10 Kasım 2012

GAZETE TAMAM... MANŞET YOK!

Bir gazete nasıl doğar, nasıl batar Yazı dizisi -4-

BULVAR YAZI İŞLERİ : Bir gazetenin baskıya erken girmesi her alanda sıkıntı yaratır... Bir de haber merkezi sizin dışınızdaki bir sisteme bağlı ise her an haber değiştirme sabrınızın yüksek olması gerekiyor... O tarihte yadırganan ama daha sonra tercih edilmeye başlanan belli sayfaların devamsız olması yoluna gittik... Haber toplantılarını da erken yapmak zorunda kalıyorduk... Tamamlanmamış haberler çok kere toplantı sonrası yetişiyordu... Haberler sayfalara dağıtıldıktan sonra bütün yük yazı işleri masasına kalıyordu. Haberler tek tek okunuyor, sayfa planına göre başlıklanıp sayfaya yerleştiriliyordu.

Bitmeyen hayalleri ile İlhan ağabey dünmüş gibi gözlerimin önünde... Her halde Hollywood partisine katılsa bu denli özenli giyinirdi...
Üzerinde siyah uzun bir pardesü vardı. Boynundaki bembeyaz ipek atkı ayrı bir hava veriyordu. Saçları berberden yeni çıktığı için mi yoksa iyice taradığı için mi bilemem daha da siyahlaşmıştı... Sinekkaydı tıraşını da olmuştu. Elleri normalden biraz daha fazla titriyordu ama keyfi yerine idi... Baloya gidecekti... Biraz İtalyan yönetmeni gibi duruyordu. Ama ben bu gazeteyi benimle çıkaracaklardan biri olduğu unutamıyordum! Gitmeden şöyle bir uğramış ve son kontrolleri de tamamlamıştı!.. Hemen hemen son üç gün süresince tekrar tekrar bana aynı şeyi sormuştu..
--Ne haberle çıkacaksın?... Bomba gibi bir haber gerek ha!

Haberi 10 dakika sonra dizgiye verecektim... İşin en önemli yanı hem Odhan hem de İlhan Engin bütün gün ortada görünmeseler de mutlaka bir zaman yaratıyor ve bana bir talimat vermeden asla o günü tamamlamıyordu... İlhan Engin’in de Odhan Baykara’nın da bu tavrı bana batmadı... Odhan kadar İlhan Engin’i de benimsemiştim...
İlhan Engin’ın son dakika kazası olacak iş değildi... Kazaya uğradıktan sonra bana “haberi neden verdin ki... Gerçek sorumlu sendin” diyenler oldu... Ama onlara saygımı kaybetmedim... İlhan Engin Genel Yayın Yönetmenimdi... Ondan daha fazla saklamam yakışık almazdı... Masadan alıp uzattım...
--İşte özel haberimiz İlhan ağabey... Kıbrıs’ta Rumların gizli ağır silahları... Resimledik de...
--İyi... İyi işte... Sana da bu yakışır... Şöyle bir okuyayım... Bir terslik olmasın...
--İlhan ağabey erken baskı yapacağız... Fazlaca basıyorlar bu ilk sayıyı da.
--Tamam... Tamam... Şimdi okur veririm..

Haberi son görüşüm oldu bu!.. İlhan Ağabey özenle haberi ve karta basılı fotoğrafları aldı... İtina ile siyah uzun paltosunun sol iç cebine koydu ve daracık koridorumuzdan ayrıldı... Zaten ayrılmak zorundaydı da... Zira o yol iki önemli şeye açılıyordu... Ve uzun zaman tıkalı kalması da imkânsızdı... Biri para almak için gelenlerin muhasebeye varmasına (para alıp alamayacakları belli olmasa da), diğeri ise sıkışanların rahatlamasına. Her iki halde de geçemeyenler çok öfkeleniyordu!..

İlhan Ağabey emin adımlarla muhasebeye doğru yürüdü gitti... 10 dakika geçti haber yok... Sayfa açık diğer sayfalar tamam... Manşet ve devam sayfası pikajda bekliyor... Ulvi Yanardağ da haberini yazmış çıkıp gitmişti... Haberi yazsak resimler tek... Fazlası yok! Basılı fotoğraf olarak almış... Resim yerleri ayrılmış... Büyük büyük... Bir anda dopdolu olan sayfa Sina Çölü gibi... Bomboş... Üstelik kutular da var... Silahların tarifleri... Anlaşmaların neler olduğu... Bir haber ve resimleri yok... Hatta ok bile sayfada... İşte Rumların sakladığı silahlar diye... Cengiz’inde (Kaluç) rengi gitmiş... Sapsarı..
--Ne yapacağız ağabey diyor?
Muhasebe sınırında sınır beyi olarak oturan Cengiz Kaluç var...
--Aman Cengiz bir bak... İlhan ağabey uzun kaldı... Paranın hepsini alıyorsa pay iste! Değilse bul da haberi geri al... Manşet açık...
--Ağabey... İlhan ağabey için muhasebeciler diyor ki... Geldi ve ağır adımlarla çıkıp gitti!...
--Nerede peki...?
--Ne yapacağız Yalçın ağabey?
--Peki İlhan Engin’in büyük boy bir resmi var mı? Birden sessizlik oldu... Durumu hızla normale çevirmem gerekiyordu... Devam ettim..
--İlhan ağabeyin resmini koyalım... Ok hazır. İşte bizi yerle bir eden Rum silahı deriz!
Kahkahanın yumuşattığı ortam gevşememizi sağladı... İlhan ağabeyin cebine koyduğu haberle baloya gittiğini ve bize yaptığı katkının ne denli büyük olduğunu nasıl açıklardınız? Sustuk ve yutkunduk!

Baskı zamanı geçiyordu... Kaderin bana oynadığı oyun öyle az buz değildi... Elimin hiç gitmediği, dursun bir kenarda dediğim habere mahkum olmuştum... Sıradan bir haber kullanacaktım... Yeni çıkan ve dünya kadar reklamı olan bir gazete için ilk gün haberi olmayacak bir haberdi bu !

Oturup haberi yeniden yazdık!.. İçime sinmeyen bir haberi manşete alıp yeni bir gazeteyi piyasaya verme bahtiyarlığı yaşamış oldum! Ertesi gün ben işi bıraksam ne güzel olur dedim kendi kendime... Bunu uzun süre kabullenemedim... Bana yakışmamıştı!
O gece gecikmelerden ve sinirden uyku uyumak ne gezer eve de gitmemiştim. Gazetenin ikinci günü yedekleri hazırlanmıştı... Neden sonra öğlene doğru İlhan Ağabey geldi...
Şöyle bir baktı...
--Manşeti değiştirmişsin dedi...
--Manşeti bulamadım ki ağabey dedim... Bulamadım... Sen alıp gittin ya!.. Bir bakayım dedin. Bari bakabildin mi ağabey?
--Manşeti doğru bana vermiştim... A evet... Onu sana geri vermeden mi gitmişim!
..............
Baloyu sordum... Balo iyimiydi ağabey?.. Nasıl oldu dedim?..
Ne anlattığını dinlemeden tuvalete doğru yürüyüp çıktığımı hatırlıyorum...

Rahatlamanın değişik yollarından biri de deliksiz bir uyku çekmek veya kafayı belli bir şeye takmamak oluyor... Ben ikinci gün özel haberimi geri alabildim. İlhan ağabeyi eve yolladık... Paltosunu o gün giymediği için haber evde kalmıştı... Yani paltonun iç cebinde... Benim tarif ettiğim adreste!.. Onu eve yollarken yanına da bir muhabir verdim... Tecrübe işte işe yaradı. Haberi bulduk!..
Bu olayı kendi aramızda bir yol kazası olarak gördük ve kapatıp geçtik... Zira hemen her gün aynı heyecan vardı... Biri bitmeden diğeri başlayan bir yarıştı bu... Yorgunluğumun zihin uyuşukluğu içinde bile farklı bir düşünce ve farklı bir görüntü öne çıktı... Düşündüm!

Nazlı ve Kemal Ilıcak gazete çıkışını etraflarına duyurmayı daha kaliteli bir gazete çıkarmaktan önde tutuyorlardı... Belli ki sosyetenin – o grup daha doğru nasıl tarif edilebilir bilemiyorum o yaşantının adının ne olduğunu kestiremiyorum- öncelikli bir kuralı da gösterişti!

BURHAN FELEK İLE KIRKPINAR’DA : Demokrasinin kesintiye uğradığı yıllarda da Kırkpınar duraksamadı... Davullar gümbür gümbürdü... Kispetlerin yağlandığı er meydanına Milli Birlik komitesini temsilen Ahmet Yıldız’da gelmişti... Bu tür etkinliklerin hemen hemen hepsinde Cemiyeti temsilen Başkan Burhan Felek yer alırdı... Törenlerin dışında da sohbet eder, genç gazetecilerin çalışmalarına yardımcı olurdu... Onun spor bilgisinin derinliğine hayranlığım yağlı güreşler sırasında aktardığı mini hikâyelerle başlamıştı. İlk kez kispet ile zembil ikilisini ondan öğrendim... Başpehlivanlığa soyunacak biri için “o kispetini zembille duvara astı” denmişti... Kispet’in geleneklere göre sazdan yapılan bir zembille taşındığını bu zembilin duvara asılmasının ise pehlivanın güreş tutmayacağı anlamı taşıdığını Burhan Felek’ten öğrendim...

Gelecek yazı:
Kaş yaparken göz çıktı!

Hiç yorum yok: