aydınlığa ulaşmıştım. Zaman tüy gibi uçmuştu... Sahaba karşı saat dört olmuştu. Askeri  kamyonlara bindirilirken çoğumuzun başı çoktan öne düşmüştü. Kamyonun tahta sıralarda oturunların sızlanmalar artmış sorular çoğalmıştı.. “Nereye götürüyorlar bizi?. Ne yapacaklar?” 
O sesi yıllardır unutmadım. Unutamam... Asla yüzlerini görnediğim kızların... Kahraman kızların çığlığını!
“ÖZGÜRLÜK... Sonuna kadar ÖZGÜRLÜK”
Gecenin sessizliğine düşen gök gürültüdü gibiydi. Kızlar... Kızlar... Suskun erkeklerin başları dikildi. Harbiye Askeri Cezaevinin revirde tutulan kızlardı çığlığı gök yüzüne kazıyan... Askeri araç rampayı dönüyor çıkışa yaklaşıyordu. O an kamyondakiler döndüm... “ Heyyy arkadaşlar kzılara cevap vermeyecek miyiz.”.
“ÖZGÜRLÜK... ÖZGÜRLÜK... SONSUZA KADAR”
Bugün onları gördüm. Yaşlanmışlarını... Oğulları için gezi parkının ağaç diplerini mesken edinmişlerini... Erkek arkadaşına sırt vermişini. Saçından sürülenirken eğilmeyenini... Korkusuzunu... Meydan okuyanını...  53 yıldır içimi bir gizli umutsuzluk kemiriyordu. Gizli gizli kendine soruyordum ancak! Ne oldu gençliğe diye... O sesi yeniden duydum. Onları yeniden gördüm. Ve artık biliyorum... GÖSTERİCİLER GURURUMUZ.

16 Haziran 2013

Çocuk her yerde çocuk!


Torunum Mete bu blog da çok boy gösterdi.
Doğumunu, diş buğdayını…
Zaman hızla akarken büyümesini…
Okula başlamasını..
Paylaştım.
Şimdi de ikinci sınıfa ayak basmasını..
Okumayı sökmesini…
Günlük tutacak hale gelmesini..
Paylaşıyorum.
Mete hızla teknolojinin içinde büyüyor..
Büyüyor ama okul gösterisinde, sertifikasını borazan yapacak kadar da çocuk.

13 Haziran 2013

Penguen MEDYA!


Sosyal medya fark etmiş  NTV  afişi bile olduğu gibi yayımlayamamış. Seyircinin gördüğü afişte tayyip kelimesi silinmiş..Altta aslı var!
Fotoğraftaki görüntü ARŞİV oldu. Temizlediler. Mesleğin Penguen’leri ne zaman temizlenir dersiniz?. Ben yaşarken görebilir miyim? Şu günlerde aslan SOSYAL MEDYA sesleri yükseliyor! Oysa bu yöneliş aslında çok doğru ve hayırlı değil!
Bugün iş görüyor! İyi ki varmış dedirtiyor. Ama öyle mi olmalı?. İletişimi gazeteciler yapmalı. Yapabilmeli. Haber gerektiği gibi sorgulanmalı. Profesyonel bir süzgeçten geçmeli. Sosyal medyanın havuzu gibi halka tamamen açık aynı anda da hatasını en aza indirmiş olmalı! Zira haber yeri ve zamanı geldiğinde ağır ve de öldürücü bir silahtır. Hele toplulukların protestoları sırasında… Mesele bu… Sosyal medyaya ihtiyaç arttıkça tehlike de artıyor. Haberin arasına öfke, nefret, öteki olmak gibi gerekçeler girebiliyor. Gerçek dışı unsurlar da katılabiliyor. Ve gerçeği görmek, bulmak zorlaşıyor. Gerçek uzaklaşıyor.
Teksas’dan CNN (İnternational) canlı yayınla Taksim Gezi parkı olaylarını verdi. İzledim… Sunucu protestocu gençlerden İstanbul’dan aldığı notu okumak aktarmak zorunda kaldı; “Bana Türkiyeden ısrarla iletilen bir konu var. Burada onu da aktarmalıyım. Gezi olayları başladığında Türk televizyonları bazı haber kanalları olayı görmemiş. Penguen dokümanteri yayınını sürdürmüşler. Bugün Türk meslektaşlarımız inanılmaz bir ölçüde itibar kaybına uğradı. Tabii orada ağır bir baskı olabilir!”

Medyanın itibar kaybı inkar edilemez! Katılamadığım yorum da yaptılar. Bundan önceki hükümetler bu tür gösterileri anında bastırır, uzamasına fırsat vermezdi dediler… Oysa Türkiye değil 20 yıl öncesinin artık bir hafta önceki ülke de değil. Gezi parkını dolduran ve direnen bu gençler DÜNYA ile iletişimde… Dünya’nın her yerine anında ulaşabilecek bir tekniği kullanabiliyorlar. Daha da önemlisi siyasi önceliklerini söz demokrasi olunca ikinci plana itip tek yürek olabiliyorlar. Gerçeği saklamak, olayları saptırmak, halkı kandırmak daha da zor… Artık imkânsız.
Yaniiii... Aman duyulmasın demenin bir anlamı yok… Artık koltuğunu sağlama almak için yandaş olmak, yaranmak yetmiyor... Foyalar ortaya çıkıyor…

12 Haziran 2013

CİNAYET VAR…KATİL YOK!...

Cahil her sözünde kendini aklar!
Alim her sözünde kendini yoklar.

FORT  WORTH - Gazeteciliğin hak ve sorumlulukları bildirgesini meslekteki 54 yıl boyunca (Şimdilerde kendimi çok gazeteci hissedemiyorum ama..) kelime kelime sindirdiğim ve her satırını koruya koruya bugünkü yanlızlığa nail olduğum o ilkleri acaba ben mi hatalıyım kuşkusuna düşüp yeniden okumak zorunda kaldım… Kendimi bir kere daha yokladım…
Bazı ünlü ve en önde gelen (zaman zaman değil her zaman her dönemde) gazetecilerin bazı şeyleri nasıl yaptıklarını görünce kelime dağarcığım patladı.. PES… PES… PES doğrusu…

Hatırlatayım… Kimse okumaz kimse aldırmaz!. Yapılan işe hala gazetecilik diyorsanız bunun olmaz ise olmaz kuralı neydi?… Belki de bir zamanlar da demem gerek.
* Gazeteci; temel bilgileri yok edemez, görmezlikten gelemez ve metinlerle belgeleri değiştiremez, tahrif edemez. Yanlış, yanıltıcı ve tahrif edilmiş yayın malzemesi kullanmaktan uzak durur.

*Gazeteci, bilgi, haber, fotoğraf, görüntü, ses, belge elde etmek için yanıltıcı yöntemler kullanamaz. (Gazetecilerin hak ve sorumluluk bildirgesinden)
Bu cümlenin her hangi bir yerine NTV’nin her zaman yorgun, masayı dolduran demirbaş sunucusunun yayın sırasında kendinden emin bir resmini koymak ve hatırlatmak gerekiyor…

“Arkadaş sen ne yapıyorsun?”                                             
Koskoca afişi silme yetkisini sana kim verdi? Ne zaman verdi? Nasıl Verdi? Senin hiç bir itirazın olmadı mı? Bunca yıllık gazetecisin! Nedir bu demedin mi? Haberin mi olmadı? Yayın yaptığınız binanın önünde halk yaptığın yanlı yayını olan bitenin tamamını duyurmadığın için yönetimi ikaz etmedi mi? NTV habercilerine reva gördüğünüz haksızlığı affetmek meslek adına görmezden gelmek mümkün mü? Makyajına pür dikkat kesilmişsin… Beyaz ceketin yaptığın işi aklamaya yetmiyor…

Görmezden gelemezsin… Dur sana hatırlatayım. Elinde kalemin yüzünde çok ciddi ve ağır başlı bir hava var. Arkanda Atatürk Kültür Merkezi binasının ön yüzünü nerede ise kaplayacak kadar büyük afişler var… “Boyun eğme… Sendikalar göreve genel greve…” Ve tam sağ kulak hizanda sansürlediğin afiş var. Yayınladığın görüntüde “kes sesini”  yazısı kalmıştı. Aslında üç kelime iken sen arkanda kalan görüntüyü bile sansürlemişsin. Pes doğrusu. Üç kelime, üç satır anlaşılan görüntüne de dokunmuş. Sana dokunduğu yetmemiş! Milleti enayi yerine koymayı  denemişsin… Sayın meslektaşım… Senin tek aklına karşı yürüyen on binlerin aklı yok mu? On binlerin bakan dikkatli gözleri yok mu? O üç kelimeden tayyip kısmını kurtarmışsın… Keşke dokunmasaydın… Böyle bir hakkın yok… Benim gibi konuyu zor kavrayanlar da olabilir. Ben üçüncü satır tayyip kelimesi çıkınca “kes sesini” hitabını sana yapılmış sandım…
*Polis kardeş… Gerçekten gözlerimizi yaşartıyorsun!..

*Yeter artık yaaaa… Polis çağıracammm….
*Alkol yasaklandı, millet uyandı!...

* İSYANBUL..
Yaratıcı sloganlar tüm direniş boyunca hala bir umut IŞIĞI !
Oysa Medyada kapkara noktalar hızla büyüyor… Mesleğe baskı dün vardı. Bugün de var. Yarın inanılmaz bir boyuta ulaşırsa şaşırmam!. Şimdiden korkum YARIN… Sorum şu olur; Medya olarak şu anda yok olmadık mı? Size kim inanacak... Var olan olayları yok saydınız, kendinizi yok etmediniz mi? Halkın “yaşam tarzım yok ediliyor” feryadını hak arama seslerini nasıl yansıtacağız?.. NTV ve aynı görüntüdeki pek çok yayın organına kim inanabilir? Yayın yetkililerine önce kendi kadroları inanır mı? Sizler muhabirlerinizin, kameramanlarınızın emeklerini yok ettiniz, çektikleri görüntüleri yayınlamayarak meslek aşklarını, sevgilerini öldürdünüz! İlk ihanetleriniz kendi arkadaşlarınıza, kendi kadrolarınıza… Halk adına sizden ne bekleyebiliriz ki! Manzara değişmiyor… CİNAYET VAR! KATİL YOK!
................................................................................................

KAMA
İçişleri Bakanı Güler
İstanbul valisi Mutlu ise
Oturup ağlama vakti gelmiştir..

9 Haziran 2013

Medya çöktü, yaşasın “sosyal medya”!


Yanımda oturan genç devamlı elindeki cep telefonuna bakıyor. Oğlum da öyle. Zamane gençleri diyorum içimden. Doğum günü kutlamasındayız. İnsan kafasını kaldırıp etrafı ile bir ilgilenir.
Bir yandan da aklım Gezi Parkında. Anlı şanlı medyamızda “tık”yok. Sanki hayal alemindeler. Havadan sudan programlarla zaman dolduruyorlar.
Mesleğim beni bırakmıyor. Hayalimde gazete yapıyorum.
Birinci sayfanın fotoğrafını buldum bile.
İki kadın. Biri biber gazına karşı kılını kıpırdatmadan duran modern giyimli kırmızılı kadın.
Diğeri bir nine. Beyaz başörtülü.
Birinin isyanı sessiz, diğerininki sesli.
Biri beni dürtüyor. Ayılıyorum.
Torunumun doğum gününde Yeniköy’de bir yerdeyiz. Günlerden 1 Haziran.
Yanımdaki genç soruyor: “Siz Mete’nin dedesi misiniz?”
“Evet” diyorum. “Ben de Mete’nin servis arkadaşı Ömer’in babasıyım. Ömer’in dedesi de gazeteci”.
Yanımdaki genç bunları söylerken cep telefonuna tekrar tekrar bakmayı sürdürüyor.
Ben de meraklanınca bana fotoğraflar gösteriyor.
Kadıköy’den vapura binen insan selini.
Beşiktaş’tan yükselen gaz bulutlarını.
Sivil giyimli belinde tabanca bulunan birinin kasklı polislerle birlikte  kıstırdıkları bir göstericiyi acımasızca dövmelerini..
Bir ara dertleniyor genç adam ve oğlum. “İnterneti kestiler” diyorlar.
İnternet için çırpınıyorlar. Olaylara ulaşmak için anlamadığım sanal programları, birbirlerine aktarıyorlar.
Dedeyiz ya. Lafa giriyoruz. “Çok mu acil bu seyrettikleriniz” diye soruyorum. Öyle ya. Bir kutlama var. İnsanlar geliyor. Çocuklar koşturuyor.
Hiç ummadığım bir cevap alıyorum gençten.
“Akın Bey. Olayların içindeki arkadaşlar fotoğraf çekip Facebook’a koyuyorlar. Biz de o fotoğrafları ve filmleri paylaşıyoruz. Herkesin her arkadaşı paylaşınca fotoğraflar binlere ulaşıyor. Dünyanın öbür ucundakilerin bile haberi oluyor. Ben paylaşmazsam zincirin bir halkası kopar”.
O zaman anlıyorum bu sosyal medya olayını. Hepsi iyi niyetli gönüllü gazeteci. Fotoğrafı ya da filmi çekiyorlar. Koyuyorlar Facebook’a. Biliyorlar o fotoğrafın binlere ulaşacağını.
Ne genel yayın müdürünün ne de yazı işleri müdürünün okeyini bekliyorlar.
Hepsi tek başına gazete. Her birini birbirine bağlayan facebook.
Ve tek bir fotoğraf ya da iki satır yazı anında tüm dünyaya yayılıyor.
…Ve ortaya inanılmaz bir iletişim hızı ve gücü çıkıyor. Tabii yalan yanlış bilgiler de havalarda uçuyor.
Şunu anlamak gerekiyor artık; İktidarlar görsel ve yazılı medyayı susturabilirler ama sosyal medyayı susturacak, interneti kesecek bir güç yok henüz.

6 Haziran 2013

İÇİNDEN KATEDRAL ÇIKAN CAMİİ !

Suzan Abla gitti, gördü, yazdı:

Endülüs gezimiz sürüyor. Granada’yı ardımızda bırakıp Cordoba'ya doğru yola çıkıyoruz. Granada'daki Flamenco gösterisini daha sonra Sevilla'dakiyle birlikte anlatmak için bir sonraki yazıya bırakarak. Cordoba'ya giderken uçsuz bucaksız zeytinlikler arasından ilerliyoruz. Bizdeki gibi zeytin ağaçlarını konutlara kurban etmemişler. Zeytinyağı fabrikaları bile çok az. Cordoba'da zeytincilik masterı yapan kuzenimden öğrendiğime göre fabrikalar zeytincilik kooperatiflerine aitmiş.
Yolda eski bir tren istasyonunda mola veriyoruz. Birkaç kelime Türkçe öğrenmiş satıcı genç, zeytinyağı satıyor. Tek katlı, en fazla iki katlı evlerin olduğu bir köy burası. Küçük molanın ardından yeniden zeytinlikler ve Cordoba...

Endülüs'ün başkenti
Cordoba eski adıyla Kurtuba. Endülüs'ün başkenti. 1236 yılına kadar halifeliğin de başkenti olmuş. O dönemde nüfusunun 500 bin olduğu tahmin ediliyor. Zamanının bilim, sanat, kültür merkeziymiş. Kurtuba Camii, aynı zamanda ilk üniversite. Avraupa'nın en gözde üniversitesi burasıymış. . Aristo'nun eserleri Latince'den Arapça'ya çevriliyor. Avrupa'nın Avicenna olarak tanıdığı filozof hekim İbn-i Sina, Mukaddime adlı kitabıyla Osmanlı tarih anlayışını derinden etkileyen İbn-i Haldun, ortaçağın ilk Aristocusu İbn-i Meymun'un yolu hep Kurtuba'dan geçiyor.

Cordoba'nın en önemli yapısı Mekke'dekinden sonra dünyanın en büyük camii olarak bilinen Cordoba Camii. İspanyollar mescit anlamına gelen Mezquita diyorlar. Tabii artık burası sadece katedral.. Endülüs'te yer isimlerinin çoğu Arapça'dan türemiş. Cordoba'nın ortasından geçen Guadalguivir (Vad'il Kebir) Nehri'nin kenarında inşa edilmiş Cordoba Camii.
 
786. yılında 1. Abdurrahman tarafından temeli atılan Cordoba Camii, eklemelerle büyümüş. İlk yapıldığında 75 metre eninde ve 100 metre boyunda olan camii, bugün 180 metre uzunlukta ve 135 metre genişlikte dev bir yapı. Caminin çevresini 12 metre yükseklikte kalın duvarlar çevreliyor. Duvarları avluya açılan devasa kapılar bölüyor. Ama her kapı açık değil.

Sütunlardan orman
El Hamra Sarayı'nı, gitmeden önce gözümde çok büyütmüştüm. Beklentim yüksek olduğu için belki de bir şeyler eksik kalmış gibi geldi bana. Cordoba Camii ise tam tersi. Çok fazla bir  şey beklemediğim için olabilir mi bilmiyorum beni büyüledi. Dünyanın en fazla sütun kullanılan mabeti, bir mimarlık şaheseri. Başta 1293 sütundan oluşan camiinin katedrale çevrilmek için birçok sütunu heba edilmiş. Camiinin ortasına 1523'te katedral eklenmiş. Matruşka bebek gibi.


İçinden katedral çıkan camii. Bugün 850 adet sütun bulunduğu söyleniyor. Sütunlardan oluşan 19 paralel yol, 36 yolu dik açıyla kesiyormuş. İçeri girer girmez sütunların arasında objektifimi hangi alana çevireceğimi bilememe kararsızlığı yaşıyorum. O kadar güzel fotoğraflar verir ki burası. Daha güzelini her zaman çekebilirsiniz. Sütunların çoğu granitten ve çeşitli taşlardan yapılmış. Sütunların başları, sadece bu camide olan iki katlı kemerlerle destekleniyor. Kiremit rengi kemerler çok güzel bir görüntü veriyor.
Mihrab ve minber de çok özel. At nalı şeklindeki mihrap, fildişi, altın ve değerli taşlardan yapılmış. Mihrabın kemerinin dayandığı sütunlardaki işlemeler göz alıcı.

Cordoba Katedrali'nin Müslümanlar için de yeniden ibadete açılması için girişimler olmuş ancak bu sonuçsuz kalmış.
Cordoba Camii'nin bahçesindeki şadırvanlar kaldırılmış. Caminin girişindeki sütunların araları kapatılmış. Bahçesine narenciye ağaçları dikilmiş, havuz ve mudejar (Endülüs mimari tarzı) çeşmeler yapılmış. Caminin minaresi de yıkılarak çan kulesine dönüştürülmüş.
Cordoba Camii, dünyanın sayılı eserlerinden biri. İspanya'ya gidecekseniz mutlaka görülmeli,...