30 Kasım 2012

“NAZLI BAŞIMIZI YAKABİLİR!”

Bir gazete nasıl doğar, nasıl batar Yazı dizisi -11-

BABA KIZ YAKINLIĞI: Nazlı Ilıcak Beyefendi’den (Süleyman Demirel) bahsederken bir aile büyüğünü anlatır gibi konuşurdu... Sevgisi ve saygısı eksik olmazdı... Süleyman Demirel de ne kadar ağır tenkit ederse etsin “Nazlı bizim evin kızıdır” cümlesini tekrarlıyordu... Ilıcak’lar için eski demokratlar ise ayrı bir değere sahipti... Her zaman her halde savunulması gerekir peşin hükmü, hatıralardan ve sevgiden kaynaklanıyordu... Çok kere Kemal Ilıcak ile benim ve eşimin şöyle bir diyalogu oluyordu. “ Eski demokratlar öncelikle Nazlı’nın aile bağları ile bağlı olduğu bir grup... Biliyorsunuz ben gençliğimde Nazlı’dan önce Halk Partili idim... Çok kere ben de şöyle derdim... “ Kemal bey Demokrat kelimesinde birleşebiliyoruz... Nazlı Hanım eski Demokrat... Biz de Sosyal Demokratız...”

 Siz, diğer gazetelerin kolay kolay gazetecilik gibi görmediği işlere, haksızlıklara, yolsuzluklara, keyfi işlemlere yer verecekseniz, ekibin bütünlüğü hakkında fikriniz olacak… Zaman içinde yönetimlerde, bürokraside Bulvar ayrımı yapılmaya başlandı… Bu ekibe gerçekleri verirsek bizi ele vermeden çekinmeden yazıyorlar havası yayılıyordu…
Bu kanaat bize pek çok ihbarın kapısını açtı… Ama biz bunlardan çok azını yazıya dökebildik!. Korktuğumuzdan değil, doğruluğuna ulaşamadığımız için… Aslında korkumuz vardı! Korktuğum tek şey haber verirken haksızlık yapmaktı

Hemen her ihbardan sonra aynı sistemi uyguladık… Söylenenleri doğrulatabiliyor muyduk? Genel olarak bunun iftira olmadığına inanıyor muyduk? Yazı ekibi bunu kendi arasında tartışıyordu… İlk hazırlık soruşturmalarının hepsini aldık okuduk ama asla kullanmadık! Burada Akın işin hukuki yansımasını da hesaplıyor tartışıyordu. Yapmıyordu ama avukattı. Belgelerine ulaşmadan hazırlıkların bittiği söylenemez... Bu ekip dar bir ekipti… Ankara ayağında Tayyar Şafak vardı… Eski bir TRT’ ciydi… Hemen her gün haber dışında da kulis konuşması sürerdi... Her kulağa geleni yazmıyor ama kesinlikle uzun uzun tartışıyorduk... Beni aradı ve şu konuşamayı yaptık...
--TRT İstanbul Stüdyoları için gene milyarları har vurup harman savuruyor dedi…
--Araştırırsak bir şey çıkar mı? Gerçekten göz göre göre yolsuzluk yapılıyor deniyor… Beni arayanlar korkuyor… Sadece laf olarak dedikodu olarak sözler dolaşıyor..
--Müdürüm bana izin ver… Bir iki arkadaşımı arayacağım…
--Tamam Tayyar... Senden haber bekliyoruz. Her zamanki gibi haberi beklemeye alıyoruz.Ve zaman sıkıntısı olmadan derinleştirmeğe çalışıyoruz...Sen tamam dediğin an yayımı planlarız..
……………..
Bir hafta sonra Tayyar’dan özel bir zarf geldi… Özel haberleri açıktan yollamıyordu… Açıp okudum… Yayımlanan haberin bir özeti gibiydi..
--Akın al oku dedim..
Ertesi gün fikrini söyledi..
--Sen bunu kullanmak istersin… Ama ben derim ki bir süre daha üzerinde çalışalım… İddialar gerçek gibi ve mantıklı… Bunu yazarsak bize tekzip gelecek… Belge veremez isek haklı olmak yetmeyecek..
--Tamam. Hız mı keselim?
Tayyar’a Akın’la da konuş ama ne olursa olsun ne zamana denk gelirse gelsin bu yazıyı yayımlıyoruz bunu bil dedim…

Haberi geliştirmeye başlıyorduk.. Hem haber daha detaylı yazılacak hem de mutlaka belgeye ulaşacaktık.. Tayyar bir hafta sonra belgelere de ulaştım dedi… Nasıl ulaştığını, kimden aldığını sormadım… Bu tür işlerde inanmak, sormamak galiba rahatlık yaratıyor… Haberi yazdık… Ve birkaç gün telefonlara çıkmadık… Yayımladık..
Siyasetin zaman zaman kendi içindeki fikirleri olgunlaştırmak gibi takdim edilen toplantılarında etekteki taşların zararsız bir yere dökülmesini sağlayan toplantıları tekrarlanır idi… Bunu ANAP da böyle yapıyordu.. Ankara’ya yakın ama dedikodulara uzak olur düşüncesi Kızılcaham’ı öne çıkarmıştı… Mekan olarak Bolu Dağı eteklerini veya o civardaki bir moteli hafta sonuna yakın siyasetçilerin topluca doldurması normal sosyal aktivite adını almıştı…

Ankara bürosu içinde uzunca konuşabildiğim ve geleceğe dönük haber üretimi, yaptığım kişi her zaman olduğu gibi Tayyar Şafak oluyordu… Aynı büroda Tercüman kadrosu içinde olmasına rağmen, magazin olarak algısına ve kalemine güvendiğim ikinci kişi de Feridun Soyocak idi… Feridun aynı anda gece sekreterliği de yapıyordu... Zihnim beni yanıltabilir... Ama müşterek bir istihbarat daha da doğrusu ucundan ucundan sızıntı vardı… Kızılcahamam söylentisi… Semra Özal yanında çok sevdiği bayan koruması ile bu yolda kaza yapmıştı… Olayın zabıtları yok edilmiş ve işin kapatılması için hızlı ve etkili bir gayret gösterilmişti.. Tayyar Şafak da benzer şeyleri duymuştu… Feridun da… Konuşun ne yapabiliriz bir kere daha bakalım... dedim..Haberi kovalamak gerek... Biraz üstelersek ne çıkacak bakalım!

O ana kadar Nazlı Ilıcak ismi veya benim bilgim içinde onun müdahalesi yok gibi idi. Bana öyle geldi... Birden saflığımı kaybettim... Bekâret kaybetme olayına benzer şekilde! Tayyar Şafak beni atlayıp sıkça bana ilettiklerini daha önce yalıyı arayıp Nazlı Ilıcak’a fısıldıyor ondan akıl alıyordu…
Benden habersiz siyaset haberleri önce Nazlı Ilıcak’a ulaşıyor... Nazlı Ilıcak sansüründen veya yönlendirmesinden sonra bana geliyordu... Sezgim beni yanıltmazdı... Bu hem yanlış hem de tehlikeli idi. Öte yandan Kemal Ilıcak sızlanıyor, bu işlerde Nazlı’nın yönlendirmesine sakın izin verme diyordu...
Nazlı-Semra nefretinde gazetenin işi olmamalıydı. Biz hiç bir siyasetin gölgesini istemiyorduk... İlk ağızda soğuk bir duş etkisi yaptı. Her satırdan şüphe ederek yazıları yeniden okuduk... Tayyar’a haber tamamlanana kadar sadece gelişmeleri bana naklet, bu işi ikimiz bitirelim sonra geniş bir katılımla tartışırız dedim..

Kıskanç mı idim?..

Tayyar Şafak için duyduğum öfkeyi belli bir korku yönlendiriyordu... Bu şahıslarla ilgili de değildi... Nazlı Ilıcak’ın Semra hanıma öfkesi bizi haberi geliştirirken hataya sürükleyecek boyutlara ulaşabilirdi. Nazlı Ilıcak bastırırsa haberin dengesi kaçabilirdi... Öte yandan Tayyar Şafak’da Nazlı Hanımın takdirini ayrıca kabullenmek istiyordu... Renk vermedim, olayı bilmiyormuşum gibi davranmayı sürdürdüm... Genel tabloyu hatırlayarak kişiye değil gerçeklere daha yakın durmaya ve onu da kendi çizgileri içinde haklı bulmaya karar verdim… Nazlı Ilıcak her şeyin kendisi ile başladığı, kendisi ile yürümesi gerektiğini hissederse, kimi nasıl kullanırım hesabını yenilerse, Tayyar’ın yapacakları da bana karşı dürüstlüğü de sakatlanacaktı… Ayrıca asla dillendirmediğim bir gizli ikaz da Kemal Ilıcak’tan geliyordu...
“Bu Nazlı başınızı yakabilir... Sen gene ortadan git... Dizginleri kaptırma...”
Nazlı Ilıcak her yanı ayrı ayrı tutma ve ayrı ayrı idare etme refleksini hiç kaybetmedi! Öyle ya! En akıllımız oydu! İki veya üç hafta ben Kızılcahamam haberi ne oldu demedim… Sanırım o dönemde Tayyar zaman zaman yalıyı arayıp Nazlı Ilıcak’la da uzun uzun konuştu… Telkinler aldı... Olaylar nakletti... Ama kesin olan şu... Haberi Bulvar ekibi kendi refleksleri ile dengeledi... Gerçek gibi görmediklerini ayıkladı... Sivrilikleri giderdi. Diğerlerin de olduğu gibi ekibin bilgisi ve onayıyla kullandı!

Ben yeniden denizler denizler deyip ayağı yere basmayan hayalleri traşladım... Hemen herkes için “olabilir” hanesini büyüttüm... Güven duygumu kaybettim... Soğumam hızlandı... Ama bir işe girmiştim ve o işi doğru olarak tamamlamalıydım... Konuyu hiç bir zaman Nazlı hanıma açmadım... Onun “gazetemdekiler beni paylaşamıyorlar şekerim... Hepsi öncelikle benimle konuşmak istiyor. Bana soruyor beni paylaşamıyorlar ” havası sürüp gitti... Kimse Allahtan bana paylaşmak ister miydim diye de sormadı!

Haber çıktıktan hemen sonra “bu haberi NAZLI ILICAK yaptırdı” dedikodusu gecikmedi... Tayyar’dan hiç ses çıkmadı! Ve bu benim Tayyar Şafak ile yaptığım ve haber sistemi dışına çıkan karşılıklı güvene dayanan ve bir başkası ile paylaşmadığım son iş oldu! Yani Nazlı Ilıcak baskısı ona el altından yalıya bilgi verme, konuyu birlikte geliştirme, kısacası beni devre dışı bırakmaya itmişti... Aptalı oynamak o kadar da zor değilmiş... İşin sonunu tüm ekip düşünüyorduk... Bir sorumluluk alacak isek katlanacak olanlar bizdik... Kemal Beye verdiğimiz söz... Nazlı hanımı frenleme sözü vardı... Şafak fire vermişti... Allahtan Tayyar bir ara kendini ele verdi... Nazlı Ilıcak’ın istediğini unutup farklı bir detayı bana söyledi. Ona bunu ben istemedim demedim... Nazlı Hanıma istediğiniz detayı Tayyar geçti dedim. Haberi anlattım... Sadece “size mi anlattı?” demekle yetindi... Sonuna kadar hiç bir şeye güvenemedim... Nasıl bir ağırlık bilemezsiniz! Bir şeyi bir kere daha anladım... Bu iş bana göre olmaktan çıkmıştı... Bütün bu kargaşada doğru yapmak, birine kim olursa olsun haksız suçlamada bulunmamak istiyorduk... Bunun için daha dikkatli baktık... Çok daha şüpheci olduk... Belki aslında yüzde yüze yakın doğruları bile sildik kullanmadık... Ve hemen ilave etmem gerek bu haberde Nazlı Ilıcak’ın hevesi çoktu ama etkisi olamadı! Gazetecilik açısından buna izin vermeyecek, haberciliğin ve tarafsızlığın arkasında sağlam duran bir ekip vardı... Nitekim haber taslak halde iken ilk itiraz Akın Kamacıoğlu’ndan geldi:

