27 Kasım 2012

“Nedir bu gizli kapaklı işler?”

Bir gazete nasıl doğar, nasıl batar Yazı dizisi -10-

 TGC İÇİN SON TEMENNİ!: Biri çıkıp 53 yıl sonra telefonda cümlemi bitiremeyeceğimi, bu mesleği bilmediğimi ileri sürüp haber verilmeden yazımın yayımlanmayabileceğini söylese belki derdim. Bu işi TGC’nin bana Cemiyetin gazetesinde yapılacağını asla ummazdım... İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ savunduğunu söyleye gelen kendi cemiyetim bana derdimi ifade etme şansı tanımadı... Bizim Gazetede sansüre uğradım... Tamamlayamadığım cümlemi bu resim altına alayım istiyorum. Kim olursa olsun, nereye kurulurlarsa kurulsunlar (yazı kurulu) bir gazeteye yazı yazanların saygınlığı yok sayılamaz... İfade özgürlüğünü savunmakla görevli olan bir kurum “hoşuna gitmeyen”cümleleri yazara haber vermeden atamaz... İfade özgürlüğünün özünde bırakın hoşa gitmemeyi şok edecek kadar karşı da olsa ifadenin yasaklanmasına karşı çıkıyor! Yazısını koymayacaksanız kısaltacaksanız, belli bir bölümü atacak iseniz yazara, bunu yapmadan mutlaka haber vereceksiniz... Cemiyeti her zaman savundum... Gelip geçici patavatsızlar için “faydalı”fikrim değişmez... Çok kötü yöneltildiği fikrim de! Cemiyete olan sevgimi ve ilgimi toprağa gömdüm... Bu bir veda yazısı olacağı için düşündüğümü TGC' ye rağmen ifade etmek isterim... TGC‘ nin yanlış yaptığını Taksim' den Tünel'e boşa yürüdüğünü ellerindeki ifade özgürlüğü pankartlarının anlam taşımadığını yenileyebilirim.TGC, önceliği gazeteciler arasındaki arkadaşlığı, uyumu, birlikteliği geliştirmek, her biri döneminde değerli olan eski üyelerin dün hakkında hiç bir fikri olmayan gençlere tanıtımını sağlamalıdır! Gene de insafsız olmak istemem... Taksim’den Tünel'e kadar protesto yürüyüşlerini de faydalı buluyorum... Sağlık açısından...

Bulvar’da yapılan çarpıcı haberciliğin pek çok örneği bulunabilir… Ama ben uzatmadan ve biz ne gazeteciyiz havası yaratmadan! Özetlemek ve akılda kalan dedikodusu yapılanlardan seçme yapmak isterim…
Bulvarcılar, siyasi parti kurar. Bulvar’ın Ankara Temsilcisi Tayyar Şafak Ispartalıdır... Onunla her gün siyaset tartışılır. Bir gün, “Siyasi parti kurmak öyle ayağa düştü ki der ve ekler…. İki buçuk milyonu olan herkes kurar.”
Yalçın Kamacıoğlu sorar: “Bizim parti kurmamıza bir engel var mı?” Tayyar Şafak’ın cevabı, “Alayım mı başvuru kağıtlarını,” şeklinde olur.
Kamacıoğlu “Al” der. Muhasebeden para çıkarılır ve parti kurulur.
Yalçın Kamacıoğlu o günkü olayları şöyle özetliyor:

Gündem ve haber yaratma özelliği Hürriyet alışkanlığıdır… Haber merkezi çoğunlukla Hürriyet kökenli arkadaşlardan kurulduğu için bu işe yatkındılar. Ucundan yakalanan haber mutlaka sonuna kadar işlenir… Bu bir yumağın ucundan ipi sonuna kadar çekmeğe de benzer…
Haberin özel kalabilmesi önemlidir… Bizim için daha da önemli oluyordu! Bu nedenle konuyu sadece benimle konuşmasını istedim… Tayyar ben olmadığım anda Akın’ı arayacaktı… Akşamüstü uğrayan Nazlı Hanıma da haber şu sıra saklı kalsın… Bir ilerleyelim… Son cümleyi noktaladıktan sonra yeniden değerlendiririz dedim… Öyle de oldu sanıyordum… Parti kurulma çalışmaları sürerken Kemal Bey öfke ile beni aradı… Odasına çağırdı..Tercüman’da her şey olur ama hiç bir şey Kemal Beyden saklanamazdı!
--Sen ne yapıyorsun? Parti mi kuruyorsun?.. Nedir bu gizli kapaklı işler?
--Haber yaptığımızı zannediyorum… Gizli çünkü duyulursa bir hükmü-kıymeti kalmayacak?
--Peki genel başkanı kim olacak? Buradan mı eleman vereceksiniz?
--Kemal Bey bu tamamen kurgu… Ankara’dan Tayyar ne gerekiyorsa ayarlayacak… Sizin vereceğiniz bir isim varsa onu da alalım..
--Ne yapacaksanız yapın… Tozu dumana katmışsınız! Ankara fellik fellik her şeyi soruyor. Kemal yeni bir parti kurduruyor lafları da ayyuka çıkmış! Gazetecilik yanı okşanıyor ama günlük sıkıntı keyiflenmesine engel oluyordu...
……
Daha sonra bu işin yeni parti hazırlıklarının ANAP’ ta huzursuzluk yarattığını, bir anda siyasetin içinde değişik yorumlara yol açtığını öğrenecektim… Ama korkulan olmadı, biz parti kurduk fakat siyasete atılmadık… Belki de bu ülkem için son şans idi... O dönem aklımız sadece gazeteciğe eriyordu... Siyaseti de becersek kesin olarak şimdi becerenler gibi de olmazdık! Kurtulur muyduk! Yoksa bizden kaynaklanan kötü tercih yüzünden biz de ülkemiz de kaybetmiş mi olurdu? Bence Türkiye bir kurtulma şansını böylece kaçırdı! Herkes en büyük ya! Tayyar Şafak hemen ertesi gün “Müdür partinin Genel başkanı kim olacak?” diye sordu… Ona başımızda daha parti ortada yokken böylesine sert ve yoğun tepki geliyor… Ne beni ne de Nazlı Hanımı ve de İstanbuldan birini sokma. Ankara kadrosundan ayarla… Genel Başkan mutlaka sen ol” dedim..

Partinin adını Büyük VATAN Partisi koyduk… ANAP logosunda da Türkiye haritası vardı... Gazetedeki ressama bir logo yaptırdım… Burada da Türkiye haritasını kullandık… Üzerinde BVP yazısı vardı. Genelde ANAP logosunu andırıyordu… Bu benzerlik bilerek isteyerek ve keyif alarak yaptığımız bir incelikti… Aslında mesele bizden kaynaklanmıyordu… Siyasette Turgut Özal’ın Ilıcak ailesine olan kini açıkça sergilendiği için karşılık bekleniyordu… Kemal Beyden çok Nazlı Hanımın ANAP’a karşı yeni bir girişim yaratacağı, sağı belli oranda yeni bir partide toplamaya çalışacağı konuşuluyordu… Olayın bu denli yaygın anlatılışı inanılmaz bir gariplikti… Benim endişem, korkum anlamadığım siyasete ve siyaset kulislerine devamlı uzak kalmam belli bir düşünceye tarafsızlığı kaptırmamakla ilgiliydi... Çok masum bir gazetecilik hamlesi nasıl yorumlanıyordu… O sıra Kemal Ilıcak daha ileri bir tepki göstermedi… Kimler kuruyor onu gördükten sonra rahatladı… Ben çok kesin olarak Nazlı Ilıcak hiç bir noktada bu işin içinde olmayacak garantisini vermiştim. Kemal Ilıcak’ta beni mutlu eden bir duyguyu ikinci kez test ediyordum... Kim ne derse desin kim ne kadar tüccar etiketi yapıştırırsa yapıştırsın Kemal Ilıcak gazeteci idi! Çok çok sıkıntıya girdiği anlarda bile gazetecilik çizgisi dışına çıkmamış ve direkt olarak haber içeriğine karışmamıştı... Sözünde durmuştu... Arkadan iş çevirme, dediğini yaptırma hırsı Nazlı  Hanımındı... Aslında bunun komik bir örneği yaşanmış ama ben uyanamamıştım...

Kemal Ilıcak ve Nazlı Ilıcak Bankacı Hüsnü Özyeğin’in yakını idiler... Nazlı Ilıcak bir süre gazeteye Hüsnü Beyin eşi Ayşe Hanımla gelmeye başladı... Ayşe Hanım zamanını değerlendirmek, boş boş oturmak istemiyor, kısacası gezetecilik yapmak istiyordu... Böyle isimlerin katkısı, enerjisi, ilgisi gazeteye  her zaman için çok olumlu yansıyabilirdi... Ayşe Hanım olayında... Olmadı... Ama zannediyorum davetlerde, fotoğraf çeken arkadaşlara Ayşe Özyeğin her zaman yardımcı oldu...
 Bulvar olarak biz magazin sayfası olarak iş aleminin davetlerini de yansıtmaya başlamıştık... Üzerinde durmadan geçmişim. Tercüman ekibinin yarattığı yabancılık kadar Nazlı Hanımın gazeteyi pikaj üzerinden okuması ve bazı kelimeleri yazarına sormadan değiştirmesi sorun oluyordu... Bana göre de can sıkıcı idi... Belli kelimelere takmıştı. Bunların başında ÖRNEĞİN geliyordu... Tashih servisine sıkı sıkı tenbihlemişti. Servis örneğin kelimesini nerede görse mesela yapıyordu.
O sıralarda tanınmış kişilerle röportajlar yayımlıyorduk. Her röportajın sonuna da yarın diye bir başka kişi anonslanıyordu. O gün Hüsnü Özyeğin anonslanmıştı. Yani yazı yarın: Hüsnü Özyeğin olarak bitiyordu. Dizgici Özyeğin kelimesini yanlışlıkla örneğin olarak yazmış, tashih servisi de hemen atlamış , örneğin kelimesini mesela diye düzeltmişti. Yanlışlığı Akın pikajda yakalamış, rezil olmaktan kurtulmuştuk. Ama Hüsnü bey soyadını kurtaramamıştı! Çok kere tashih servisi üzerindeki ILICAK baskısının sonucu olarak bu olayı hatırladık... Neredesin Hüsnü Mesela!

 Seçim öncesi partimizin genel başkanı olarak da Tayyar Şafak radyo konuşması hakkını kullandı… Çıktı konuştu… Aramızdaki tartışma şu oldu… Bu konuşmaları hangi temelde yapacaktık… Önce gazeteci olarak yapalım dendi… Bana göre işin etkisi azalacaktı… Yola parti kurarak çıkmıştık, parti kuran biri gibi devam etmeliydik… Sonuçta öyle yaptık. İlk iki konuşmada metinlere destek verdik. Daha sonraki konuşmaların temasını öğrenip metnin oluşmasını tamamen Tayyar’a bıraktık…Tayyar Şafak yazdı konuştu... Seçim süreci böyle geçti... Bulvar olarak ilgi çeken bir yazı dizisi yaratmıştık…

Pek çok şeyi farklı görmeğe alışmış bir ekip olarak elimize fırsatlar geçti… Bunda ekibin, Bulvar’da görev alanların hepsinin emeği tamdır. Belli konularda iyi bir anlaşmayı fikir birliğini sürdüren yazı işleri ekibi mutlaka gazetecilik açısından öne çıkar… Ama aynı oranda TV’lere çıkmaz!.. Ve bu iş her zaman bir kişinin işi değildir… Gazete bir bütünün en küçük parçanın da uyumlu olması ile yükselebilir. Benim naklettiklerimi okurken bu noktayı dikkatten kaçırmayın… Ben yaptım gibi bir hava çıkabiliyorsa bunu da doğru olarak kabullenmeyin… Biz yaptık…Ne de olsa gazeteci  kıskançlığı var..Yazdıklarımın doğru olması bu kokuyu silmiyor!. İçindeki ben daha iyiyim dürtüsü öne çıkabiliyor... Aynı adamın çiftliğinde yaşıyan yarış atlarının aynı ahırda yaşaması yarış sabahı piste çıkınca biribirlerini alt etmek geçmek için kıyasiye koşmasına engel olamıyor... Her biri öne çıkmak için ölümüne ter döküyor.. Tercüman ile yanyana ama ayrı ayrı koştuk.. Konu haber olunca tüm huysuzluğumla üzerine atılıyordum... Bu duygu kaybolmadı... En ufak bir koku ile eşelendik... Peşini bırakmadık!

Kızılcahamam haberi ufak bir dedikodu gibi geldi… Bulvar olarak uyguladığımız sistemde günlük haber toplantılarına sadece haber listesi okuma ile değil büroların belli zaman dilimini kullanma hakkını da eklemiştik. Hemen her gün iki haber toplantısı yapılırdı… İlki genel olanı idi. İkincisinde muhabirler veya büro şefleri gazetelerini veya verdikleri emeği sorma hakkını kullanırlardı. Bu geniş bir kadro ile olmazdı… Gerekli olanları çağırtırdım… Şikayet nerede ise muhatapları yüzyüze ve olay küllenmeden biraraya gelir konu tartışılırdı... Muhabir direkt bana haberini neden kullanmadığımı sorabiliyordu… Böyle bir kanal her zaman açıktı… Ben çok kere nedeni biliyorsam söylerdim. Bilmiyorsam, haberi görmemiş isem öğrenirdim… Ve şikayet eden muhabirle haberi bize ulaştıran yurt haberleri müdürü veya haber müdürünün önünde görüşürdüm. Haber toplantısı bürolardaki şeflerle yüz yüze konuşularak tamamlanıyordu. Tayyar’ı gazeteci olarak da insan olarak da seviyordum ve ona güvenim tamdı… Bu nedenle özel haber geliştirmede onun ağırlığı öne çıkmıştı…

 İnandığım tek şey başarılı bir çalışmanın ekibin uyumuna bağlı olduğudur… Zaman zaman çok başarılı ve gözde olmasına rağmen bazı gazetecilere uzak durmam “paylaşmaya yanaşmadıkları ekip çalışmasından kendilerini çekmeleridir. Biri bencilliği ile öne çıkıyorsa gazeteciliği hangi yüksek şöhret seviyesinde olursa olsun genel dengeye zarar vereceğine inanırım… Bu denge haksızlığı kaldırmayacak bir terazi gibiydi. Ekip olmak ile gelecek başarının kalıcı olduğuna olan inancımı hep korudum…

Nazlı Hanım ve Kemal Bey de zaman zaman kadromuzda şöhretli bir isim olsun arzusu kabarır… Çok kere bir davette veya bir gece kulübünde veya gecenin bir yerinde bu şöhretli isimlerle konuşulur… Yalıya davet edilirler… Gazete de, yalı da onların… Kimin ne itirazı olabilir ki… Konuşulur tamam denir. Böyle bir anlaşma benim ve ekibin dışında gerçekleşmiştir… Kemal bey bir dizi (yurt dışı gezisi için) dolarları ödemiş… Ve bir gün bir dosya içinde haber ve resimler geldi….
Nazlı Ilıcak Kemal dedi ki diye bir cümle yapıyorsa bu şu tercümeyi de içeriyor..“Büyük patron o… Aslında ben de onun gibi bu işi isteyerek yaptım… Hemen her şeyi sana da soracak değiliz ya… İşte sana yazı, al ve itiraz etmeden kullanan… Sana ne oluyor?”
Bu tarz Nazlı Hanımın hiç garipsemediği karşımdakini küçük mü görüyorum endişesine kapılmadığı sığ kurgularından kaynaklanıyordu.. Böyle durumlar çok sık olmamakla birlikte yaşanıyordu. Ben gazeteyi yere atan uzun ağızlığı ile yukardan bakan  Nazlı Ilıcak’ı hatırlıyordum..Dosyayı uzattı... Verilen dosyanın kapağını dahi açmıyordum…

Bu o ünlü gazeteciye belli bir peşin hükümle karşı çıktığım için de değildi. Bana ters gelen ekip dışından yapılan değerlendirmenin emrivakiye çevrilmesi idi… İki şey birden oluyordu… O gazeteci kendini dev aynasında görüyordu, asla yönetimi takmıyor ve bu baştan olumsuz bir hava yaratıyordu… İkincisi, adam yerine konmadığını gören yazı işleri çalışanları elini işten çekiyordu… İşten soğuması beni üzüyordu… Yapılan bizim gazetemizdi... Gerçekten yarayacak haber ve resimler ister istemez itiliyor, yönetmesi zor bir ortama dönüşüyordu. Nazlı Hanıma bunu kaç kere izah ettim bilemem… Bir adım boyu yol alamamıştık..Takıntılı idi..

Bana göre işin doğrusu gidilecek doğru yol da vardı.. Gene çok ünlü gazeteci Nazlı hanımla Kemal beyle konuşur… Ama onların yapacağı doğru iş onu bize yönlendirmek olmalıydı. Genel de işler öyle olmuyordu... Bu olayda da, tepeden inme gelen dosyaya el sürmüyordum... Tarafsız kalmak için… Dosyayı Haber müdürüne verdim. Akın’ı es geçtim… Bizim dışımızda araştırın dedim..
Yurt dışına gidiyorum diye para alan muhabir diğer muhabirlerden aldığı fotografları kullanmıştı. Hiç bir yere gitmemiş, gitmiş gibi yazıyı evine kapanıp yazmıştı! İddialar daha da ileri bir boyuta ulaştı… Üstelik ele geçirdiği filmleri “ben yıkatırım” deyip almış, izinsiz olarak kopyalamıştı. Anlatılan doğru mu bilemem… Ama anlatanı Hürriyet’ten tanıyorduk... Boşuna iftira atacak karakterde biri değildir. Muhabirler bu tip olaylarda yapılan işe çalıntı tabirini de kullanmaz… Atlatılma olur… Fotoğrafları “ben senin filmlerini de bizde yıkatırım” diye almış kopyalamış! Oradan elde ettiği resimlerin bir kısmına ülkeleri anlatan elçiliklerin reklam görüntülerini ekleyerek zenginleştirip dosyayı tamamlamış..
Kemal Bey parayı ödemiş… Nazlı Hanım sık sık soruyor… Ne oldu?… Diziyi ne zaman kullanacağız?…Adam sık sık arayıp bana ne zaman diye soruyor! Ben ilk kez Akın’ı adres gösterdim..
--Nazlı hanım… Sakıncalı bir kaç yan var.. Konuyu Akın size anlatacak. Araştırdık…Ne oldu Akın’a sorun...O daha makul! Tartışabileceğiz  yapı da ya...
Nazlı Ilıcak da Akın deyince itiraz edemiyordu... Zira onu transfer ederken benden daha uyumlu anlaşması kolay makul biri olarak kardeşimi bana anlatmıştı ya! Konuşmayı sonlandırırken şunu da ekledim:  “Ama size şunu söyleyeyim. Madem bu kadar ısrarla bu şöhretli arkadaşımız sizi arıyor… Ona şöyle deyin… Kendisi beni iyi tanır… Dosyası bende. Gelsin konuşalım… Yazı ne oldu sorusunun cevabını benden alsın..

Ne mi oldu?… Bana gelmedi… Ama gene benim hakkımda olumsuz bir fısıltı daha yayıldı.
--Adam şöhret düşmanı… Kafayı bazı isimlere takmış…
Bir süre sonra sadece Bulvar ile ilişkisini değil, Tercüman grubu ile de iş yapmama kararı almış o ünlü gazeteci!… Gece davetinde üçüncü viskiden sonra olanlar yukarıdakiler ışıl ışıl, mutluluk vermiştir... Ver sıkıntıyı işi yapacaklara  vur geri planda kalanlara!
………………
Gelecek yazı.... NAZLI BAŞIMIZI YAKABİLİR!

Hiç yorum yok: