13 Mart 2007

Hayat zaten bir dizi gibi

zeytin ağaçlarının gölgesine oturmuştu Hatçe Nine, yazdan kalma bir sonbahar günüydü. Masmavi gökyüzüne kaldırdı başını “Netçez allahçım, sen bize yol göster” dedi, Allah’la konuşurcasına...Zeytine gitmekten, çamaşır yıkamaktan, kocamaktan çatlak çatlak olmuş ellerini kaldırdı: "Heç de istemiyom evimi vereyim o çengilere...Kimse vermeyo, niye ben verem...Ama üç gün vercez, 100 milyon alcez...Hem gızın yanına gidiveririm. O damat olasıca mendeburu çekmek var ama olsun..Sık dişini üç gün gız Hatçe” .
“Tamam” deyip, fırladı “Vercem”...”Ne vercen gız anane”diye şaşırdı çakır gözlü torunu Zehra. “Sen garışma..Ben kararımı verdim. Üç günceez sizde galıveririm..O filmci adama vercem evi...Ama parayı peşin alcem, nolur nolmaz” Çıkınını topladı, Zehra’yı da tuttu elinden “Hadi gız” dedi “gidiyoz”... “Anana söyle Ananem sizde galcek de”... Tekçam’ın bulunduğu tepeden aşağı indiler. “Dikkat et nene” dedi Zehra...Torununa diklendi, Hatçe Nine.."Sen kendine bak, Ben senin gibi sekiz Zehra’yı cebimden çıkarırım”. Yaşından beklenmeyecek bir çeviklikteydi . Seksenine merdiven dayamıştı ama her işe koşardı. Komşularla tarhana yapar, dünürcülük yapar, düğünlerde yemek pişirir, Hıdrellez’de çocuklarla ip bile atlardı. Hani derler ya, “çamaşıra gidenin şapşağı, oduna gidenin nacağı, eğlenceye gidenin şakşağı idi”. Herkes severdi, Hatçe Nene’yi...Gençliğinde onu bırakıp giden kocasından gayrı..Böyle düşünüyordu Hatçe Nene...Pamuk gibi yüzünde sevilmemişliğin derin izleri vardı, yüreğindeki sevginin aksine.

NAMUSUMA BİR ŞEY GELMEDEN
Hala unutmamıştı eski kocasını. Onu çok isteyenler olmuştu sonradan. Ama o “Tek kızıma üvey baba istemem” dedi. Aslında yüreği o nankör kocası Ahmet için atıyordu. Köy yerinde zor zanaattı dul yaşamak..."Namusuma bir şey gelmeden yaşlansam” diye dua ederdi her gün Allah’a...
"Namusuma bir şey gelmeden yaşlandım çok şükür” diye oh çekti içinden, kocaman anahtarla Rumlardan kalma evinin büyük tahta kapısını açarken. Omuzuna bir el dokununca irkildi;
"Noldu Hatçe Nine..Ne karar verdin. Verecek misin evi bize?"
Orta yaşlı sakallı, kot pantolonlu adam, sigarasını ağzında geveleyerek sormuştu soruyu. Hatçe Nene.."He ya” dedi, “Vercem. Ama önce para. Bir de şartım var..Evime, eşyama zarar gelmeyecek".
Tamam” dedi adam. “Bir kaç sahne çekeceğiz evde. Hem de kurtuluş savaşı gibi kutsal bir döneme ev sahipliği yapacak, senin bu gavur evi”.
Yeşil büyük kapı açıldığında büyük taşlı bir sahanlık karşıladı onları...Karşıda yeşile boyanmış suyu kesilmiş kör bir tulumba vardı. Tulumbanın yanından tahta bir merdiven yukarıya taşıyordu gelenleri.
Tavan el işi melek resimleri ve çiçeklerle süslüydü. Sol yanda bir oda, sağ yanda ocaklıklı başka bir oda..Ocaklıkta odunla yemek pişirirdi Hatçe Nene... Sol yandaki odada misafirlerini ağırlardı. 1924’te mübadeleyle Midilli’den geldiklerinde verilmişti bu ev babasına...Bu evde büyümüştü, çocukluğu bu evde geçmişti.
Annesi onu şu karşı dolabın içinde yıkar, paklardı..Ocaklığın üzerindeki Atatürk resmine bakar, gavurlardan onları kurtardığı için büyük önderine dua ederdi.
“Bu resme bir zarar gelmeyecek” dedi sertçe, Atatürk resmini göstererek. “Ayıp ettin, Nene” dedi adam, sigarasını dudaklarında gezdirerek...

DİZİ FURYASI BAŞLAYINCA
Sonra yukarı kata çıktılar. Merdiven başından döndüklerinde Ege’nin mavisi karşıladı onları, pencereden... Karşıda Ayvalık, sağ yanda Midilli’yi o kadar yakından gördüler ki..."Sen bir de dam üstünden gör, manzarayı” dedi Hatçe Nene..
Uzun bir koridordan etrafı sardunyalarla çevrilmiş dam üstüne çıktılar. Çoktan beri kullanılmayan ahırın üstüydü burası...Manzara söylendiğinden de güzeldi...Önce köy evleri, sonra betonlaşan iskele mahallesi...Ama hepsini bastıran masmavi körfez...”Gördün mü bizim köyü” dedi Hatçe Nene, “Yavuz muymuş”..."Pek yavuz” dedi adam. Anahtarı adamın avucuna bıraktı Hatçe Nene. Birkaç eşyasını aldı ve çıktı..."Üç gün ama” dedi, “fazla değil, beni damadın evinde üç günden fazla koma”.
“Tamam” dedi adam, söz verircesine de başını salladı. Gitmeden Hatçe Nene’nin avucuna 100 milyon lirayı saymayı da unutmadı.
Adı Ali’ydi adamın, Ali Dirik..Televizyon kanalları için dizi çekiyordu. Dizi furyası işlerini açmıştı. Reyting kavgasına tutuşan televizyon kanalları dizileri sıraladıkça, çekimlere yetişemez olmuşlardı. Aşk, kavga, heyecan dolu diziler reyting rekorları kırmak için birbiriyle yarışıyordu. İşte şimdi Ali Dirik elindeki müthiş senaryoya müthiş bir mekan bulmuştu. Oyuncuların da süper olduğu düşünülürse, bu dizinin iş yapmaması beklenemezdi. Kapıyı kilitleyip çıktı Ali Dirik. Zaman kaybetmeden ekibe haber vermeliydi. Köyün büyük çınarlı kahvesinde kendisine bir dibek kahvesi söyledikten sonra Mustafa’yı aradı. “Mustafa, ev hazır” dedi, “Ekibi topla, ev sahnesini üç gün içinde çekmemiz lâzım”.

ESKİYE GÖRE FARKLI BİR KÖY
Kahvesini çınar serinliğinde gözleme kokuları arasında yudumladı. On yıl önce geldiği köyden ne kadar farklıydı burası. Eskiden köylülerle dolu olan kahvede şimdi yabancı turistler vardı. Kahvenin adı Çınar Çay bahçesi Cafe olmuştu. “Ne orada ne burada arafta kalmak gibi” diye düşündü, Ali Dirik.
Güneş, köyün yatırı Mecit Tepe Dede’nin kabrinin ardından yükselirken, dizi ekibi arnavut kaldırımlarından Hatçe Nene’nin evine tırmanıyordu. Ayıt kokuları dört bir yana sinmişti. Yeşil kapının kilidi açıldı ve 15-20 kişilik ekip, işe koyuldu.
Köylüler ne olup ne bittiğini merak ediyorlardı. CTV’nin kameramanları ellerindeki büyük kameralarla sokaklarda dolaştıkça köylüler gururlanıyordu.
Şehirdeki akrabalarını arayıp haber verenler, filmde acaba beni de oynatırlar mı deyip süslenip püslenenler, keşke bizim evi isteselerdi diye hayıflananlar, biran önce başlasa da seyretsek diyen dizi meraklıları."Ay gız Memet Göle’yi gördün mü ne kadar yakışıklı” diyen genç kızlar, dizideki genç kızlara kesilen köy delikanlıları...
Evdeki işi Hatçe Nene’ye söz verdiği gibi üç günde bitirdi Ali Dirik..Hatçe Nene, sevmişti bu “şeher delikanlısını”..
Mertti, sözünün eriydi. İşleri bittikten sonra ekibe güzel bir köy kahvaltısı hazırladı. Hepsi Hatçe Nene’nin tek tek elini öptükten sonra ayrıldı evden...Hatçe Nene’nin yüreği ısınmıştı..."İyi ki, verdim evi Ali oğlana...Temiz pak teslim etti işte. Boşuna telaşlandırdı beni komşular” dedi kapıyı kilitlerken. Kocası onu terk etmişti ama o sevgisini terk etmemişti. "İnşallah" dedi, "bu diziyi seyreder de evimizi görünce beni hatırlar, geri döner".
Kocaman anahtarı kilitten çıkarırken, sanki anahtar deliğinin karanlığında bir yazı görür gibi oldu: 1. BÖLÜMÜN SONU

27 yorum:

Adsız dedi ki...

Sevgili Suzan,
Ne güzel öykülemişsin. Hayıt kokuları, yaz mavisi Ege, insanın burnunda tütüyor okurken.Su gibi akıp gidiyor öykü. Tebrikler.

Punto dedi ki...

Sevgili Şefika;
Suzan'ın gerçekten güçlü bir yazım dili var. Her şeyi mükemmel ama üretimi az. Bu alemde hikâyelerini sizlerle paylaştıkça, üretim de artacaktır diye ümit ediyorum.

ERDIL dedi ki...

Yaslilik hakikaten zor insan cok cabuk nefes nefese geliyor.Kelimeler, cümleler bir kosusmaca icersinde okudum.Olmadi dedim. Bir de yasliligin verdigi özgüyle okudum.Bu sefer de yerini sabirsizlik aldi.Aman derdime bir care!...
"Bölüm II."
Kaleminize saglik..
Saygilarla.

Punto dedi ki...

Sevgili Erdil;
Teşekkür ederim Sevgili Suzan Abla adına. Sindire sindire yaşarsanız, yaşlılık zor değil bence.Allah III. bölümden korusun bizleri.

Bocuruk dedi ki...

Çok güzel bir anlatım. Bir çırpıda okudum dün ve vaktim yoktu yorum bırakamadım. Bugün fırsat bulduğumda merakla geldim, yeni bölüm yok. Bir kez daha okudum bu defa sindire sindire :)Sevgili Suzan Abla'nın üretiminin artmasını diliyorum.
Sevgilerimle...

Punto dedi ki...

Sevgili Bocuruk;
Suzan Abla o kadar meşgul ki yorumlara bile ben cevap yazıyorum. Yeni hikâyelerini kerpetenle çekip alacağız artık. Yeter ki özendiren yorumlar çok olsun.

Adsız dedi ki...

Sevgili Şefika, senin izini bulduğuma sevindim. Yazımı beğendiğine de. Bazen aklıma esiyor yazıyorum işte. Punto Abi beni özendiriyor. Ayrıca Ege'de biz hep ayıt deriz ama hoş kokulu o bitkiye doğrusunu senden öğrendim Hayıt. Teşekkürler

Adsız dedi ki...

Saygıdeğer Erdil, olumlu yorumlarınız için teşekkür ederim. Yaşlılığı anılarla dolu olduğu için her zaman sevmişimdir. Güzel anılar insanı genç tutar. Sindire sindire yaşadıysak ne mutlu bize.

Adsız dedi ki...

Sevgili Böcürük, teşekkürler..Öyküyü beğendiğinize sevindim. Bana hep çalakalemmiş gibi geliyor. Ben de üretimimin artmasını diliyorum. Sevgiler

Adsız dedi ki...

Sevgili Punto Abi..Sen dün arayana kadar yorumlara benim yanıt vereceğim aklıma bile gelmemişti. Katkıların için, beni yüreklendirdiğin için ve yorumların için sağol..

Pınarın Kulubesi dedi ki...

Çok güzel yazmış Suzan Hanım,
nacak nedir bilen varmıdır acaba:)
Babam balta demeyi bilmez hep nacak derdi:)
Şapşak da heralde çamaşır yıkarken kullanılan tahta tokaç olsa gerek:) bizde tokaç derler...
Umarım bu yazıların arkası da gelir.
sevgiler

Punto dedi ki...

Sevgili Pınar;
Suzan Egeli. Nacak kısa saplı baltaya diyorlar. Her yörede değişiyor. Bu da Türkçemizin zenginliği. Şapşak sanırım çok yöresel bir kelime. Ben de ilk kez duyuyorum. Suzan bu satırları okursa cevabını da verir.

Aysin dedi ki...

Sevgili Suzan Hanim oykunuz cok guzeldi zevkle okudum. Hatta gun boyu aklimin bir yerlerinde takili kaldi. 2.bolum ne zaman,merakla bekliyoruz. Sevgiler..

Adsız dedi ki...

Sevgili Pınar, şapşak gerçekten de çamaşır tokacı. Çok doğru tahmin etmişsin. Bu sözü çok sevdim. Oralarda kullanıyorlardı. Ben de kullandım. Teşekkürler

Adsız dedi ki...

Sevgili Ayşin, teşekkür ederim. 2. Bölüm yakında inşaallah..Zaman bulucam söz..

Berceste dedi ki...

Suzan ablaaaam, bu yazılar beni benden alıp, oralara getiriyor. Sonunda da hep gözümde yaşlar oluyor! Çok güzeller, eline, diline, beynine sağlık. En kısa zamanda bekliyoruz devamını...

Akın amca, Kelaynak amca nerelerde? Hiç sesi sedası çıkmaz oldu!

Punto dedi ki...

Sevgili Dilek;
Aman nazar değmesin. Suzan Abla o kadar işinin arasında hem hikaye yazıyor hem de yorumlara cevap veriyor. Sanırım sizleri kırmayacak, yazılarına devam edecek.
Kelaynak Amca Türkiye'ye dönünce yazmaz oldu. Sanırım günlük işlerden zaman bulamıyordur. O da gelecektir.
Bir de müzikçi abla var. Müzik konusunda bazı yazılar yazmasını istedim ama bakalım ne zaman yazacak?

Berceste dedi ki...

Oooo Akın amca, siz Punto başlığı altında gerçekten gazete çıkartmaya başladınız :) Ben çok sevdim bu işi. Bekliyoruz... Ekip tamam!

Punto dedi ki...

Sevgili Dilek; Bir yazı yazdıktan sonra ancak iki gün sabrediyorum. Çok eskidi bu yazı deyip yenisini bulmağa çalışıyorum. Ben günlükcü doğmadım, gazeteci doğdum. Oturup bütün gün ne yazayım diye düşünüp duruyorum. Beni bu ateşin içine sen attın.

Berceste dedi ki...

İyiki yapmışım ne yapmışsam :) Sonucu gayet güzel! Hergün bizlerle güzellikleri paylaşıyorsunuz, farklı bakış açılarını gösteriyorsunuz. Zihninize sağlık!

Unknown dedi ki...

Sevgili Dilek, beni de bu aleme çektiniz ya...Önce Punto Abi, sonra ben, tuttuğunu koparıyorsun...Sağol..

Tijen dedi ki...

Ben diyecektim Dilek'ciğim ağzımdan almış, tek kişilik gazetenin kadrosu iyice kalabalıklaştı. Ellerinize sağlık sevgili Suzan, sevgili Punto Ağabey ve tabii Dilek'ciğim. Birilerinin birilerini kolundan tutup çekmesi gerekiyor bazen. Sen de bu 'çekici' oluyorsun bu durumda.
Tijen

Punto dedi ki...

Sevgili Tijen;
Korktuğum başıma geldi. İki gün geçince yeni bir şey koymalı diye telaşlanıyorum. Sanki arkamdan kovalayan var. Bu gidişle yeni transferlere ihtiyacım olacak!!!

Berceste dedi ki...

Siz isteyin onları da bulur, gerçekten gazete çıkartırız burada Akın amca. Teknik destek ekibi de var! Yeter ki bir yeşil ışık yakın :)

Punto dedi ki...

Sevgili Dilek; Sonunda o da olacak öyle görünüyor. Aslında çok güzel yazan günlükçü dostlar var. Beslenme, sağlık, çocuk, hamilelikte beslenme, pazarlama,dış haberler,siyasi yorumlar ne ararsan var. Sadece günlük olaylar yok. Neden çıkarmayalım bir gazete.

karacaymama dedi ki...

Sevgili Suzan ve Punto Abi, bende yazilarinizin takipcisi oldum. Cok akici ve surukleyici bir yazi, sanki orda yasiyor ve Hatce nineyi taniyormusum gibi geldi, cocukluguma gittim, inanin benim bile icimden geldi bole yazilar yazmak ama keske sizin kadar akici ve heyecanli yazabilsem. Lutfen devam edin yeni yazilarinizi heyecanla bekliyoruz.. Suzan hanim lutfen ikinci bolumu yayinlayin bekleyemiyoruz. Bole koy hikayelerini cok seviyoruz, devamini bekliyoruz.. Tesekkurler, emeginize saglik..

Punto dedi ki...

Sevgili Serendipity; Suzan az yazıyor, öz yazıyor. Ben de bekliyorum yazılarını.