--Haber ne yaparsak yapalım ön yargı içinde algılanacak… Bu nedenle acele edemeyiz… Ankara’ya şunu iyice anlatalım… Belgelere dayanacak bir sonuç alabilirsek olur… Önce belge sonra haber…
İçimden onlarında yetmeyeceğini mırıldandım… Ama yazı işlerinin genel havasına uyuldu..
Asla yalıya yaptığı servisi gündeme getirmedim... Tayyar Şafak’a yarı şaka yarı ciddi şunu söyledim...
--Ön haberi yazı masasında konuştuk… Akın karşı çıktı… Belge olmadan tek satır yazamayız… Daha doğrusu yazmamalıyız diyor… Gerekçesi korkaklığımız, sana olan güvensizliğimiz değil… Hiçbir zaman bizim dışımızda Nazlı hanımın seni etkileyeceğini de düşünmüyoruz! Ama belgeleri toplayana kadar haberi bekletiyoruz..
Tayyar’ın belli bir suskunlukla dinlediğini hatırlıyorum…
--Akın söylüyorsa hukukun kestiği kol acımaz… Haklısınız… Ben de gazetenin başına iş açılsın istemem. Ne kadar zamanım var müdür?
--Zaman söz konusu değil. Bu haberi hiç kimse bu hali ile kullanamaz… Kullansalar bile benim için önemli değil. Daha ilerisini daha özelini ve belgelerini verirsek haber düşmez… ESKİMEZ... İşlemek gibi bir özelliğimizi kaybetmedikçe ses getirir... Şunu da bil... Haber tamamlandığında bunu kullanmamıza da hiç kimse engel olamaz!
Sonra bekleme süresine girdik… Bir süre sonra Tayyar aradı…
Haber, Tayyar Şafak’ın kaleminden ve tecrübesinden geçmiş ve olgunlaşmıştır... Tayyar Şafak, Kamacıoğlu’na, “Bu haberi nasıl yazacağız, usturuplu mu?” diye sormuştur. Kamacıoğlu’nun cevabı, “Beni tanımıyor musun? Ne var ki burada belge konuşturmalıyız. Sen belgeleri al gel… Onları bir daha kontrol edelim… Güveniyoruz deyip yarı yolda kalmayalım”.

Şafak, “Tamam belgeler hazır” der. Alır dosyaları ve gelir. Yalçın Kamacıoğlu’nun freni gibi çalışmakta olan Akın Kamacıoğlu, “Ağabey bunları tekzip edebilirler” der ancak Yalçın Kamacıoğlu hazırlıklıdır: Tekzibi yayımlar ve yine devam ederiz. Kızılcahamam, iktidar baskısına rağmen, tam bir gazetecilik örneğidir. Bir-iki dosya daha vardır ama tamamlanamamıştır. O da Zeynep ve davulcu Asım’a ilişkindir. Yazılmayanlar, yüzde 100 ispat edilemeyenlerdir.

GELECEK YAZI: DALYA PARTİSİ VE GÖNÜL YAZAR KAZIĞI!

Hiç yorum yok: