1944 yılının sonbaharında, enstitü ilk mezunlarını verecekti. Bir tören ve gösteri düzenlenmesi kararlaştırıldı. Orkestra ve korodan başka bir de müzikli piyes sahneye konacaktı. Oyunun adı “Tırtıllar”dı. Bunun için tüm arkadaşlar seferber olmuştuk. Çalışmalar ders saatleri dışında okulun çeşitli yerlerinde sürdürülüyordu. Sahne dışarıda hazırlanacak, törenle gösteri açık havada yapılacaktı.
Kamacıoğlu tüm zamanını öğrencileriyle geçirdi.
Elektriğimiz henüz yoktu, lüks lambaları, gemici fenerleriyle aydınlanıyorduk. Tören gününe dek hep içerde çalışmıştık. Temsil ve konser geceye kalmıştı. Parçaları çalarken temsile eşlik ettiğimiz sırada yay kıllarının gevşediğini, yayın ağaç kısımlarının tellere değdiğini fark ettik. Konserle temsil bittiğinde kılların tamamıyla gevşediğini gördük. Konseri ve temsili kazasız belasız bitirmiştik. Artık müzik çalışmalarını iki bölüme ayrılmıştı:
1- Derslerdeki müzik çalışmaları,
2- Bir sanat alanı olarak özel müzik çalışmaları.
Derslerde her öğrencinin, ilkokuldaki müzik derslerini yürütecek solfej, şarkı, genel müzik bilgisi, İstiklal Marşı ile okul şarkılarını bir çalgı ile çalıp söyleyebilecek yeteneği kazanması amaçlanıyordu.
Özel müzik çalışmalarına gelince; Genel kültür dersleri dışında tarım, balıkçılık, marangozluk, demircilik, dikiş, nakış, dokuma, inşaat alanları gibi bir de müzik alanı kabul edilmişti. Her gün öğleden sonra öğrenciler ayrıldıkları alana giderek çalışmalarını sürdürüyorlardı. Özel müzik alanı içinde en az 40 kişi keman ve orkestra, 40 kişi de çoksesli koro için ayrılmıştı. Ayrıca iki kız öğrenci de piyano öğrenimine başlamıştı. Koro–orkestra çalışmaları için yeni yapılan balıkhanenin salon bölümünü kullanıyorduk. Balıkhane enstitüden biraz uzaktaydı. Gidiş gelişlerde koronun çokça söylediği iki sesli marş ve şarkılar çevrede büyük ilgi uyandırmaya başlamıştı. Artık koro ile orkestra kendini dinletecek düzeye gelmişti. Sabah sporlarıyla birlikte sabah müziği yapılması öğretmenler kurulunca kabul edildi.
Öğrencilerin oynadığı "Tarih diyor ki" oyunundan bir sahne.
Her gün derslere başlamadan önce yarım saat toplu müzik, yarım saat toplu spor yapılıyordu. Spor çalışmaları çeşitli halk oyunlarının, hep birlikte halkalar halinde müzik eşliğinde oynanmasıyla başlar, çeşitli spor hareketleriyle sürdürülürdü. İlk sabah müziğine koro ve orkestra ile katıldık. Koro İstiklal Marşı’nı dört sesli söyleyecek hale gelmişti. dört sesli İstiklal Marşı’nı söylediğimiz sabah ilk tepki öğretmen arkadaşlardan geldi. “Mehmet Ali İstiklal Marşı’nı karma karışık ettin” dediler. Sabırlı olmalarını söyledim. Her sabah, dört sesli İstiklal Marşı ile başlıyor, öbür tek ve çok sesli şarkı ve türkülerle sabah müziklerini aksatmadan sürdürmeye çalışıyorduk. Bir ay sonra bir sabah İstiklal Marşı’yla şarkıları tek sesli olarak söylettim. Aynı arkadaşlar bu kez “ Bu sabah İstiklal Marşı’la şarkılar yavan oldu” dediler. Bir aylık bir çalışma sonunda müzikteki yavanlık fark edilmişti. Kamacıoğlu bir gün balıkhanede 40 kişilik keman orkestrasını çalıştırıyordu. Müdür kalabalık bir ziyaretçi grubuyla geldi. Gelenler sessizce çalışmaları izlediler. Gelenler arasında o zamanın Gümrük ve Tekel bakanı Suat Hayri Ürgüplü de vardı. Orkestrayı dinleyen Ürgüplü yanındakilere şöyle dedi: “biz Galatasaray Lisesi’nde okurken içimizde keman çalanlar vardı, fakat dört beş kişiyi geçmezdi. Bir okulda böyle bir çalışmayı ilk kez görüyorum.” Müzik Öğretmeni Kamacıoğlu, bir gün kasabanın otobüsüyle Trabzon’a gidiyordu. Şoförün bir şarkı mırıldandığını fark etti. Melodi yabancı gelmemişti. Biraz dikkat edince, sabah müziklerinde söyledikleri “Ankara” şarkısının ikinci sesi olduğunu anladı. İçini tatlı bir sevinç ve heyecan doldurmuştu. Düşleri gerçekleşecekti.
Kamacıoğlu müzik çalışmalarının yanı sıra törenlerde de konuşurdu.
Sabah müziği çalışmaları aksamadan sürünce tüm kasabanın ilgisini çekmeye başladı. O saatte, hemen tüm kasaba halkı, hatta yoldan geçenler okul bahçesinin çevresini dolduruyor, orkestra ve koroyu zevkle dinliyorlardı. Nasılsa bir gün çalışmalara ara verilmişti. Kasabanın ileri gelenlerinden biri : “ Bu sabah neden bülbüller hâmûs (susmuş) diye takılmıştı.
Yine bir gün Trabzon’dan konuklar gelmişti. Rastlantı bu ya o gün koro çalışması vardı. Dikkatle koroyu dinlediler. Alkışlarından çok memnun oldukları anlaşılıyordu. Bunlar Trabzon’daki İngiliz Başkonsolosu'yla konsolosluk görevlileriydi. Başkonsolos hafta sonları en geç onbeş günde bir enstitüye gelir, koroyu dinlemek isterdi. Bundan öğretmenler de, öğrenciler de mutlu olurlardı.
Beşikdüzü’nde ikinci okul binası bitirilmişti. Binaları da öğrenciler yapıyorlardı. İdare ile müzik salonu bu binaya taşınmıştı. 100 tane tabure alındı, dolaplar yaptırıldı. Belli başlı klasikleri içine alan plak koleksiyonu, gramofon, radyo, hoparlörlü pikapları vardı.
Anılar devam edecek
4 yorum:
Azimli bir öğretmenin köyde, kısıtlı imkanlarla yarattığı güzelliği soluk soluğa okuyorum, gururlanıyorum ve şimdiki eğitimi gördükçe üzülüyorum. Keşke benim kızım da büyüdüğünde böyle bir eğitimciden eğitim alsa, müziği sevse, sanatı öğrense.
Babamın da bu konuda epeyce anısı vardır. Yazdıklarınızı okudukça onun anılarını öğrenmeyi çok istiyorum. Şimdi köyde, geldiğinde ben de böyle bir arşiv oluşturacağım.
Sevgili Enne; Babanızın anılarını dostlarınızla paylaşmanız gerçekten çok iyi olur. Geçmişteki tecrübelerin gelecek nesillere taşınmasından yanayım. Geçmişten ders çıkarabilmek önemli bence. O dönemin öğretmenleri Cumhuriyeti sevmiş ve sahiplenmişlerdi. Nereden nereye geldiğimizi hiç sormayın. İnsanın içi kan ağlıyor.
Okumaya devam ediyorum.
Bu arada Besikdüzü´nü de merak edip internetten biraz arastirdim. Yesil, daglik, tepelik ve deniz hepsi bir arada cok güzel görünüyor. Televizyonun bile olmadigi bir donemi hayal ederek okumaya calisiyorum. Tabii bir de beton binalarin olmadigi bir cevre icinde..
-Yazdiklarinizi ise bir bir hafizama kayit ediyorum. Anadolu´nun bir köyünde böyle seyler de yasanmis- diye.
Sevgili B5; Çok güzel kumsalı olan bir beldeydi. İki yıl önce geçtim oralardan. Sahil yolu ne kumsal bırakmış, ne de sahil.
Yorum Gönder