22 Ocak 2012

Önce biz olalım!.. Ve biz kalalım!

Kelaynak yazıyor
Ne Hrant’ım ne Ermeni!.. Ne de şıp diye herşeyi kavrayacak kadar keskin zekâlı! Veya dan diye derin devletin en derin noktalarını tek atışta nişanlayacak kadar derin bilgi sahibi... Ne ırkçı, ne milliyetçi... Sadece derin endişe sahibiyim ve gerçek nerede deyip mantık büyüteci elinde arayan biriyim... İşi zora giren biri...

5 yıl önce de aynı cümleyi yutkunamadım... Gösterinin abartısı fazla geldi! Ben ne Hrant’ın ne de Ermeni! Henüz hafızam bana ihanet etmediği için çok net söyleyebilirim... Cinayeti duyduğum an ölümün beni nasıl sarstığını anlatamam. Kader bu... Ermeni bir ailenin mensubu olarak da doğabilirdim... Demek istediğim ben Hrant olamam ki... Üstüme gelen baskı korktuğum şartlanma “illa biri gibi olmak” farklılıkları farketmeden kalmak, düşüncelerini aykırı da olsa ifade edememek oluyor! Ermeni de olamam... Olsa idim Ermeni kalırdım... MIŞ gibi de kalamazdım...
Neden böyle oldum bilmiyorum... Hangi kimlikte doğdu isem, hangi kültür beni sarmış yetiştirmiş ise onu sevdim, benimsedim, onunla gururlandım... Ama sıralamada her zaman en önde kalmadı. Anadolu’nun renkleri, çiçekleri gibi farklı insanları sevgimi sarmaladı! İnsan olmayı, insan haklarını önde tutmayı tercih ettim... Kime yapılırsa yapılsın, her tür haksızlık beni kızdırdı. Her tür ayrım moralimi bozdu..

Bugün zihnimi dolduran soru da umutsuzluk var. 5 yıl öncede nerede ise aynı kalıptan çıkmış pankartların aynı sorgusu neye yaradı? Bugün acaba gerçeğin bir önemi kaldı mı? Sokakları dolduran insanlar kamuoyu baskısının faydasını görebildi mi? Kim ne zaman etkilendi... Hala dediğim dedik çaldığım düdük dönemi yaşamıyor muyuz? Bugün hemen herşeyi bölünerek, her kafadan bir ses vererek, farklı ideolojilere ekleyerek, bir türlü akort edemediğim fikirler halinde kavgaya çevirmiyor muyuz? Oysa Hrant cinayeti çok acı ve yalındı! Yani karmaşık bir zihin sorgusu yoktu. Kaldırıma boylu boyunca uzanmış, vurulmuş bir gazeteci vardı... Bu ülkenin insanı... Bu toprağa bağlı. Anadolu insanı! Kini nefreti eritmeye çalışan bir yazar. Fikir adamı... Gazetesinin önünde vurulmuştu. Cinayet geliyor, gelecek denmiş ve gelmişti... O gün de yürüdüler... O gün de aynı sloganlarla haykırdılar. Kim duydu?. 5 yıl sonra kim ders aldı dersiniz?.. Ölen öldü, tartışma bize kaldı...
Manzara şu değil mi? 5 yılı devirdik...Vicdanı aradık...Adalet de gelecek dendi bekledik! Hrant ile Ermeni olduk... Ama adil olamadık! Sokakları doldurduk, gerçekte gene kolaycılığı seçtik... Yürüdük, pankart tuttuk... Görevimizi hava kararırken tamamladık... Eve döndük...

Aslında hiç kimse Hrant olmadı... Ermenilerde binlere ulaşmadı... Kolayı tekrar ettik... Bir düşünür Ermeni diye, fikrini beğenilmedi diye vurulup yere düştü! Samsun resmini unuttuk... Katile sarılmış, sırtını sıvazlayan benim ülkemin insanları... Bayrak açıp poz verenler kim?. O resmi asla bir daha görmedim... Oysa o resme bakıp kendimizi görebilmeliyiz... Gerçeği 5 yıldır dosyalara gömmek neye yarayacak. Ölüme giden yoldan nefrete varmak çok kolay... Ya sonra...
Kolaycılıkla devam ederek Anadolu’nun kokularını, birlikte yaşama duygusunu, hoş görülü alışkanlıkları öldürmüyor muyuz? Katilin sırtını, o da Türk milleti için kanı zehirli demişti lekelemesi sonrası sıvazlamadık mı? İnsanlık dışı intikam törenine bayrak açmadık mı?

Bırakın Hrant olmayı! Ermeni olmayı! Gerçekçi olun... Sorun Hrant olmak değil ki... Ermeni olmak ise hiç değil... Marifet Hrant olanları korumak... Rumları, İstanbullu Rumları dönem dönem, Osmanlıdan bu yana hizmet aldığımız nice aydın Ermeni’yi kaybetmedik mi? Aydınlıkta kaybolan değerleri aydınlıkta tutabilmek bizim sorunumuz... Kökü, dini, dili ne olursa olsun ayrım yapma hatası sürmüyor mu? Yarın için daha büyük bir tehlike yeşermiyor mu? Ülkesini seven, memleket aşığı aydınları, öğretim üyelerini, siyasetçileri, gazetecileri tek tek kaybetmedik mi?..Öldürüldüler... Koruyabildik mi? Faili meçhuller, temel kazılarında kemik kemik yıllar sonra “öldük, duydunuz mu” der gibi karşımıza çıkmadı mı? Ölmeyen ama ölmekten beter olanlar... Hak arayanlar, hak ettikleri adaleti buldu mu?
Hemen her şey eskisi gibi... Üzüldük, ezildik, yürüdük... Görevimiz bitti... İnsanı insan için seven Anadolu hoşgörüsünü kaybedersek karanlık aydınlığa dönemez... Daha çok yürürüz... Adil olamaz isek daha çok bölünürüz. Yargıladığı sanığı unutan bir mahkemeden ne bekleyeceğiz?. Ne anlamı var güvenmenin ciddiye almanın... Ve ne anlamı var siyasetin kenara çekilip kurduğu cümlenin: “Konu şimdi yargıda. Bekleyelim... Saygı duyalım” Zihin depreminden hasar almadan çıkmak istiyorsak, toz duman kavga havasından çıkalım... Görelim artık kapımızı kimin çaldığını... Hangi damarın hoşgörüyü hapsettiğini, sarıp sarmaladığını. Bizi öteki yaptığını... Düşman kıldığını... Alevi deyip cemevini, camiiyi tartışmayalım... Öteki olmadan eksiğimizi bilelim. Bize ait sıkıntıları ancak biz çözebiliriz... Önce biz olalım... Ne katledilen Hrant’ı unutalım ne yaşayan Ermeni’yi ayıralım! Bu ülkenin bu toprağın insanını, adına, inancına, köküne bakmadan sevelim. Biz kalalım...

Hiç yorum yok: