BABA KIZ YAKINLIĞI: Nazlı Ilıcak Beyefendi’den (Süleyman Demirel) bahsederken bir aile büyüğünü anlatır gibi konuşurdu... Sevgisi ve saygısı eksik olmazdı... Süleyman Demirel de ne kadar ağır tenkit ederse etsin “Nazlı bizim evin kızıdır” cümlesini tekrarlıyordu... Ilıcak’lar için eski demokratlar ise ayrı bir değere sahipti... Her zaman her halde savunulması gerekir peşin hükmü, hatıralardan ve sevgiden kaynaklanıyordu... Çok kere Kemal Ilıcak ile benim ve eşimin şöyle bir diyalogu oluyordu. “ Eski demokratlar öncelikle Nazlı’nın aile bağları ile bağlı olduğu bir grup... Biliyorsunuz ben gençliğimde Nazlı’dan önce Halk Partili idim... Çok kere ben de şöyle derdim... “ Kemal bey Demokrat kelimesinde birleşebiliyoruz... Nazlı Hanım eski Demokrat... Biz de Sosyal Demokratız...”
Bu kanaat bize pek çok ihbarın kapısını açtı… Ama biz bunlardan çok azını yazıya dökebildik!. Korktuğumuzdan değil, doğruluğuna ulaşamadığımız için… Aslında korkumuz vardı! Korktuğum tek şey haber verirken haksızlık yapmaktı…
Hemen her ihbardan
sonra aynı sistemi uyguladık… Söylenenleri doğrulatabiliyor muyduk? Genel
olarak bunun iftira olmadığına inanıyor muyduk? Yazı ekibi bunu kendi arasında
tartışıyordu… İlk hazırlık soruşturmalarının hepsini aldık okuduk ama asla
kullanmadık! Burada Akın işin hukuki yansımasını da hesaplıyor tartışıyordu.
Yapmıyordu ama avukattı. Belgelerine ulaşmadan hazırlıkların bittiği
söylenemez... Bu ekip dar bir ekipti… Ankara ayağında Tayyar Şafak vardı… Eski
bir TRT’ ciydi… Hemen her gün haber dışında da kulis konuşması sürerdi... Her
kulağa geleni yazmıyor ama kesinlikle uzun uzun tartışıyorduk... Beni aradı ve
şu konuşamayı yaptık...
--TRT İstanbul
Stüdyoları için gene milyarları har vurup harman savuruyor dedi…--Araştırırsak bir şey çıkar mı? Gerçekten göz göre göre yolsuzluk yapılıyor deniyor… Beni arayanlar korkuyor… Sadece laf olarak dedikodu olarak sözler dolaşıyor..
--Müdürüm bana izin ver… Bir iki arkadaşımı arayacağım…
--Tamam Tayyar... Senden haber bekliyoruz. Her zamanki gibi haberi beklemeye alıyoruz.Ve zaman sıkıntısı olmadan derinleştirmeğe çalışıyoruz...Sen tamam dediğin an yayımı planlarız..
……………..
Bir hafta sonra Tayyar’dan özel bir zarf geldi… Özel haberleri açıktan yollamıyordu… Açıp okudum… Yayımlanan haberin bir özeti gibiydi..
--Akın al oku dedim..
Ertesi gün fikrini söyledi..
--Sen bunu kullanmak istersin… Ama ben derim ki bir süre daha üzerinde çalışalım… İddialar gerçek gibi ve mantıklı… Bunu yazarsak bize tekzip gelecek… Belge veremez isek haklı olmak yetmeyecek..
--Tamam. Hız mı keselim?
Tayyar’a Akın’la da konuş ama ne olursa olsun ne zamana denk gelirse gelsin bu yazıyı yayımlıyoruz bunu bil dedim…
Haberi geliştirmeye
başlıyorduk.. Hem haber daha detaylı yazılacak hem de mutlaka belgeye
ulaşacaktık.. Tayyar bir hafta sonra belgelere
de ulaştım dedi… Nasıl ulaştığını, kimden aldığını sormadım… Bu tür işlerde
inanmak, sormamak galiba rahatlık yaratıyor… Haberi yazdık… Ve birkaç gün
telefonlara çıkmadık… Yayımladık..
Siyasetin zaman zaman
kendi içindeki fikirleri olgunlaştırmak gibi takdim edilen toplantılarında
etekteki taşların zararsız bir yere dökülmesini sağlayan toplantıları
tekrarlanır idi… Bunu ANAP da böyle yapıyordu.. Ankara’ya yakın ama
dedikodulara uzak olur düşüncesi Kızılcaham’ı öne çıkarmıştı… Mekan olarak Bolu
Dağı eteklerini veya o civardaki bir moteli hafta sonuna yakın siyasetçilerin
topluca doldurması normal sosyal aktivite adını almıştı…
Ankara bürosu içinde
uzunca konuşabildiğim ve geleceğe dönük haber üretimi, yaptığım kişi her zaman
olduğu gibi Tayyar Şafak oluyordu… Aynı büroda Tercüman kadrosu içinde olmasına
rağmen, magazin olarak algısına ve kalemine güvendiğim ikinci kişi de Feridun
Soyocak idi… Feridun aynı anda gece sekreterliği de yapıyordu... Zihnim beni
yanıltabilir... Ama müşterek bir istihbarat daha da doğrusu ucundan ucundan
sızıntı vardı… Kızılcahamam söylentisi… Semra Özal yanında çok sevdiği bayan
koruması ile bu yolda kaza yapmıştı… Olayın zabıtları yok edilmiş ve işin
kapatılması için hızlı ve etkili bir gayret gösterilmişti.. Tayyar Şafak da
benzer şeyleri duymuştu… Feridun da… Konuşun ne yapabiliriz bir kere daha bakalım...
dedim..Haberi kovalamak gerek... Biraz üstelersek ne çıkacak bakalım!
O ana kadar Nazlı
Ilıcak ismi veya benim bilgim içinde onun müdahalesi yok gibi idi. Bana öyle
geldi... Birden saflığımı kaybettim... Bekâret kaybetme olayına benzer şekilde!
Tayyar Şafak beni atlayıp sıkça bana ilettiklerini daha önce yalıyı arayıp Nazlı
Ilıcak’a fısıldıyor ondan akıl alıyordu…
Benden habersiz siyaset
haberleri önce Nazlı Ilıcak’a ulaşıyor... Nazlı Ilıcak sansüründen veya
yönlendirmesinden sonra bana geliyordu... Sezgim beni yanıltmazdı... Bu hem
yanlış hem de tehlikeli idi. Öte yandan Kemal Ilıcak sızlanıyor, bu işlerde
Nazlı’nın yönlendirmesine sakın izin verme diyordu...Nazlı-Semra nefretinde gazetenin işi olmamalıydı. Biz hiç bir siyasetin gölgesini istemiyorduk... İlk ağızda soğuk bir duş etkisi yaptı. Her satırdan şüphe ederek yazıları yeniden okuduk... Tayyar’a haber tamamlanana kadar sadece gelişmeleri bana naklet, bu işi ikimiz bitirelim sonra geniş bir katılımla tartışırız dedim..
Kıskanç
mı idim?..
Tayyar Şafak için
duyduğum öfkeyi belli bir korku yönlendiriyordu... Bu şahıslarla ilgili de
değildi... Nazlı Ilıcak’ın Semra hanıma öfkesi bizi haberi geliştirirken hataya
sürükleyecek boyutlara ulaşabilirdi. Nazlı Ilıcak bastırırsa haberin dengesi
kaçabilirdi... Öte yandan Tayyar Şafak’da Nazlı Hanımın takdirini ayrıca
kabullenmek istiyordu... Renk vermedim, olayı bilmiyormuşum gibi davranmayı
sürdürdüm... Genel tabloyu hatırlayarak kişiye değil gerçeklere daha yakın
durmaya ve onu da kendi çizgileri içinde haklı bulmaya karar verdim… Nazlı
Ilıcak her şeyin kendisi ile başladığı, kendisi ile yürümesi gerektiğini
hissederse, kimi nasıl kullanırım hesabını yenilerse, Tayyar’ın yapacakları da
bana karşı dürüstlüğü de sakatlanacaktı… Ayrıca asla dillendirmediğim bir gizli
ikaz da Kemal Ilıcak’tan geliyordu...
“Bu Nazlı başınızı
yakabilir... Sen gene ortadan git... Dizginleri kaptırma...” Nazlı Ilıcak her yanı ayrı ayrı tutma ve ayrı ayrı idare etme refleksini hiç kaybetmedi! Öyle ya! En akıllımız oydu! İki veya üç hafta ben Kızılcahamam haberi ne oldu demedim… Sanırım o dönemde Tayyar zaman zaman yalıyı arayıp Nazlı Ilıcak’la da uzun uzun konuştu… Telkinler aldı... Olaylar nakletti... Ama kesin olan şu... Haberi Bulvar ekibi kendi refleksleri ile dengeledi... Gerçek gibi görmediklerini ayıkladı... Sivrilikleri giderdi. Diğerlerin de olduğu gibi ekibin bilgisi ve onayıyla kullandı!
Ben yeniden denizler
denizler deyip ayağı yere basmayan hayalleri traşladım... Hemen herkes için
“olabilir” hanesini büyüttüm... Güven duygumu kaybettim... Soğumam hızlandı... Ama
bir işe girmiştim ve o işi doğru olarak tamamlamalıydım... Konuyu hiç bir zaman
Nazlı hanıma açmadım... Onun “gazetemdekiler beni paylaşamıyorlar şekerim... Hepsi
öncelikle benimle konuşmak istiyor. Bana soruyor beni paylaşamıyorlar ” havası
sürüp gitti... Kimse Allahtan bana paylaşmak ister miydim diye de sormadı!
Haber çıktıktan hemen
sonra “bu haberi NAZLI ILICAK yaptırdı” dedikodusu gecikmedi... Tayyar’dan hiç ses
çıkmadı! Ve bu benim Tayyar Şafak ile yaptığım ve haber sistemi dışına çıkan
karşılıklı güvene dayanan ve bir başkası ile paylaşmadığım son iş oldu! Yani
Nazlı Ilıcak baskısı ona el altından yalıya bilgi verme, konuyu birlikte
geliştirme, kısacası beni devre dışı bırakmaya itmişti... Aptalı oynamak o kadar da zor değilmiş... İşin sonunu tüm ekip
düşünüyorduk... Bir sorumluluk alacak isek katlanacak olanlar bizdik... Kemal
Beye verdiğimiz söz... Nazlı hanımı frenleme sözü vardı... Şafak fire
vermişti... Allahtan Tayyar bir ara kendini ele verdi... Nazlı Ilıcak’ın
istediğini unutup farklı bir detayı bana söyledi. Ona bunu ben istemedim
demedim... Nazlı Hanıma istediğiniz detayı Tayyar geçti dedim. Haberi
anlattım... Sadece “size mi anlattı?” demekle yetindi... Sonuna kadar hiç bir
şeye güvenemedim... Nasıl bir ağırlık bilemezsiniz! Bir şeyi bir kere daha
anladım... Bu iş bana göre olmaktan çıkmıştı... Bütün bu kargaşada doğru
yapmak, birine kim olursa olsun haksız suçlamada bulunmamak istiyorduk... Bunun
için daha dikkatli baktık... Çok daha şüpheci olduk... Belki aslında yüzde yüze
yakın doğruları bile sildik kullanmadık... Ve hemen ilave etmem gerek bu
haberde Nazlı Ilıcak’ın hevesi çoktu ama etkisi olamadı! Gazetecilik açısından
buna izin vermeyecek, haberciliğin ve tarafsızlığın arkasında sağlam duran bir
ekip vardı... Nitekim haber taslak halde iken ilk itiraz Akın Kamacıoğlu’ndan
geldi:
--Haber ne yaparsak
yapalım ön yargı içinde algılanacak… Bu nedenle acele edemeyiz… Ankara’ya şunu
iyice anlatalım… Belgelere dayanacak bir sonuç alabilirsek olur… Önce belge
sonra haber…
İçimden onlarında
yetmeyeceğini mırıldandım… Ama yazı işlerinin genel havasına uyuldu..Asla yalıya yaptığı servisi gündeme getirmedim... Tayyar Şafak’a yarı şaka yarı ciddi şunu söyledim...
--Ön haberi yazı masasında konuştuk… Akın karşı çıktı… Belge olmadan tek satır yazamayız… Daha doğrusu yazmamalıyız diyor… Gerekçesi korkaklığımız, sana olan güvensizliğimiz değil… Hiçbir zaman bizim dışımızda Nazlı hanımın seni etkileyeceğini de düşünmüyoruz! Ama belgeleri toplayana kadar haberi bekletiyoruz..
Tayyar’ın belli bir suskunlukla dinlediğini hatırlıyorum…
--Akın söylüyorsa hukukun kestiği kol acımaz… Haklısınız… Ben de gazetenin başına iş açılsın istemem. Ne kadar zamanım var müdür?
--Zaman söz konusu değil. Bu haberi hiç kimse bu hali ile kullanamaz… Kullansalar bile benim için önemli değil. Daha ilerisini daha özelini ve belgelerini verirsek haber düşmez… ESKİMEZ... İşlemek gibi bir özelliğimizi kaybetmedikçe ses getirir... Şunu da bil... Haber tamamlandığında bunu kullanmamıza da hiç kimse engel olamaz!
Sonra bekleme süresine girdik… Bir süre sonra Tayyar aradı…
Haber, Tayyar Şafak’ın kaleminden ve tecrübesinden geçmiş ve olgunlaşmıştır... Tayyar Şafak, Kamacıoğlu’na, “Bu haberi nasıl yazacağız, usturuplu mu?” diye sormuştur. Kamacıoğlu’nun cevabı, “Beni tanımıyor musun? Ne var ki burada belge konuşturmalıyız. Sen belgeleri al gel… Onları bir daha kontrol edelim… Güveniyoruz deyip yarı yolda kalmayalım”.
Şafak, “Tamam
belgeler hazır” der. Alır dosyaları ve gelir. Yalçın Kamacıoğlu’nun freni gibi
çalışmakta olan Akın Kamacıoğlu, “Ağabey bunları tekzip edebilirler” der ancak
Yalçın Kamacıoğlu hazırlıklıdır: Tekzibi yayımlar ve yine devam ederiz.
Kızılcahamam, iktidar baskısına rağmen, tam bir gazetecilik örneğidir. Bir-iki
dosya daha vardır ama tamamlanamamıştır. O da Zeynep ve davulcu Asım’a
ilişkindir. Yazılmayanlar, yüzde 100 ispat edilemeyenlerdir.
GELECEK YAZI: DALYA PARTİSİ VE GÖNÜL YAZAR KAZIĞI!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder