11 Nisan 2008

"Fırtınalı günlerden" unutamadığım bir anı!...

Ülkemizin ekonomik durumunun iyi olmadığı, 5 cente muhtaç olduğumuz, yağın, sigaranın, yakıtın olmadığı 1978 – 1979 yıllarıydı. Ecevit hükümetinin Arnavutluk’la yaptığı mal karşılığı ticaret antlaşması gereği Asfalt seferlerine başlamıştık. Arnavutluk’un Durres limanından asfalt yüklüyor, Tavşancıl’a getiriyorduk. Son seferimize gitmiştik. Yükümüzü alıp harekete hazır duruma gelip limandan çıkmak için pilot çağırdık. Arnavut pilot ve liman yetkilileri havanın çok sert olduğunu ve fırtına ihbarı olduğunu söylediler. Gemimizin kaptanı Tuncer Kaptan yine de çıkmak istediğimizi söyledi. Bunun üzerine pilot geldi ve bizi limandan çıkardı. Durres’ten çıkmak için kanal seyri yapılıyor. Kanaldan çıkınca rüzgar ve denizler artmaya başladı. 50 mil ilerideki Vlore limanını kapalım diye seyre devam ettik. Hava gittikçe üstüne koyuyordu. Rüzgar güneyden 8 – 9 esiyordu. Güneyden estiği için rüzgarın şiddetine göre deniz kabarmamıştı.

GEMİNİN TELSİZİ SUSUNCA...
O zaman gemide görevim 3. kaptanlıktı. Vardiyam gece yarısından sonra olduğu için yatıyordum. Gemi sert bir şekilde baş vurdu, sanki başının üzerine dikilmişti. Yataktan fırladım, o sırada kamaramın kapısı açıldı 2.Makinist Şükrü bey gözleri yerinden fırlamış gibi bana bakıyordu. “Ne oldu” diye sordum, hiçbir şey söylemeden döndü gitti. Hemen köprü üstüne çıktım. Tuncer Kaptan bütün ışıkları yaktırmıştı. Güverte devamlı suyun içindeydi. Denizleri kafadan almamıza rağmen yine de gemi kalkınamıyordu. O baş vuruşta, telsiz anteninin gergisi kopmuştu. Anten güvertede suyun içindeydi. Telsiz kullanılamıyordu. 2. kaptanla birlikte miyar güverteye çıktık, anteni gerip iletişimi sağlamak gerekiyordu. Ben direğe çıktım, germe telini çekerek anteni kedi köprüsünden 2 metre kadar kaldırdım. Teli bağlayacak her hangi bir şey yoktu. Yaşar Kaptan’a bana teli bağlamak için bir şey vermesini söyledim ama o sert rüzgarda beni duymamıştı. Üzerimde haki renkli bir kabanım vardı, onun belindeki lastiği çekip çıkardım ve onunla anteni gerdirip bağladım. Geminin sürati saatte 3 mile düşmüştü. Zorlukla ilerliyorduk. Vlore’ ye gelmeden ufak bir ada vardı ve askeri amaçla kullanılıyordu. O adanın altından geçebilsek denizlerden çıkacaktık, fakat Arnavutlar izin vermediler. Saatlerce döğüştürüp sonunda Vlore koyuna girdik ve demirledik. İki gün orada kaldık. Hava kalınca hareket ettik. Gidiş gelişlerde Korrent kanalını kullanıyorduk. Korrent kanalı altı kilometre uzunluğunda elle açılma bir kanaldı.

SİLAHLI POLİSLER...
Boş giderken pilot dümeni kendisi tutuyor, yüklü dönerken baştan römorköre çapraz halat veriyor, yine pilot dümeni tutuyordu. Sefer dönüşünde Tavşancıl’a geldik. Gece yarısına doğru yanaştık. Salona geçtik, kamarot çayları getirdi, daha içmeye başlamadan birden ellerinde tomson larla sivil polisler salona girdi, eller yukarı deyip bizi adeta teslim aldılar. O yıllar sıkı yönetim olduğu yıllardı. Telsizle ( VHF) acenta ve gümrükle olan konuşmalarımızı dinlemişler, yurt dışından geldiğimiz için şüphelenip baskın yapmışlar. Tabiî ki aramalarda bir şey bulamadılar. Biz devlet gemisi olduğumuzu, bizde yanlışlık olmayacağını söyledik. Daha sonra ayrıldılar. Bütün o fırtınalardan sonra başımıza bu da gelmişti. Gümrük kontrolünden sonra evlere gidecektik, ama arabalarda benzin yoktu. Bir de bu sıkıntıları çekiyorduk. Ülke bir daha o sıkıntıları yaşamaz inşallah.

Hiç yorum yok: