5 Kasım 2012

“Müslüman mahallesinde bir Madam”!

 Bir gazete nasıl doğar, nasıl batar Yazı dizisi -2-
Hakkı Öcal’a “ben senin odanda oturmaktan sıkıldım... İlhan Ağabey geliyor... Odhan geliyor... Herkes heyecan içinde ama ortada yürümesi gereken planlar yok... Olmaz ise olmaz servisler yok... Haberlerin tümünü Şakir Süter’den al demekle bu iş olacak mı? Sekreterler yok... Önce fiziki olarak bir yere yerleşelim... Bize bir yer bul... Burası Bulvar denecek bir yer bul... Sistemi kurayım... Çalışalım... Havanda su dövmeye gelmedim...
Bu düzensiz düzen sürerken ne oldu, nasıl gelişti, benim dışında oldu... Birden iş bana ihale edildi... Bunu bana anlatan ve benden isteyen de Odhan Baykara idi... Odhan gülümseyen yüzü ile geldi, aklımda kalan cümleleri ile şunları söyledi. “ Bak lazoğlu... Ben sana hep güvendim... Yüzümü hiç kara çıkarmadın. Saygıda da eksiğin olmadı... Bu sana son ağabey nasihatı olsun... Onların önüne geçmem diye düşünme... Sen beni de İlhan ağabeyi de bekleme... Dinleme... İşi devral ve yürü... Yalçın bize sormadan neler yapıyor diye şikâyet etmeyiz. Sen yap biz mutlu oluruz… Bunu yapabilirsin de. Haydi gazan mübarek olsun... Durma... Seni engellemeyiz” dedi...
Ve bu arada Kemal Ilıcak, Kamacıoğlu’nu yalıya davet eder. Ilıcak, “Ben bu gazete ile uğraşamam. Vaktim yok. Ama Nazlı çok hevesli. Seni, onunla bir tanıştırayım,” demiştir. Ve Cen Ajans’ın birinci hamur kâğıda hazırladığı gazete Kamacıoğlu’nun itirazı üzerine baskısını görebilmek için normal gazete kâğıdına basılmıştır. Kamacıoğlu, yalıda Nazlı Ilıcak ile karşılaştığı günü şöyle anlatır:

“İçeri girer girmez, denize kadar uzanan salonu ve hemen ardındaki dağınık ışıkları ile karşı sahili görmek beni etkilemişti... İster istemez Boğaz’ı gören pencereye yürüdüm... Sol tarafta küçük bir toplantı odası vardı. Yalıyı yalayarak geçen balıkçı motorunu takip eder gibi sola yanaştım ve gösterilen yan odaya girdim... Burası salondan girdikten sonra soldaki bir boşluk gibiydi... Arada kapı yoktu ama büyük salonda ayrı bir bölüm oluşturuyordu... Yukarıdan aşağıya camdı… Geniş bir görüş alanı vardı. İlhan Engin ve ben buraya alındık. Yan taraftan Kemal Bey geldi... İlhan Engin gazete kâğıdına basılı maket Bulvar gazetesini gösterdi. Kemal bey Yalçın haklıymış... Ne kadar tahmin etsek bir de gözümüzle görmekte yarar varmış dedi... Zira Cen Ajans’ın maket gazetesi kuşe kâğıda ve farklı bir mizampaja sahipti... Ardından merdivende ayak sesleri duyduk... Kemal Ilıcak, Nazlı da geliyor dedi... Elindeki beş altı gazeteyi ortamızdaki alçak masaya koydu... Nazlı Hanım bir yasak savar hoşgeldiniz ile yetindi... Gazete geldi mi sorusuna Kemal Bey cevap verdi... Masadan aldığı gazeteyi Nazlı Ilıcak’a uzattı... Elinde uzun bir ağızlık vardı... Birden gazeteyi alıp yere attı. İlk reaksiyonum Nazlı Hanım’a oldu. Çünkü gazeteleri yere atıp üstünden geçmesi beni şaşırtmıştı... Halı seçer gibi bakıyordu! Eline almamış, üzerinde gezinmeyi tercih etmişti... Okumuyordu bakıyordu... Ben öfkeliydim ve bunu saklamamıştım...

İstesem de duygularımı saklayamam! Yüz ifademin değiştiğini fark eden Kemal Bey, “Nazlı sen gazeteleri yere attın ama bak, Yalçın rahatsız oldu” dedi. Gerçekten beklemediğim bir davranıştı... Elindeki uzun ağızlığa taktığı sigarasını yakmağa çalışırken pek umursamaz bir tavırdaydı...

“Nazlı hanım o her hangi bir kâğıt parçası değil... Elinize bile alıp bakmadınız... Hepimizin emeklerini taşıyor... Neden böyle yaptınız? Sizi anlayamadım” dedim... Belki bir iki kelime daha etmişimdir. Bunun üzerine Nazlı Ilıcak “Yok canım” küçük görmeyi de nereden çıkardınız... Daha iyi görmek için yere serdim... Buradan bakınca daha iyi görünüyor” dedi... Yani yaptığını normal bulmuştu... Alınmadı! İster istemez bir soğuklukla başlamıştı konuşma... Ben kös dinleme moduna geçmiştim... Konuşmamayı yeğlediğim anlar ne denli çekilmez olduğumu bilirim... Bir iki dakika sonra da Odhan Baykara geldi...

İkram faslı sırasında bir boşluk oldu. Kemal Bey arka odasındaki telefona geçti... Nazlı Ilıcak ahçısına talimat vermeğe başladı... İlhan ağabey beni çekiştirdi... Odhan’a dönüp “Nazlı’ya terslendi seninki” dedi... Olayı şip şak nakletti. Odhan Baykara ise “Boş ver!.. Madam ile daha sonra anlaşırsınız” diyordu.

O gün ilk algım, “3 ay nasıl dişimi sıkarım” şeklindeydi. Odhan Baykara ise teskin ediyordu: “Lazlaşma. Bırak sen Nazlı Ilıcak’ı. Sen yap getir şu gazeteyi de biz sunmasını biliriz.”

O gün Nazlı Ilıcak koyu yeşil deri bir pantolon giymişti... Soruları İlhan Engin’e sordu... Kemal bey bir ara “Nazlı yemeği kime tarif ediyorsun? dedi.... Nazlı Ilıcak İzzet efendiye dedi... Kemal Ilıcak “yani ahçına öyle değil mi?” diye ekledi... Nazlı Ilıcak tabii ki dedi... Öyleyse bugünden sonra Yalçın’a sor... Bulvarın ahçısı o” dedi...

Bu arada şunu eklemem gerek... Gazete çalışmalarına başlayalı epeyce zaman geçmişti. Yeni bir gazete çıkarma arayışları sırasında Kemal Ilıcak’a Rahmi Turan isminin verildiği bilgi olarak bana da geldi... Fakat teklifi Rahmi Turan değil Kemal Kınacı yapmış... Biz ekibimizle gelelim sana ucuz fakat etkili bir gazete çıkaralım demiş... Bu işi en iyi biz yaparız... Bu yalanlanmamış bir haberdi. Fakat Kemal Ilıcak tarafından seslendirildiğini ben duymadım... Yakınları tarafından bana bak adam seni seçti ama sen ne yapıyorsun gibi söylendi. Daha sonraları bu ne yapıyorsun sorusu anlam değiştirdi. Tercüman düşmanlığına çevrildi ve Nazlı Ilcak ile bir oldun adamın kuyusunu mu kazıyorsun serzenişi halini aldı!. Neden bilemedim... O zaman dilimi içinde konuyu Kemal Bey hiç açmadı... Belki de benim duymamam gerekiyordu!


YAZISINI ANNESİNE OKUTAMADI!:Resimler masamın üstüne yığılmıştı... Oturduğum yer açık yaptığım iş çok gizli olacaktı... 2 saat kadar arşiv resimleri ile boğuştum... Bize benzer biri çıktı. Bıyıkları ile ismi de uyum sağlasın istedik... Sanal yazara Kerem Turgut Aslanel dedik... Ve TERCÜMAN’da yazması yasaklanan Nazlı Hanım erkek kimliği ile Bulvar’da yazmaya devam etti... O günlerin hemen hemen her sabah tekrarlanan konuşması işin aslı gibi olmadığını da anlatıyordu. Gerçi Nazlı Ilıcak’ın yeni başlığı ASLI GİBİ idi ama durum aslına benzemiyor biraz daha acı bir tablo çiziyordu..."Anne nasılsın?.. Bugün Aslı Gibi yazısınıokudun mu? Adam iyi yazıyor! Bir oku"Okumam... Hiç bir şeye benzemiyor... Nerde senin yazıların!.. Olmadı... Nazlı Ilıcak annesine yeni kimliği içinde yazdıklarını okutamadı!..
Çok kere keşke Rahmi yapsaydı bu işi diye düşündüğüm de oldu... Ben ekip yapmanın belli çatıyı oturtacak kişiler dışında doğru olmadığını düşündüm hep... Yeni isimlere fırsat hazırlamak istiyorsan ekip yapmak bir anlamda engeldi... Yenileri tanıma ve yenilere şans vermeyi sınırlıyordu... Ama şartların zorlaştığı noktada tanıdık bildik bir ekip işi kolaylaştırıyordu! Rahmi ile benim yakınlığım da pek bilinmez... İkimiz de aynı anda spor muhabiri olarak gazeteciliğe başladık. Benim her zaman yakınımda olmuş ve her zaman uyum içinde çalıştığım biri olarak kalmıştır. Hürriyet gazetesinde de kısa bir süre beraber çalıştık!
Gazete çatısını kurarken sıkıntılar vardı... İsim bana göre yanlıştı... BULVAR... Fransız etkili kaldırım gazetesi havası ağır basıyordu... Yani ilk ağızda gazete şişirme haber yapan sansasyonla satışı hedefleyen bir gazete imajı da içeriyordu... Ama her şey o kadar ilerlemişti ki bozmak yeniden yapmak mümkün değildi! İçeriğinin doğru habere dayanması benim Hürriyet ekolünden –Haldun Simavi ile çalıştığım yıllardan kalan- bir terbiyeye bağlanıyordu...

Sayfaların çatıları kurulurken çatışma belirtileri de başladı... Havuzdan aldığım haberleri (yani Tercüman muhabirlerinin yapıp şeflerine verdiği haberlerden bir kopya almakla başlayan akışı) irdelemeğe başlar başlamaz tepkiler arttı... Ben cinayet haberlerini daha geniş işlemek için sorguluyordum... Resimlerin üzerinde duruyordum... Oysa Tercüman için bunların değeri en küçük seviyede tutuluyordu... Böyle yapmaları da normal idi... Ciddi bir siyaset gazetesinde olabilecek ölçüyü kullanıyorlardı... Ters gelen benim aynı kaynağa istek yapmamdı... Tercüman’a da mı karışacak tepkisi hızla yaygınlaştı... Bana karşı tepki ayrıca pişmiş aşlarla da ilgiliydi... Giderek burada kalmayı sürdürmeme duygusu büyüyordu...

Sonradan anladım ki genel olarak şartları koruma, durumlarını sağlama alma ,değişiklikleri istememe duygusu ve ellerindekini kaçırma korkusu hemen herkes için geçerli idi. Nazlı Hanım da Tercüman grubu içinde benden farklı bir duruma sahip değildi!.. Onun yalnızlığını birden bire fark ettim... Önce şaşırdım... Sonra lâkabını öğrendim... MADAM... Müslüman mahallesine oturan... MADAM...

Uzun ağızlığını hemen her fırsatta elinden düşürmeyen, çok kere deri pantolonu ile ve muhafazakâr Tercümanın koridorlarını aykırı bir görüntü sergileyerek gezen patronun eşi için daha güzel bir takma ad olamazdı! Gazete içinde, elinden düşmeyen uzun ağızlıklı sigarası ve makyajı onu ayrı kılmıştı... Cesur görüntüsü altında yalnızlığını kapatacak bir tavır mı vardı? Mümkün olduğunca uzak kalmak, sadece bir an önce gazeteyi toparlamak gibi akıllılık olduğunu düşündüğüm bir yolu seçtim... Gazete hazırlığının başlangıç günlerinde birlikte çalıştığım iki bayan vardı... İsim hafızamdan utanıyorum... Ressam olarak Suna Hanım bana da yani Bulvar’a da yardımcı oluyordu... Gazetenin belli başlıklarını ve bazı vinyetlerini hazırlıyordu ve benimle konuşan çok kere oydu...

--Bakıyorum siz sadece işle ilgileniyorsunuz... Benden istediğiniz grafikler için yaptığınız tanım farklı... İlhan Bey ve Odhan Bey Nazlı’ya daha farklı içerikler sunuyor? Neden siz direkt Nazlı ile muhatap olmaktan kaçıyorsunuz?

--Kaçıyor muyum! ? Belki de daha fazla yorulmamak ve biraz da yayıma hazırlık süresini hızlandırmak içindir!.. Nazlı Hanım bana da terslenirse telafi için ikinci bir fırsatı olmaz!

--Yapmayın... Ben Nazlı’yı çok eskiden beri tanırım... Yanlış düşünüyorsunuz... Bakma sen görünüşüne!. Nazlı öyle snop bir kız değildir. Yarın öbür gün haksızlığa uğradığınızda, (demek sıradan bir son gibi görünüyor haksızlığa uğramak) kimse olmasa bile Nazlı arkanızda durur. Gerektiğinde destek olacak biri varsa o olur...

Çekirdek ekip için isimler vardı ama oturacak yerleri yoktu... O nedenle kağıt üzerinde kaldılar bir süre ! Gazete kesin bir çatıya oturmamıştı... Cek cakla geçen zaman ben sıkılmağa başlamıştı... Ha bire fikir değiştirme işini Nazlı Ilıcak’a bağlıyordum... Hakkı Öcal’a  sıkıntıları çöz diye baskı yapabilecek konumum da vardı... Bir gün bana “direkt bu konuyu Kemal Beyle çöz” dedi... Belli ki arada Nazlı Ilıcak olunca o da uzak durmayı yeğliyordu! Çok uzun zaman geçmedi... Bir gün Kemal Beyin hizmetine bakan Aslan aradı... “Kemal bey seni acele istiyor ağabey... Gelebilir misin?”  Belli ki bir yere gidecek gibiydi....Ve heyecanlı idi..

“Sıkıntılarını anlat hemen çözelim. Cen Ajans’a promosyon için gideceğim... Türkiye’ yi ayağa kaldıran bir hazırlık yapıyoruz... Kesinleşsin anlatacağım... Göreceksin dedi.”

Kısaca  Bulvar’ın patronunun kim olduğunu sordum... “Siz misiniz, Nazlı Ilıcak mı?” dedim.. Bir süre durdu... “Çok erken pes etme... Görünürde Nazlı gerçekte ise benim.. Sen bu kadar basit bir soruyu soracak adam değilsin.... Gerisini de söyle... Her şeyi konuşmuş olalım...”

“Bu işte başarı diktatörlükten geçiyor... Bulvar’ın diktatörü kimse sadece onu dinlemek ve zaman kazanmak isterim... Başarısız olacağımı bilerek de hiçbir işe girmedim, girmem “ dedim.

--Sen yalıda ne dediğimi hatırla yeter... Bu işin ahçısı sensin... Diktatörü de... Nazlı’yı ikna edecek yolu bulabilirsin... İlk günlerde dişini sıkarsan, sana ters gelen şeylere kafayı takmaz isen, manevra yapılacak boşluklar yaratırsan, onu da seni de kendi halinize bırakacağımı görürsün.... Onu tamamen işin dışına atma... Ama gazetecilik alanında seni sorumlu tutarım... Bildiğini yap... Onun freni patlaktır. Alıp başını gider... Duracak yeri bilemeyebilir. Daha da kötüsü duramayabilir de!...  Zaman zaman da bana gel... Yakın projeleri karara bağlayalım... Her konuşmamızdan onun anında haberinin olması da gerekmiyor... Ben ona gerekenleri gerektiği zaman gerektiği gibi naklederim!...”
Ve nihayet Bulvar’a buluna buluna muhasebe ile tuvalet arasındaki dar bir koridor bulunur... İlk çekirdek kadro bu koridora yerleşir... Öyle ki iki masa karşı karşıya konunca tuvalete gidenler sizin masanıza sürünerek geçebilmektedir. Öte yandan Tercüman havuzundan gelen her haber bir de yorumla gelmektedir... Bu haberi Tercüman istedi... Buna Nazlı Hanım kızar... Bu resmi kullanmayın biz küçük ve resimsiz kullanacağız! Aslında bunlar hazırlık dönemlerindeki uyumsuzluğun belirtileridir... İyi bir sistem planlanmamıştır. Kişilerin iradesine kalan bir iyi niyet çalışmasıdır sürüp giden... Şakir Süter haberleri kopyalamakta belki bu haberi siz büyütürsünüz gibi desteklemeleri sürdürmektedir. O günlerde Nazlı Ilıcak ayaküstü uğrar ve “Nasıl gidiyor?” diye sorar. Kamacıoğlu, “Bazı prensipleri konuşmak istiyorum Nazlı Hanım” diye cevap verir. Bir süre sonra bir gece yine yalıya davet edilir. İlhan Engin de davetliler arasındadır. Daha önce soruyu Kemal Ilıcak’a sorduğu ve gerekli cevabı da aldığı için rahattır...

Kamacıoğlu söz alır: “Nazlı Hanım, gazete yönetmek bir diktatörlük işidir. Bir gazetenin başarılı olmasını isterseniz birini diktatör seçeceksiniz... Eğer genel yayın yönetmeni siz olacaksanız, ben bunu bileyim, ona göre davranayım. Ama eğer ki ben olacaksam, size haber ve içerik konusunda direkt olarak müdahale ettirmem. Patron olarak sizi her zaman haberdar ederim... Ama haberi ben yönetirim. Soruyorum: Haber ve içerik konusunda diktatör kim olacak? Siz mi, ben mi?” Nazlı Ilıcak’ın cevabı, “Ben bu konuyu bir de Kemal ile konuşayım” şeklinde olur.

 Gelecek yazı: Nazlı Ilıcak: Siz deli misiniz?

1 yorum:

Asortik Krep dedi ki...

Şahsen hiç tanışmadım ama hiç yabancı gelmedi,bana tanımla deseniz aynen bunu yazardım :))
" Onun freni patlaktır. Alıp başını gider... Duracak yeri bilemeyebilir. Daha da kötüsü duramayabilir de!..."

İsim de süper, yani başlık :)