25 Kasım 2012

Ilıcak: “Masayı yumruklamayacaktım!

Bir gazete nasıl doğar, nasıl batar Yazı dizisi -9-
ÖZAL VE SIKINTILI ANLAR: Bulvar’ın yayın hayatı boyunca tepemizden eksik olmayan bir baskı ve bunun yol açtığı sıkıntı yaşadık... Bu baskı ve sıkıntının kaynağı o günün Başbakanı Turgut Özal idi... Zaman içinde gazetelerin Genel Yayın Müdürlerini toplar belli konularda bilgiler verirdi.. .Daha çok parayı anlatırdı... Aslında bu Genel Yayın Müdürünü etkileme yolu Özal öncesinde de kullanılıyordu. Belli Ankara muhabirleri belli siyasetçilere yakın olarak korunurdu!  Yakın gazetecilere iş bulamadıkları zaman işe alınmaları ricası da duyulamayan şeylerden değildi!.. Benim sıkıntım yapılan uygulamalara itirazımdan kaynaklanıyordu... Resimde sıkıntı da belli oluyor... Sayın Özal da ben de ellerimizi sıkma yarışı içindeyiz!. Benim yapabildiğim siyaset bu noktada sonlanıyordu! Önce dişimi sonra ellerimi sıkıyordum! Bugün Silivrideki meslektaşlarımı düşününce Özal ın en azından karikatülerine güldüğünü onları SAKLADIĞINI hatırlatmak isterim...

Ilıcak ailesi Süleyman Demirel tercihini, yeniden düzenleyememişti... İktidar yakınlığının avantajını kullanamaz hale gelmişti. Umulduğu gibi olmamış ve Turgut Özal yeni partisi ile beklenin ötesinde bir başarı ile iktidara gelmişti. Şimdi bu hatanın (bana göre iktidarla böylesine bağlantılı olmak ve bağlantılı kalmak aslında göremedikleri en büyük hata idi) sıkıntısını giderek ağırlaşan bir şekilde yaşıyorlardı..
Siyaset Kemal Ilıcak’ı sıkıştırmaya devam ediyordu. Kamacıoğlu, “Turgut Özal’da fil kini olduğunu anladık. Kur’an-ı Kerim dağıtacağımız bir pazar günü kağıda zam yapıldı” diye anlatır.

“Aldığım terbiye gereği olacak oldum olası dini duygularımı işimden ayrı tutmaya dünyevi işlere bulaştırmamaya gayret ederek büyüdüm… Hiç kimse ile paylaşılamayacak kadar özel bir duygudur! Ninem namazları bile kimse görmeden kılardı… Gösterişin günah olduğu sıkça işlenen önemli bir tema oldu… İsrafın günah olduğu gibi… Belki de bu dürtüleri yenemiyordum… Kul ile Allah arasında kalabalığa gerek yok derdi babam… Ve ben din işlerini kendi içimde tutma alışkanlığımı Tercüman grubu içinde de belli ediyordum… Onların çok iyi deyip bastırdığı fikirleri endişe ile karşılıyordum… Tercüman ahlakı içinde düşünülünce ben de tam ters bir alışkanlık vardı… Ramazan gelmeden hazırlanılır… Bütün bir ay ülkenin dindar görüntüsü sayfalara yansırdı… Bir ölçüde bunu kabullenmem normaldi… İnanılmaz bir baskı vardı… Reddedecek durumum yoktu… Ramazan sayfalarını kabullenip bir ay boyunca yayıma hazırlarken bile günlük hayata yansıyacak farklı yorumları aramaya gayret ettim… Tavır olarak da “açıkça oruç tutmadığımı” (çok sık kanayan bir mideye sahiptim! Yüreğimin kanamasından çok midem beni zorlardı) söyleyip öğlenleri alıştığım gibi yemek yedim… Etrafımda oruçlu olduğunu söylediği halde benimle oturup atıştıranları görmezden gelerek! Ama ölçünün din denince ne denli, kolaycılığa kaçtığını biliyordum… Baskının ne denli ağırlaştığını... Ramazan gayretleri,dansözlerin bir ay için örtünmesi ne kadar normal olabilir? Toplu tiraj alma gibi bir kolaycılık size reddedilmesi zor bir tuzak gibi sunuluyordu… Ve bu tuzak reddemeyeceğiniz bir alışkanlık oluyordu!

O günlerde çok iyi ve bizim gazete ile birlikte fasikül fasikül verebileceğimiz bir Kuran olduğu belirlenmişti… Dini konuları içeren kararlar Kemal Bey etrafındaki belli kişilerce yukarıda alınıyordu... Kerhen de olsa, senede bir ay da olsa bize bu terbiyeye uyma kalıyordu... Gazeteciliğim süresinde iki konu üzerinden yapılan promosyon beni hep korkutmuştur… Biri DİN diğeri seks… İki konuda sınırlarını ne kadar titiz çizerseniz çizin belli bir derinliği bulursa geri tepmesi en kolay olan alanlardı!.
 
Fasikülleri dağıtmaya başladığımız ilk hafta herkes çok mutlu olmuştu… Gerçekten verilen eser iyi seçilmişti. Bir grubu, bir düşünceyi tanımak önemliydi… Tiraj alıyorduk… 350 binlere geldiğimizde kağıt sıkıntısı bizi frenledi… Talep vardı ama gazete basacak kağıt yoktu. Bize ayrılmış toplam kağıt miktarı devletin istediği gibi belirlenmişti... Verdiğimiz ekler gazete içinde hesaplanmadığı için gerektiği kadar kağıt almamız mümkün olmuyordu… Alamıyorduk... Kontenjan dolmuştu… Bu yetmiyormuş gibi “Ben sizi fiyatla da terbiye ederim” diyen bir Başbakan vardı… Unutulmaz oluşu SEKA’nın kapalı olduğu bir pazar sabahı Başbakanın emri ile zam yapması olmuştu… Promosyon için ayrılan zamanı tamamlarken bir başka olayda da sıkıntımızı büyüttü… Belli gruplar gazeteye karşı tepki gösterip kuranı ayaklar altına alıyorlar bunlar lafını yayıyordu… Bir ucunda kadın resimleri, içinde Kuran var… Kuran basılırken yerlere düşüyor diye aleyhimize kampanya da bizi sarsıyordu… Yani binbir sıkıntı ile aldığımız 100 bin fazladan tiraj kampanya sonunda eski rakamımızı da geriletmişti.…Tiraj eski halinde yani 250 binlerde kalamamış bu kadar gayret ve promosyondan sonra 230 binlere inmiştik..
……………………
Salı toplantıları Kemal Ilıcak’ın çevresine eteklerindeki taşları boşaltma şansı tanıdığı ama çevrenin sadece taş boşaltmakla yetinmeyip bir o kadar daha suçlama ilave ettiği bir etkinlik oluyordu… Bana göre manası yoktu… Konuşulan gazete değildi… Gazetecilik de değildi… Şu bunu neden dedi ile başlıyordu. Belki de patron olarak Kemal Bey emrindekilerin dertlerini ilk elden dinlemek için böyle bir şey başlatmıştı. Ama giderek bu etkinlik sivrisinek besleyen, görünür ve itibar edilir bir bataklığa  dönüştü… Bazen beynim ve hafızam beni çok üzen olayları yarı yarıya siliyor… Bu nedenle isimleri yanlış söylememek için sadece olayı nakletmekle yetinmeliyim… İstemeyerek katıldığım için olacak Kemal Ilıcak’ın odasında oturacak yer beğenemedim… Kemal Bey hemen masasına yakın bir yeri işaret etti… Gelen sandalyeye emanet iliştim… Benden önce de ben konuşuluyor olmalıydım ki fırtına giderek hızlandı…
--İçimizden hançerlendiğimizi ne zaman göreceksiniz Kemal Bey… Bulvar denen gazete hem bizim içimizde, hem de bizden değil.!. Zararı büyük oluyor… Tercüman okuru bunu kaldırmaz…
Birden yüzler bana dönüyordu..Ve cevabını bakalım der gibi!

--Biz Tercüman okuru için mi gazete çıkarıyoruz? Bunu neden böyle düşünüyorsunuz?.. Tercüman olarak size düşmüyor mu bu görev… Tercüman okuru için siz gazete çıkarıyorsunuz. Biz Bulvar okuruna gazete çıkarıyoruz! Aynı tabana değil... Ayrı bir kesime!
--Ama Tercüman okuru da biliyor bunu... Bu gazetenin Tercüman’da çıktığını...
--Tabii bilecekler. Aynı anda adının da Tercüman olmadığını biliyorlar... Biz ne zaman Bulvar başlığı yerine Tercüman yazdık? Ne zaman Tercüman olmak istiyoruz dedik..
--Zaten olamazsınız ki!
--Olmamamız gerekiyor… Bu şu değil.. Beğenmiyoruz... Olmayız demek değil… Daha farklı bakabilmeliyiz… Hem Tercüman’a zarar verdiğimizi söylüyorsunuz… Hem Tercüman gibi çıkmamızı istiyorsunuz? Gerçek ne?
--Bu fikri nasıl kabul ettiniz? Bizim ürettiğimiz haberleri alıyor, bizim söyleyemeyeceğimiz üslupla veriyor… Buna neden göz yumuyorsunuz? Bize zararı var bunun…

Kemal Bey asla direkt muhatap olmuyordu…Sanki odada yokmuş gibi davranıyordu.. Bir an kendimi yem olarak Tercüman kadrosunun önüne atılmış hissettim… Sinirleri yatışsın diye hemen hepsi bokstaki gibi aynı çuvalı yumrukluyorlardı... Acaba Kemal Beyin horoz dövüşü merakı mı vardı? diye düşündüğüm de oldu... Saldırılar direkt bana yapılıyordu… Benden önce ne konuşuyorlardı diye sorayım diye de düşündüm…Neden illa benim gelmem isteniyor hakkında da bir fikrim olmağa başlamıştı…
--Haberi alıp yeniden yazdırma hakkın var mı? Bizim haber kaynaklarımızı köreltmek hakkını kimden alıyorsun?…
Çayım yarılanmıştı… Tuzlu kurabiyelerinden de iki adet kalmıştı… Tabağı Kemal Beyin masasına koydum… Hazırlandım… Saatime bir kere daha baktım…
--Beyler sohbetinize doyum olmuyor… Ama benim kadrom bana kurabiye yeyip saatlerce tartışacak, çevreyi çekiştirecek kadar zaman vermiyor… İşlerim yarım kalacak… Ve beni yarın bu yarım kalan işlerden dolayı da acımasızca eleştireceksiniz… İzin verin… Aynı soruları siz biraz da Kemal Beye sorun… İkinci gazete çıkarma fikri benim değildir… Patronunuzun kararıdır… Bana yansıyan kadarı ile elindeki şişkin kadroyu işsiz bırakmamak kovmamak için bunu yaptığını söylüyor… Neden sizi işten çıkarmadığını ve bunun yerine Bulvar gibi bir gazete yaptığını ben de anlamış değilim! Belki kendisi size anlatır. Ben size hak veriyorum… Yerden göğe haklısınız… İkinci bir gazete çıkarmamalı ve doğru olanı yapmalıydı!.. Sizi kovmalıydı! Sizin var… Benim zamanım yok… Ve aşağıya inmek sizin karşı olduğunuz bir gazete yapmak zorundayım… Kolay gelsin..
 ………..
Sadece zihnimde kalan kapıdan çıkana kadar odadan çıt çıkmadığı idi. Daha sonra Bulvar’a dönerken yürekten bir daha hiçbir kuvvetin beni bu toplantıya sokamayacağı kararını aldım… Öyle de davrandım… Asla bu toplantılara bir daha katılmadım….
HER YERDE BİRARADA: Bulvar tam bir okul gibiydi. Çalışanlar birbirine kenetlenmiş, gazetecilik heyecanını paylaşıyorlardı. Zaman zaman da bir araya gelip eğlenmesini de biliyorlardı (yukarıdaki fotoğraf). Bu dostluk, kaynaşma bugün de devam ediyor. Bulvar çalışanları çalıştıkları dönem de olduğu gibi yine bir araya geliyorlar ama biraz yaşlanmış olarak.

Bu  artık telâfisi mümkün olamayacak bir kırılma oldu… Şunu itiraf etmeliyim, bulunduğum konumda yapılmaması gereken bir şeydi... Ben aynı şartları bir kere daha yaşasam bunu aklımla değil yüreğimle cevaplardım… Yani gene aynı şeyi yapabilirim... Hayır... Kesin yapardım! Aynı tepkiyi gösteririm… Dürüstlüğün olmadığı bir ortamda dürüst gazetecilik olmuyor!. Bu olmayınca tarafsız ve inandırıcı bir iş çıkaramıyorsunuz… Sonuç benim yapabileceğim iş olmaktan çıkıyor. Bu kırılma da böyle oldu… Samimi değildiler… Gazete için konuşmuyorlardı… Bunu biliyordum…

Vazo çatlamıştı. Kırılması kaçınılmazdı ama benim için zamanı kestirmek de imkansızdı. Umutsuzluğun kökeninde zamanla gelişen çok olay oldu… Ana başlıkları şöyle sıralamak çok yanlış olmaz…

Nazlı Ilıcak ile Kemal Ilıcak arasındaki görüş ayrılıkları ve tartışma Bulvar’a yansıdı… Tavşana kaç, tazıya tut politikasının iflas ettiği zamanlarda aykırılık zararlı olacak boyutlarda gelişti… Kemal Ilıcak’ın para sıkıntısı Nazlı Ilıcak tarafından iyice kavranamaz olabiliyordu... Belki de gerçek ona kadar yansımıyordu... Veya gerçeği kavransa dahi “Tercüman söz konusu olunca bulup buluşturuyorsun… Bulvar’a gelince para sıkıntısı öne çıkıyor” yorumu ile sıkıntılı bir hale geliyordu..

Bunu en çok promosyon kampanyalarında yaşıyorduk… Örnek çoktu… Okul Ansiklopedisi verilecek, tanıtım işi CEN Ajans’ın… Sadece bir reklamla sınırlı değil bu çelişki.. Daha sonra giriştiğimiz hemen her promosyon işinde yakın sahneler sergileniyordu… TV şirketi CEN Ajans ve Nail Keçili bizi Taksim’de ağırlıyor, viski bardaklarını yudumlarken sıkıntım ikiye katlanıyordu… Yayın takvimi mutlaka benim itirazımla karşılaşıyordu… Reklam filmlerinin sayısı, uzunluğu, kaç saniye olacağı konusunda titizleniyordum… Nazlı Hanım heyecanla çok kolay olur olur deyip beğendikçe benim negatif tutumun çok da göze batıyordu! Reklam hazırlayanlar yayın frekansını getiriyor, inanılmaz güzel bir yayın zamanlaması diyerek Nazlı Ilıcak kabul ediyor, emrinde çalışan Genel Yayın Müdürü hemen ters bir tavır takınıyordu… Olmadık itirazlarla sorun çıkarıyordu…

Nail Keçeli mi ayarladı bilemem… Şimdi düşününce bu gecikmenin çok da masum olmadığını hissetmem normal… Bana Nazlı Hanımın biraz işi varmış… Sen lütfen erken gel… Siz Yalçın Beyle başlayın ben gelir size katılırım dedi demişti… Birlikte gidilmesi gereken yerlerde çok kere bu tablo böyle oluyordu… Önce giden ben olurdum. Nazlı Hanım sonradan gelirdi… Tahta merdivenlerin gıcırtısı biter bitmez cam masanın altına konan gemi dümenini elimle yoklardım… Her CEN AJANS’A gittiğimde bu benim için tik haline gelmişti... O gün Nail Bey pek canlı ve cana yakındı! Hele bana nasihat verirken de dikkatli…

“Kemal Ilıcak ile ben çok yakınız… Kemal Bey bazı ödemeleri benim üzerimden yapar. Tercüman içinde sorun çıkmasın diye bu yolu seçer… Yönetimin üstündekilere muhasebeden geçmeden yani gazete içinde duyulmadan yapılacak ödemeler olursa ben ayarlarım… Sen Tercüman ailesine yabancısın… Biz burada belli kişiler için, çalışsınlar, daha rahat edebilsinler, kafalarını dinlesinler diye otelde yer ayırır masraflarını bile öderiz. Pek çok ileri gelenin The Marmara otelinde özel odaları olur… Orada çalışabilirler... Tüm ücretini masrafını biz öderiz… Sonra onu Kemal bey bize öder..”Hiç tepki vermeden dinledim...
--Böyle ayrıcalıklı çok kişi var mı dedim..
--Senden önce diye saydı..
--Bak Nail kardeşim… Ben de senin kadar deniz düşkünü, doğa sevdalısı biriyim…Ama kendi teknem için kaptan tutmadım… Yelkenlerimin tamamını kendim açtım… Daha doğrusu yatçı değil deniz aşığı bir balıkçıyım… Dediğin konfor  bir balıkçı için fazla değil mi?  Beni liste dışı bırak!!

Hemen bir iki dakika sonra da Nazlı Ilıcak geldi.. Konu kapandı.. Daha doğrusu teklif tamamlandı… Başkalarının ne yaptığı, nasıl yalılarda oturduğu beni hiç ilgilendirmedi… Belki de şirin bir balıkçı köyünde nerede ise balık gibi denizle içiçe büyüdüm… Kancabaşların dar bir üçgen oluşturan baş boşluğu uyurken kaburgalarıma batmıyordu… Bebek koyuna getirdiği yeni teknesine İtalyan kunduraları ile girenlere de laf etmedim... Ben hep yalınayak kalmayı yeğledim... Öyle görmüştüm... Belki de başka bir şey bilmiyordum!
……………
Neden sonra fark ettim ki salı toplantılarının önde gelen öfkelileri bu tür gizli ceplerden zaman zaman soluklanıyor, bu kaynak onların daha fazla Tercüman’cı olmasını da perçinliyordu! Korkuları salt gazetecilik de değildi… Gelecek paraların azalması, kesilmesi idi… Kemal Ilıcak ne karşılığı olduğunu bilemem ama kimine fıskiye ile, kimine bardakla, kimine damacana dolusu gizli sulamalar yapıyordu… Ben beceriksiz çıktım… Veya bildiğim tek şeye gazeteciliğe öylesine sıkı sıkıya sarılmıştım ki başka hiçbir şeyi gözüm görmedi… Sakın sormayın… İyi mi oldu diye. Cevabını dahi bilmediğim bu iş beni üzüyor… Sanki içimde beni öldürmeyecek, ama mutlu olmamada engel olacak gizli bir yara var... Yıllar yılı kanıyor… Kan kaybediyorum… Meslek benden uzaklaşıyor… Ninemin oynamam için verdiği kalp Rus manatlarını direk yaptığım sopaya geçirip sandala benzer bir tahtayı yelkenli diye yüzdürdüğüm gibi umutlarım ya batıyor ya da ters bir rüzgarla kıyıdan uzaklaşıyordu… Oysa çocukluğumu mutlu kılan oyun çoktan bitmişti!
Bugün hâlâ konumunu koruyabilmiş, her zaman fırsat bulsam çalışmaktan keyif alacağım biri idi. Bir akşam üzerine hışımla yanıma geldi…
--Bu ikinci… Muhasebe faturamı ödemiyor dedi…
Şaşırmıştım… İster istemez soru ağzımdan çıktı:
—Ne faturası bu?
--Yabancılar geldi… Akşam yemeği verdim onlara… Oturup konuştuk… Bu ilk de değil kardeşim... İkinci… Deli kadın taktı bana… Ödemiyorum diyor faturalarımı...

(Muhasebecimiz çalışkan bir hanımdı... Hiç bir şey yapmasa parasını almak isteyenleri aşırı bir enerji ile savuşturuyordu... Bulvar’a da aynen diğer Tercüman ekibi gibi sırtlarına binen bir kambur olarak bakardı… Bana göre Kemal Beyin kurbanı olmaktan kurtulamıyordu… Keyfinden hayır demiyordu… Yoktu, para yok olunca yaratamıyor veremiyordu. Aslında bu tavır da Kemal Beyin bilgisi içinde gelişiyordu! Çok kere patron param yok demiyordu... Şöyle bir bakıyor... Nursel halletsin deyip başından savıyordu.! )

Kemal beyin muhasebeye in Nursel halletsin sözü boş bir talimattı… Zaman kazanma formülü idi. Ama kim inerse insin kötü kadın Nursel ile hayal kırıklığı yaşardı.
--Bak sen benden eskisin… Ben hem yeni hem de istenmeyen biriyim… Ama Kemal beyin para sıkıntısı olduğunu biliyorum… Nursel de sana kendi istediği için ne para ödeyebilir ne de ödeyemiyorum diye seni geri çevirebilir..

--Siz uykudasınız. Para bize gelince yok… Falancanın dul karısı söz konusu olunca o yok denen paralar şıp şak çıkıyor… Daha geçen hafta kadına yeni araba alındı… Haberin var mı?

Benim okuyabildiğim gördüğüm haberler ajansların ürettikleri ile sınırlı idi… Gülüştük… Giderken “ben ona yapacağımı bilirim” dedi... Muhasebe ile kavga edecek diye düşündüm… Kavgaya dair en ufak bir bilgi sızmadı...
Bir hafta kadar sonra Kemal Ilıcak odacısı ile haber yolladı… İşleri toparladıktan sonra odasına çıktım… Gene sıkıntılı idi… Çay may da ikram etmedi… Olanlardan sanki beni de sorumlu tutuyordu..  “Nedir bu dedi?”
--Ne nedir Kemal bey dedim..
--Bu deli ne haltlar karıştırıyor biliyor musun? Sen hâlâ onunla çalışmak istiyor musun.?
--Ne oldu? İyi gazeteci… Bizim için bulunmaz biri… Sorun mu çıkardı?
--Sana bir şey aktarmadı mı?
-- Bildiğim bir akşam yemeği faturasını Nursel geri çevirmiş. Daha önce bu tür faturaları ödeniyormuş! Bana geldi... Ben de “para olsa öderler herhalde…” deyip yatıştırmağa çalıştım… Sonra ne yaptı… Nursel’le kavga mı etti?
--Adam benim peşime takılmış… Üç gündür beni takip ediyor… Söyle kendine gelsin. Bir daha arkamda görürsem hatır matır dinlemem kovarım..
--Yapmayın Kemal Bey… İyi gazeteci diye bana verdiniz… Bırakın ben bir kere daha konuşayım.
………………
--Sen Kemal Beyi işten çıktıktan sonra takip mi ettin?
--Evi öğrenmek için… Nereye gittiğini biliyorum artık… 6 silindir beyaz Mercedes’ine binip nereye gitti biliyor musun.?.
--Lütfen bana anlatma… Ne demek patronu takip etmek… Bize ne?
--Bir müessesenin parası yoksa herkese yoktur. Metrese var, çalışana yok… Hoş bir şey mi?
--Asla… En azından senin bunu dillendirmen kadar tatsız bir durum… Seni sevdiğimi biliyorsun… İşten çıkarılmanı istemem… Yaptığını da doğru bulmam… Artık öğrendiğine göre takip işi sonlansın…
…………..
Artık ismim gibi biliyordum ki bir görünen, bir de görünmeyen ödemeler vardı… Bulvar para kazanıyor muydu? Belki… Ama bildiğim sarf ederken en azını harcamak zorunda idi..

CEN AJANS ilişkisi de soğudu… Toplantılara Nazlı Hanım tek başına gitti… Ben de fikir beyanında isteksizdim… Soğuma başlamıştı... Çok kişinin fark ettiği ama gerçeği asla anlam veremediği Nazlı Ilıcak ağlamaları, sinir krizleri başladı… Aklım bana asla araya girmemem gerektiğini söylüyordu ama tatbikat benim odamda yaşanıyordu… Ben özellikle gazeteler için düz salonda herkesin herkesi gördüğü bir oturuş şeklini tercih ederim. Bulvar da bunu uyguladık… Oda dediğim ise kapısı her zaman açık, yarım cam bölmelerle yapılmış bir yerdi… Nazlı Ilıcak’ın nerede ise koşarak gelip göz yaşarlarını tutamadığı sahnelerin gizli kalması da imkânsızdı… Ve genellikle böyle durumları promosyon öncesi reklam kampanyası bütçesinin onayı sırasında yaşardık… Hemen her zaman bütçenin yarıdan fazlası tıraşlanırdı... 30 saniyelik filmler 15 e düşerdi…
…......
Kemal Ilıcak-Nazlı Ilıcak çiftinin her gece bir toplantı programı titizlikle gerçekleşen ailevi işlerden en önemlisi idi… Bu tür toplantılarda Nazlı Hanım birilerini beğenebilir, o birileri de ertesi gün pat diye “beni Nazlı Ilıcak yolladı… Burada işe başlıyorum” diyebilirdi…
Olayın ilki beni çıldırtmıştı… Ben erken gelirdim… Hem trafikten hem de zamandan kazanamaz isem o gün dağılıyordum… Gazeteleri okumam,  not almam ancak 3 saatte bitiyordu. Bu nedenle 6.30 bilemediniz 7.00 de gazetelere bakmaya başlardım… En az iki saat sessiz ve hızlı okuyabilirdim… Haber toplantımızı da 10.30 da başlatırdık..Çok kere öğlen yemekleri yerine, üne kavuşmuş kızarmış ekmek beyaz peynir menümü alırdım… Çaycı Ercan’ın tabiri ile “kiremit arası beyaz peynir”.
O gün kızarmış ekmek gelmeden bunlar geldi… Kızcağız öyle zayıf ince idi ki uzun saçları ile elbise askısı gibi duruyordu… Master’lerini İngiltere’de tamamlamışlardı… Yanındaki esmer genç ise Rasputin benzeri sakalı ile tezatı tamamlıyordu… Ve çevre uzmanı çevreci olduğunu söylüyordu... Aynı anda da iletişimci idiler..
--Ben Nazlı Ilıcak ile dün gece görüştüm… Bugün de Yalı’ya çaya gittik. Burada işe başlıyoruz..
--İyi de neden bana bunu anlatıyorsunuz ki? Her şey tamam olmuş ise bana ne?.. Bana niye geldiniz ki? dedim... Erkek şaşırır gibi oldu…
--Ama sizin bize bir talimatınız olmayacak mı ?
-Ne haddime… Siz talimatları Nazlı Hanımdan alacaksınız… Size ne demişti demiştiniz… Gidin başlayın… Geldiniz başlayın... Dediğim gibi salon bir büyük oda kadardı... Hemen her şey göz önünde ve duyuluyordu... Salonda şaşkın kaldıklarını gören Akın yanımıza geldi (Yazı Müdürü ve kardeşim) bir kenara aldı onları… Ve tabii fren görevini ifa etmek için bir ara da bana kadar gelmişti!.
-- “Ağabey şekil kabul edilir gibi değil… Ama bunları denemeden de yollama. O da tepki, şeklinde yorumlanır... Haklı iken şekil olarak uygun iş yapmamış oluruz… Belki işe yarayacaklar, çok beğeneceğin eleman çıkacak bu kız… Sen iyi gazeteciye dayanamazsın! Kabiliyetli birini korursun! Çabuk kabullenirsin… Sabırlı olalım dedi.
--Akın söylediklerini uygula. Beni karıştırma… Siz deneyin… Beğenin… Ve çalışın… Siz karar verin… Ve asla bana bir daha gelmesinler... Sıkıntı verici tarz sürüyor!
Üç dört gün sonra Akın “senin haberin var mı ağabey… Bunlar gelmiyor iki gündür” dedi… Öğrendiğim şu oldu… Üç gün bizimle takılan ikili Nazlı Hanıma havuz başında şöyle bir teklif götürmüş.. “Biz gördük… Ve durumu kavradık! Bu Genel Yayın Müdürü ile gazete ilerleyemez. Bize yetki verin. Size Avrupai bir gazete yapalım… Onu zaman kaybetmeden atın, işe bizi alın!” Hemen her zaman sözümü tutma konusunda titiz davrandım… Onlarla asla ilgilenmedim… Ne oldular?… Ne dediler?… Nazlı Hamın ne dedi?… Sormadım! Bugün de bilmiyorum... Zaman zaman Nazlı Ilıcak keşke beni kovsaydı dediğim oldu... Meslekte bu denli gölgelenmezdim!

 Grubun içine düştüğü sıkıntı büyüdükçe büyüyordu... Nazlı Ilıcak’ın Tercüman da yazılarının yasaklanması da bu sıkıntının en uç nokrasıydı... Medya dedikodusunda bugün de iktidar eteklerinden düşmeyen isimler vardı... Bunlar bilhassa Turgut Özal’a yakın isimlerdi... O dönemde Mehmet Barlas benim yerime Kemal Ilıcak’a yazı müdürü olarak bir kaç kişi getirdi... Kulağımıza gelen bu hamle planın ilk bölümü olacaktı... Önce Bulvar yönetimi değişecek daha sonra kurtarıcı isim, yani Turgut Özal ile Kemal Ilıcak’ın arasını düzeltecek ve müeseseyi düzlüğe çıkarak kişi olarak Barlas grubun en tepesine oturtulacaktı...

O gün de olacak şey değil diye düşünmüştüm... Bir süre sonra Mehmet Barlas ile Tercüman grubunun senaryoya uygun birliktelikleri yaşandı... Mehmet Barlas’ı yakından tanımadığım için, her hangi bir şekilde bir araya gelmek de istemediğim için ona soramadım ama hemen hemen her toplantıda, her kokteylde karşı karşıya geldiğimiz eşi Canan Barlas’a sordum. “Sevgili Canan sen ILICAK ailesi için parlak sözler etmezsin! Bana anlatır mısın kocan Mehmet Tercüman için nasıl bir kaynak yaratacak ve sistem borçtan harçtan kurtulup ayağa kalkacak? Kocan banker mi gazeteci mi? Bu ekonomik imkan yaratma işi ne iştir? Gazeteciliktir de ben mi hiç bilmiyorum!
Canan Barlas a haksızlık yapmıştım... Bazen burumun dibine kadar gelen öfkeyi frenliyemiyordum... Canan cevap vermedi. Bozulup yanımdan ayrıldı!

Gerçekten Mehmet Barlas ne yapacaktı da sıkıntılar sona erecekti? Daha sonraki günler benim sıkıntım daha fazla arttı üzerime gelenler ortamı gerdi... Bulvar kapanana kadar  böyle bir değişikle Ilıcaklar ne kazanacaktı sormadım... Belki de kazançlarının belli bir bölümünü benimle paylaşmazlar diye mi düşündüm! Yerime kimse gelmedi... Çekip gitmem geçde olsa deniz projeme dönme imkanım olmadı... Yerime geçmek üzere işe alının 3 gençle de tanıştım... Bir kaç hafta Tercüman bölümünde oturdular... Daha sonra gazetenin belli sayfalarını yaptılar zannediyorum... Sonra ne oldu? Neden bu transfser olmadı... Hiç kimseye da sormadım... Önümde eşine yazı yazdırmayan bir patron vardı!

Gelecek sayı:Nedir bu gizli kapaklı işler?

Hiç yorum yok: