28 Nisan 2007

Zor dostum zooorrr!...

Bir an önce tekneye binme telaşımız vardı... Yelken hocamız bizden tek sıra halinde oturmamızı istedi... Tatlı bir rüzgar vardı.. Biliyorum ki benim kadar arkadaşlarım da şu rüzgarı kaçırmasak diye içten içe mızmızlanıyordu..
“Teorik çalışmaları bitirdik... Hepiniz yelken kullanabilirsiniz... Ama yelkenci olamazsınız!
Bu sporun olmaz ,olmaz tek kuralı vardır... Centilmenlik... Gerçekten ve centilmenlikten ayrılmayacağınıza yemin ediyor musunuz?” Evet... Evet... Evet...
Yelken alanı açık deniz... Çok geniş bir alan... Sizi göremeyecekleri anlarda kural ihlali yaparsanız yarış sonu protesto edilirsiniz... En önde gelmeniz çoğu kere bir şey ifade etmez... Yarıştan elenirsiniz... Hakem heyeti tek soru sorar... Centilmen anlattıklarınız doğru mu? Evet doğru deyip yalan söylemeyeceksiniz...
.........................
Türkiye Büyük Millet Meclisinde “Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir” yazısı var... Yazı var olmasına var da içine girdiğimiz ortamda Millet ne kadar egemen? Meclisin ne kadarında var? Parlamentoda millet ne kadar temsil edilebiliyor? Millet iradesinin nerede ise yarısının meclise yansımadığı bir seçim sistemini “bu bana da yarar” mantığı ile gelen de giden de kabul etmedi mi? Manzarayı alt alta sıralarsanız karanlığın yüzü, geleceğin sıkıntısı, kişilerin kural tanımaz tavrı, ben yaptım oldu zorbalığı daha iyi anlaşılacaktır...
Parlamenter sistemde temel dayanak parlamenterler değil mi? En basitinden seçmenden A partisi forması giyerken, aldıkları tapuyu B partisine geçince de kullanmaları hangi egemenliğin kaydı olabiliriz? Sık sık fikir ve de parti değiştirenlerin sabit fikri ne olabilir ki?
Adil olmayan, demokrasinin özünü zedeleyen Seçim Kanunu, Siyasi Partiler Kanunu yaparsınız.. Barajlar koyarsınız. Uygularsınız.... Seçersiniz... Bu kanunlara uygun ama adil olmayan bir uygulama olur... Demokrasinin özünü çürütürsünüz...

*Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçim süreci için belli tavırlar sergiliyor... Biz de siz de seyretmiyor muyuz? Başbakanın iki dudağı egemenliği kayıtsız şartsız çiğnemedi mi?
Meclis gücünü milletten aldı denilince ne anlayacaksınız?
Milletin % 50 si barajlara takılıp atılmış... Iskarta... Çöpe gidiyor... Geri kalan % 50’ nin sadece % 33 ü ile temsil edilen parti bu oy oranı ile Meclise giriyor... Aldığı sandalye tüm meclisin % 64.ü oluyor... Bu matematik adil değil ki? Hangi parti iktidar olursa olsun bunun yarattığı bir rahatsızlık olacaktı... Vardır da..

* Bir ülkede Başbakan, Cumhurbaşkanlığına kimin seçileceğini tartışmaya dahi açmıyor... Böyle bir hakkı kendinde buluyor... Neye dayanarak.. Mecliste % 64 çoğunluğa... Süreci son iki güne sıkıştırıyor... Her kesime sorduğunu ilan ediyor.. Kumkapılı balıkçı Haydar’a kadar geliyor... Çünkü Haydar daha önce bu konu hakkında fikrini ana muhalefet partisi gibi açıklamamış, yaptığın yanlış dememiş ve sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı kızdırmamıştır... Demokratik tavrı içinde “onunla konuşmam” Balıkçı Haydar’a sorarım olur biter diyebiliyor.. Allah’tan Balıkçı Haydar sağ duyusunu, kalkan balıklarının sırasına koyup satışa arz etmemiş! “Olmaz” diyor... “Sen Cumhurbaşkanı olma!” Masal bu ya olmuyor!

*“Sizlere uzun araştırmalardan sonra canım kardeşim dava arkadaşım partiyi birlikte kurduğumuz adayımı açıklıyorum.... Abdullah GÜL”
Gel de Gül me!...
Tablo öylesine demokratik ki... Gel de inan ma! Gel de zokayı yeme.! Kan ma!
Allahtan karar anında Meclisi sloganlar kaplayınca ayılıyorsunuz... Görülmemiş bir tempo var... “Türkiye seninle gurur duyuyor.” Bir an Fenerbahçe kupayı mı kazandı dedim.. Öyle ya... Sarı lacivertli Başbakana ancak böyle bir tezahürat yapılabilirdi!

*Son saniyelere dayalı bu karmaşık - asla şık değil - aday dayatmasının hemen ardından gizli mimar, gizli duyguları açıklama cesareti de göstermedi mi? Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu duvarda unutmuş olanların duyguları dile gelmedi mi?
Meclis Başkanımız Arınç “dindar bir Cumhurbaşkanı” istediğini açıklamıştı. Sonra ben yapmadım, ben seçmedim derken dayanamayıp nasıl yaptığını açıklamadı mı?.

“Pehlivan çırağını yetiştirmiş... Çık güreş deyince çırak hocasına meydan okumuş... Mindere çıkmışlar... .Çırak KÜT diye yere serilmiş... Hoca “sana otuzdokuz oyun öğrettim. .Ama kırkıncıyı kendime sakladım... Bak küt diye sırtın yere geldi... Bu da sana son oyunum olsun!”demiş...
...................
Kolay kolay KÜT diye milletin sırtını yere getiremeyeceksiniz!.. Oyun bitecek.
Belli bir görüşün nereye yelken açtığını bütün çıraklar görüyor... Son oyunu da sergilediniz.
Yelken olsa sonucu biliyorum... Hakem “Centilmen bu yarışın özü dürüstlüğe dayanıyor... Yarış dışı kaldınız der.... Ülkemde oyun içinde oyunun adı siyaset olunca... Sadece iç çekiyorum... Yarınlara bakıp... Söylenecek söz kısa oluyor..... Zor dostum zoorrr...

2 yorum:

ERDIL dedi ki...

Ne garpdir ki Sn Punto kardesim.Üzerine bir ünüforma gecirip de.Bu yaziyi kürseden okusaydaniz adina muhtira derlerdi.
Millet olarak hepimizin haftalarca söyledigini basin neden bu millet muhturasini Ankara'da Istanbul'da verdi diye yazmiyor.Bu kadar mi kör olduk.Neden o kafalarda ki Asker muhtirasini atip da bizlerin giydigi ünüformayi göremiyor.Milyonlarca kisi muhtarayi veriyor.Atatürk'ün ruhunu icine giyerek."Okudukca titriyorum cümleler düsük oldu kusura bakmazsiniz.Isyanladayim."
Saygilar.

Punto dedi ki...

Sevgili Erdil; Medyanın üzerinde büyük bir baskı var. Yalakaları saymıyorum.
Geçen gün bizim cemiyetin seçimi vardı. Bir haber kanalında çalışan gazeteci arkadaşım "Ağabey. AKP diyemiyoruz. Hemen bakanlıktan, genel müdürlükten arıyorlar" dedi.
Baskı bu seviyeye düşmüşse gerisini siz düşünün.
Tabii bunda kuyruğunu iktidara kaptırmış medya patronlarının rolü çok büyük. Çok yazık. Mesleğim adına utanç duyuyorum.